Ülkede siyasi istikrarsızlık hakimdi.
Siyasi istikrarsızlığı körükleyen ana nedenlerin başında, 12 eylül darbesinin getirdiği siyasi yasaklar ve sağ/sol siyasi yelpazenin bölünmesi yatıyordu.
Yönetimde koalisyon hükümetleri vardı.
Hükümetlerin siyasi ve ekonomik hedefleri, kendileri gibi kısa süreliydi.
Kısaca, ülke siyaseti normal bir halde değildi.
Siyasi iktidarların tek bir kaygısı vardı!
Oluşan bütçe dengesizlikleriyle daha uzun vadeli yaşayabilmek…
Ekonomideki makro dengesizliklerin çözümü ise ikinci sıradaydı.
Siyasi zemin kaygandı ve daha da kayganlaşıyordu…
Kayganlaşan zeminde tutunabilmenin yolları aranıyordu.
1987 yılından itibaren ekonomik dengeler bozulmaya başladı. Hükümet yurt içi borçlanmaya ağırlık veriyordu. Türk lirası mevduata verilen faizler artmaya başladı. Yıllık brüt faiz ilk defa % 65’i gördü.
Bankalar, piyasadan Türk Lirası çekebilmek için yeni alternatifler arıyorlardı. Mevduat sertifikası, varlığa dayalı menkul kıymetler gibi.
Yine de Türk Lirası pek cazip değildi.
ABD dolar kuru, günlük yapılan devalüasyonlarla 27 bin TL’ yi bulmuştu.
Dövize hücum zamanıydı.
Yabancı paralara verilen faizler de tırmanıyordu.
Kısaca, ülke ekonomisi de normal bir halde değildi.
Aradan yıllar geçti…
1994 yılına gelindiğinde biriken ekonomik sorunlar yumağı daha da büyümüştü…
Cari açık, kamu açıkları, bütçe açıkları, dış borç açıkları ve bir çok ekonomik parametreler gittikçe bozuluyordu.
Öyle ki artık hükümet, Merkez Bankası’ndan borç almaya başlamıştı.
Merkez Bankası’nın rezervleri hızla eriyordu ve 7 milyar dolar rezervi kalmıştı.
29 Ocak 1994 tarihinde % 13.9 devalüasyon yapıldı.
Bu devalüasyon yetersiz kalmıştı…
İki devalüasyon daha yapıldı.
Yine de;
Vergi gelirleri iç borcu karşılamıyordu,
Dış borcu ödeyebilmek için Merkez Bankası rezervlerine göz dikilmişti,
Ekonomik büyüme oranı, -% 10, enflasyon oranı ise % 150 seviyelerinde idi.
Bankalardaki döviz tevdiat hesaplarının toplam mevduat içindeki payı % 60 dolayındaydı.
Cari açık yüksekti.
Bu bozulmaları önleyebilmek için ivedi olarak bir şeyler yapılmalıydı!
IMF’ nin kapısını çalmaktan başka çare kalmamıştı.
Uluslararası Para Fonu’nun önerdiği bir reçete hazırlandı.
Adı “istikrar programı” idi.
Takvimler 05 Nisan 1994 tarihini gösterdiğinde o günkü koalisyon hükümetinin başbakanı programı açıkladı.
Açıklanan program, literatüre “5 Nisan Kararları” olarak geçti.
Adı geçen program sayesinde;
Ekonomi hızla istikrara kavuşturulacaktı,
Kamu açıkları daraltılacaktı,
Dış talebe dayalı bir büyüme oluşturulacaktı; yani ihracat artırılacaktı,
Ekonomik istikrarı sürekli kılacak yapısal reformlar başlatılacaktı.
Merkez Bankası daha özerk olacaktı,
Hatta, sürekli artan şeker ve çay fiyatları 1994 yıl sonuna kadar dondurulucaktı,
Akaryakıt vergisinden bütçeye aktarılan pay % 50’den, % 70’e çıkarılacaktı,
Kamuya yeni personel alımı yapılmayacak, personel ihtiyacı kurumlar arası nakille karşılanacaktı,
Özel sağlık ve özel emeklilik sigortaları teşvik edilecekti.
Vesaire…
Bu kararların açıklandığı tarihte Merkez Bankası’nın rezervleri azalmaya devam ediyordu ve 3 milyar dolar kalmıştı.
Kararların açıklanmasından sadece 6 gün sonra Marmara Bank’ın kapısına kilit vuruldu.
20 Nisanda da TYT Bank aynı akıbete uğradı.
22 Nisan’da İmpexbank kapandı.
Dolar kuru 40 bin liraya fırlamıştı.
Yani 1 ABD doları almak için 40 bin TL ödememiz gerekiyordu.
Türkiye, büyük bir kriz dalgasının ortasında yol almaya çalışıyor bir taraftan da kaynak bulmak için yeni tedbirler uygulamaya geçiyordu;
Kamu iktisadi teşebbüsleri ürettikleri ürünlere büyük oranlarda zam yapmaya,
Vergi mükelleflerine ek vergiler getirilmeye,
Tarımsal destekler iyice kısılmaya başlandı.
Kamu borçlarını ödeyebilmek için % 400 faizli borçlanma kâğıtları piyasaya sürülüyor, vadeli mevduata yıllık % 200 net faiz veriliyordu.
İşsizlik artıyor, ücretler düşüyor fakat enflasyon bir türlü düşürülemiyordu!..
Alınan tüm tedbirlere rağmen yıllık enflasyon % 90 dolayında idi.
Memur maaşlarına % 5 oranında zam yapılabilmişti.
Artık şehir meydanlarında, pahalılıktan yakınan ve ücretlerinin artırılmasını isteyen memur ve işçilerin sesleri yankılanıyordu.
Velhasılı ülkemiz, olumsuz siyasi ve ekonomik bir sarmalın içinde kıvranıyordu!..
Bu arada;
Dönemin hükümeti; ekonomiyi harekete geçirmek,
Kamu İktisadi Teşebbüslerine sağlanan hazine desteğini en aza indirmek,
İç kârlılığı artırmak ve devlete gelir sağlamak amacıyla birtakım kuruluşların özelleştirilmesine karar verdi!..
Kamu İktisadi Teşebbüsleri özelleştirilecekti.
Özelleştirilemedikleri taktirde kapatılacaklardı.
Bir “Özelleştirme Ana Plânı” hazırlandı.
Söz konusu plâna, 32 adet kamu iktisadi teşebbüsü alındı.
Yıllarca bu millete hizmet eden kuruluşlar devlete yük olmaya başlamıştı!..
Bundan böyle bu kuruluşlar satılacak kendi başlarının çaresine bakacaklardı!..
Hazine de yüklerinden kurtulacaktı!..
Bunların arasında;
1938 yılından bu yana bacası tüten KARDEMİR de vardı!..
Bu ülkenin en büyük değerlerinden…
Işığıyla tüm ülkeyi aydınlatan Batı Karadeniz’in parlayan yıldızı!..
İlk Türk demirini üreten fabrika elden çıkarılacaktı!..
Öyle ki bu fabrika, demiri yurt içinden sağlanan cevherden üretiyordu.
Divriği’den…
Kömür de yurt içinden sağlanıyordu!..
Zonguldak’tan…
Fabrikanın yeri, uzmanlarca uzun araştırmalar ve incelemeler sonunda belirlenmişti.
Bulunduğu yerin stratejik önemi vardı.
O günkü şartlarda, hava saldırılarından korunabilecek bir yerdeydi.
Zonguldak ve Divriği arasındaydı!..
Büyük yatırım ve çalışmalar sonucu kurulan ve ülkeye hizmet ederek katma değer sağlayan bu kuruluşun, önce özelleştirilmesi sağlanmaya çalışılacak, bu mümkün olmadığı takdirde de kapısına kilit vurulacaktı!..
Bu karar bulunduğu şehirde büyük bir infiale neden oldu.
Kara Bük* daha da karardı.
Şehirden göçler başladı.
Şehirden göçmek isteyenler evlerini satın alacak müşteri bulamıyorlardı.
Bırak satın almayı, kiracı bile zor bulunuyordu.
Ev sahipleri konutlarının kirasını almamaya bile razıydı!
Tek bir şeye razıydılar!
Kiracının sadece konut apartman aidatını ödemesine…
İş yerleri kapanıyordu.
Karabük’ün üzerinde kara kara bulutlar kümeleniyordu…
Bunlar büyük bir felaketin habercisiydiler.
Bir şeyler yapılmalıydı!
Bu bulutları dağıtacak, peşinden çıkacak fırtınayı durduracak bir şeyler!..
Şehrin her yanı afişlerle doldurulmuştu.
Karabük’lü babalar ve çocuklar feryat ediyordu!..
“KARDEMİR KAPANMASIN BABAM İŞSİZ KALMASIN”
Fırtına yaklaşıyordu!..
Zamanın ruhunu yakalamanın ve halkı ayağa kaldırmanın tam zamanıydı!
Sadece bu fırtınayı durduracak bir güç ve halkı ayağa kaldıracak bir ruha ihtiyaç vardı.
Ancak bu ruhla bu iş başarılabilirdi.
Ama nasıl?..
Kalın sağlıcakla…
*Bük: ovada, göl ya da akarsu kıyılarında, oldukça geniş yer kaplayan, içine girilmesi zor, çok sık durumdaki diken, saz ve çalı topluluğu. Böğürtlen çalısı, böğürtlenlik.
NOT: Yazılarımı aynı zamanda aşağıya bağlantı adresini bırakacağım kişisel blogumda da görüntüleyebilirsiniz: