
Kıbrıs Gazisi Ahmet EVRENSEL’in eşi Filiz EVRENSEL, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı yıllarında Ankara’da çocuklarıyla verdiği mücadeleyi ve cepheden gelecek tek bir haberin bile hayatlarına nasıl umut olduğunu anlatıyor.
Ahmet EVRENSEL röportaj dizisi, bu kez onun hayat yolunda en yakın tanığı olan eşi Filiz EVRENSEL ile devam ediyor.
Her savaşın cephe dışında da bir cephesi vardır. Kimi toprağın üstünde kurşunla, kimi evin içinde sabırla savaşır. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın gölgesi yıllar sonra bile o sabırla örülmüş hayatların arasında dolaşır. Ahmet EVRENSEL cephedeyken, Ankara’da bir evin penceresinden her gün ufka bakan bir kadın vardı: Filiz EVRENSEL. Yalnızlığını, korkusunu, inancını dikişlerle, dualarla, çocuklarının gözlerindeki umutla tutan o kadın, aslında sessiz bir kahramandı. Şimdi, o günlerin tanığı olan Filiz Hanım anlatıyor savaşın gerisinde ama tam kalbinde yaşanmış bir hayatı…
Röportaj :
Filiz EVRENSEL, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı yıllarında Ankara’da çocuklarıyla verdiği mücadeleyi, cepheden gelecek tek bir haberin bile nasıl umut olduğunu anlatıyor. Henüz genç bir anne iken, eşi Ahmet EVRENSEL’in Kıbrıs’a gidişiyle başlayan o uzun bekleyişi, dikiş makinelerinin sesiyle, dualarla, çocuklarının gözyaşlarıyla örüyor. Ahmet Bey’den haftalarca haber alamadığı günlerde, mektuplar onun için birer bayram sabahıydı. Yıllar sonra Kıbrıs’a gidip portakal ağaçları altındaki ilk kavuş-mayı, ‘sanki koca bir bayramdı’ diyerek anlatıyor. Savaş biter ama o günlerin izleri, her portakal kokusunda, her sessizlikte yaşamaya devam ediyor. Filiz Hanım, 'Biz kadınlar savaşmadık belki ama sessiz bir cephede nöbet tuttuk,' diyor.
– Filiz Hanım, bize biraz çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
1949’da Manisa’nın Demirci ilçesinde doğdum. Dört kız kardeştik. Küçük yaşta halı dokuyarak, anneme babama yardım ederek büyüdüm. Henüz 15 yaşın-dayken ablam evlendi, arkasından ben de evlendirildim. Evleneceğimi bile bilmiyordum. Daha 15 yaşındaydım. 11 ay sonra düğünüm oldu, Ankara’ya taşındık. Başkent bana çok büyük geldi.
Eşiniz cephedeyken ekonomik zorluklarla nasıl baş ettiniz?
Ramazan ayı geldiğinde paraya çok ihtiyaç vardı. Ahmet’in maaşını Kıbrıs’a sterlin olarak veriyorlarmış, ama bize göndereceği bir imkân yok. Türkiye’de yabancı para bulundurulması da yasaktı. Ben de dikiş dikerek geçimimizi sağlamaya çalıştım. Çocuklara belli etmemeye uğraştım ama gerçekten çok zor günlerdi.
Ahmet Bey döndüğünde neler yaşandı?
Ameliyat olmuştum. Kim haber verdi bilmiyorum ama Ahmet’in bilgisi olmuş. Bir gece uykudan uyandım, Ahmet’in sesini duyar gibi oldum: “Filizzz, Filizzz!” diye sesleniyordu. Rüya sandım ama birden gerçekten geldiğini gördüm. Koşarak boynuna sarıldım. Çocuklar da hemen etrafımıza toplandı. He-pimiz sarılıp ağladık. O anki mutlu-luğumuzu tarif etmek mümkün değil.
Ahmet Bey’den haber almak kolay mıydı?
Çok zordu. Bazen haftalarca haber alamazdık. Onun için en küçük bir mektup bile bize bayram sevinci verirdi. 15 - 20 günde bir mektupları geliyordu. Akşamları haberleri dinler, “Acaba Ahmet sağ salim mi?” diye içim içimi yerdi. Ama mektupları elime alınca biraz rahatlıyordum.
- O dönemde Ahmet Bey Ankara’daydı, siz neredeydiniz?
Ben Demirci’deydim. Biraz annemlerde, biraz kayınvalidemlerde kalıyordum. Ahmet Ankara’ya dönmüştü ama haberleşmek o kadar zordu ki… Telefon bile postaneden yazdırılıyordu. Postacı gelir, “Şu saatte telefonunuz var, postaneye gelin,” diye eve davet bırakırdı.
– O günleri hiç unutmuyorsunuz sanırım...
Evet… Kar diz boyuydu. Evde otururken dışarıdan pat pat pat ayak sesleri duyardık. Birisi geldi, kapı çaldı. Babam koşturdu, “Buyurun,” dedi. Postaneden davet varmış: “Telefon gelecek, gelin konuşun.” Ama o karda postaneye gitmek mümkün değildi. Ahmet’in davetini o gün kaçırdık. Sonra babam gitti, Ahmet’in yazdırdığı mesajı aldı. “Babacığım, ben Ankara’ya geldim, bana Filiz’i getirin,” demiş. Babam da, “Oğ- lum biz seni de özledik, sen de gel, bir görelim,” demiş.
Sonra Ankara’ya gittiniz değil mi?
Evet, biraz zaman geçti. Ahmet tekrar aradı, bu kez babamla görüştü. Annem Hafize Hanım ve babam Mehmet Bey beni alıp Ankara’ya götürdüler. O zamanlar yolculuk da kolay değildi… Demirci’den Salihli’ye kadar gittik, oradan Ankara otobüsüne bindik. Yol uzun, araba eskiydi. Her iki kilometrede bir tekerlek kontrolü yapılıyordu; bazen indirip tamir edip devam ediyorlardı.
DEVAM EDECEK

