Sezai EREN

Tarih: 17.12.2025 10:26

ÇOCUKLUK ANILARIM -6-

Facebook Twitter Linked-in

 VII

SİZ MİSİNİZ SÖZÜNDE
DURMAYAN?
Sabahın serinliği daha tam çekilmeden uyanmıştım. Uykum gözlerimin ucuna tutunuyor olsa da içimde öyle bir heyecan vardı ki, içim içime sığmıyordu. Bugün maç vardı. Arkadaşlarımla sözleş-miştik. Söz… Bir çocuğun dünyasında en ağır yük, en parlak hazineydi bu.

Yaylanın sessizliğinde kuzuları ağıla kattım. Alışık olduğum bir işti ama gönlüm başka yerdeydi. Her adımım bir umut taşıyordu; sanki ayaklarım değil, içimdeki istek yürütüyordu beni. Yol tozluydu, uzun ve inişli… Ama ben bu yollardan defalarca geçmiş, her defasında yeni bir heyecan taşımıştım.

Bugün de öyleydi işte: Daha okul bahçesinin toprak kokusu uzaktan burnuma değmeden içimde bir gülümseme beliriyordu. Bahçeye vardığımda onları gördüm. Oradaydılar. Bir an içimde sevinç ışığı yanıp parladı; ama hemen ardından söndü. Çünkü onlar benim taşıdığım o yükü, o kutsal sandığım sözü çoktan bırakmışlardı bir kenara. Bugün maç yapmayacaklarını ve dereye gideceklerini öğrendim.

O cümleyi duyar duymaz içimden bir şeyler koptu. Görünmeyen ama sesi kulaklarımda yankılandıkça içimi acıtan bir şeydi bu. Ben bir çocuktum, evet. Ama kırgınlık, yaş ayırmaz. Bir söz unutulunca, umut da unutulurdu. İçimi doldurmuş olan heves, sanki biri avuçlarıyla bastırıp söndürmüş gibi dağıldı.

Hiçbir şey diyemedim. Sessizce onlara katıldım. Sanki ayaklarım kendi isteğiyle değil, mecburiyetin ağırlığıyla yürüyordu. Dereye vardığımızda çocuk kahkahaları göğe karıştı. Soyundular, suya koştular ve suyun serinliğinde mutluluklarını ördüler. Ben kenarda kaldım. İçimde biri konuşuyordu; söz vermişlerdi, ben inanmıştım, bu kadar kolay mıydı bırakmak?

Öfkem, kırgınlığımdan damla damla doğdu. Ama çocuk kalbi, intikamı bile masumca kurar; acıtmak için değil, hatırlatmak için. Onların dere kenarına bıraktıkları elbiselerine baktım. Çamura hafif bulanmış, güneşin altında ısınmış kumaş parçaları… Ama benim gözümde onlar değildi asıl kumaş; asıl kumaş, dostluğun, güvenin dokusuydu. Yırtılmıştı.

Sessizce elbiseleri bir araya getirdim. Ayağımın ucuyla ittirdim, ellerimle topladım. Hafifti hepsi. Keşke kalbimdeki ağırlık da onlar kadar hafif olsaydı… Elbiseleri kucaklayıp yokuşa vurdum kendimi. Arkamdan seslerini duyduğumda neredeyse duracaktım, neredeyse vazgeçecektim. Ama içimde kırılmış küçük çocuğun sesi beni ileri itti; söz böyle unutulmaz, unutulmasın.

Çığlıkları dereyi çınlattı; ben yürüdüm. Hızlı adımlarla, nefesim kesile kesile… Hüzünle, öfkeyle değil, küçücük bir adalet duygusuyla. Onlar arkadan çıplak bir telaşla geldiler. Yokuşu tırnaklarıyla kazıya kazıya… Köye yaklaşınca beni yakaladılar. Elbiselerini aldılar. Giyinirken yüzlerinde utancın hafif bir izi vardı. Öfke yoktu. Sitem yoktu. Belki çocuk yürekleri anlamıştı ne anlatmak istediğimi. Ben hiçbir şey söylemedim.

O günden sonra, yıllar aktı üzerimizden. Herkes büyüdü, hayatın içine savruldu. Ama ilginçtir; o gün sözünde durmayanlar, büyüyünce en güvenilir insanlar oldular. Ders belki susmakla, belki gözyaşıyla, belki çıplak bir utançla geldi. Bugün beni gördüklerinde hemen tavşankanı çayımı söylerler. Gülümserler, göz ucuyla bakarlar; anlatmazsın, değil mi? Ben de içimden derim ki, anlatmam. Anlatmam da, çayınız böyle tazeyken neden anlatayım ki?
 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —