Allah Resûlü, her fırsatta müminlerin Allah'a iman şuurunu taze tutmalarını arzulamış, Allah'a imanın özünü oluşturan tevhid zikirlerini dillerinden düşürmemelerini, vird edinmelerini tavsiye etmiştir. O, bir gün kendisinden hizmetçi isteyen damadı Hz. Ali ve kızı Hz. Fâtıma'ya şu öğüdü vermiştir: “İyi dinleyin! Size benden istediğiniz hizmetçiden daha hayırlı olan bir şeyi öğreteyim. İkiniz uyumak üzere yatağınıza girdiği nizde otuz üç kere "Allâhü ekber", otuz üç kere, "Sübhânallâh", otuz üç kere de, "Lâ ilâhe illâllâh" deyiniz. İşte bunları söylemek, ikiniz için bir hizmetçiden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Deavât, 11)
Diğer taraftan Peygamberimiz, fakir olduğu için zenginlerin mallarını infak ederek elde ettikleri faziletlere ulaşamamaktan yakınan Ebû Zerr'e hitaben şöyle demiştir: “Söylediğin takdirde bunu söyleyenlerden başka hiç kimsenin elde edemeyeceği (kadar mükâfatı olan) bazı kelimeleri sana öğretmemi istemez misin?” Ebû Zer, “Evet isterim, Ey Allah'ın Resûlü!” deyince, Efendimiz, “Her namazın sonunda otuz üç kere "Allâhü ekber", otuz üç kere "Sübhânallâh", otuz üç kere "Elhamdülillâh" diye Allah'a hamdetmelisin. Sonra da bunu "Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr." diye bitirmelisin.” (İbn Hanbel, II, 238) şeklinde tavsiyede bulunmuş, hatta bu zikrin, denizin köpüğü kadar çok bile olsalar günahların bağışlanmasına vesile olacağını ifade etmiştir. Sevgili Peygamberimiz, “Lâ ilâhe illâllâh” kelimesini hiçbir amelin fazilet bakımından geçemeyeceğini bildirmiş, böylece müminlerin gönüllerinde yer eden “Bir olan Allah'a iman” bilincini dilleri ile de sürekli ikrar etmek suretiyle canlı tutmalarını hedeflemiştir.
İman hadisleri incelendiğinde Allah'a imanın üçüncü boyutunun imanın gereği ile amel etmek olduğu görülecektir. Allah inancının gönüllerde kök salabilmesi ve hayatın her alanına yansıyabilmesi onun gereğince yaşanmasına bağlıdır. Çünkü Allah'a iman; sadece zâtında, isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde Allah'ı bir ve tek kabul etmekten, buna gönülden inanmaktan ve inancını açıkça dile getirmekten ibaret değildir. Bu sadece Allah'ın ulûhiyetine imandır. İmanın hayatı şekillendirmesi ve olgunluğa erişmesi, ibadetin / kulluğun da sadece Allah için yapılmasıyla ve inancın davranış olarak hayata yansımasıyla mümkündür.
Tebük Seferi'nde Hz. Peygamber'e yakın olduğu bir esnada Muâz b. Cebel ile Hz. Peygamber arasında geçen diyalog bu hususu çok güzel anlatmaktadır. Orada Muâz, Hz. Peygamber'e, “Bana cennete girmemi sağlayacak bir davranış söyler misin?” demiş, bu soruyu çok beğenen Peygamber Efendimiz ona, “Aferin sana! Sen bana önemli bir soru sordun fakat bu iş Allah'ın hayır dilediği kişiye kolaydır.” buyurduktan sonra, “Allah'a ve âhiret gününe iman eder, namaz kılar, yalnızca bir olan Allah'a kulluk eder, O'na hiçbir şeyi ortak koşmaz, ölünceye kadar da bu hâl üzere kalırsın.” diyerek mukabelede bulunmuştur. Muâz ile sohbetine devam eden Resûli Ekrem, ona dinden bahsetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bu işin (dinin) başı, Allah'tan başka ilâh olmadığına, O'nun ortağının bulunmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve peygamberi olduğuna iman etmek, bu işin (dinin) direği namaz kılmak ve zekât vermek, bu işin (dinin) zirvesi de Allah yolunda cihad etmektir.” (İbn Hanbel, V, 245)
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber (sav) Allah'a imanın amelle olgunlaşacağını ve imanda zirveye çıkabilmenin yolunun ibadet ve amelle mümkün olabileceğini belirtmiştir. Bir keresinde de Muâz'a, “Ey Muâz! Allah'ın kulları üzerinde hakkı nedir, bilir misin ?” diye soran Peygamberimiz, “Allah'a kulluk etmeleri ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır.” (Buhârî, Tevhîd, 1) diyerek kendi sorusuna cevap vermiştir.
Allah Resûlü genç sahâbîsi Muâz'ı gün gelip Yemen'e vali olarak gönderirken, Allah'a imanın ibadetle sağlamlaşacağını, anlam kazanacağını ve süreklilik arz edeceğini ifade edercesine şu tavsiyede bulunmuştur: “Sen Ehl-i kitaptan olan bir topluma (yönetici olarak) gidiyorsun. Onları ilk önce Allah'a kulluk etmeye davet et. Bunu kabul ederlerse onlara her gün ve gece Allah'ın beş vakit namazı farz kıldığını söyle. Eğer bunu uygularlarsa, onlara Allah'ın aralarından zengin olanların mallarından alınıp fakirlere verilmek üzere zekâtı farz kıldığını söyle.” (Buhârî, Zekât, 41)
Bu çerçevede Hz. Peygamber'in meşhur Cibrîl hadisinde İslâm'ı tarif ederken “Allah'a ibadet edip O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak” (Buhârî, Îmân, 37) dedikten sonra namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetleri sıralaması; yine İslâm'ın beş temel esas üzerine bina edildiğini zikrettiği meşhur hadisinde Allah'ın birliğine imandan sonra dört temel ibadeti sayması imanamel birlikteliğinin en temel göstergelerindendir Allah Resûlü, “nelerin kendisini cehennemden kurtaracağını ve cennete koyacağını” soran bir sahâbîye, “Allah'a şirk koşmadan ibadet etmeye devam et, farz namazı kıl, farz olan zekâtı ver, Ramazan orucunu tut, insanların sana davranmasını istediğin şekilde onlara davran, insanların sana davranmasını istemediğin şekilde onlara davranmayı terk et!” (İbn Hanbel, VI, 384) diyerek öğüt vermesi, Allah'a imanın gönülde başlayıp bütün bedene yayılan ve fiiliyata dökülen bir inanç olduğunun göstergesidir.
Hiç şüphesiz Allah'a iman ile hayatın —ferdî, içtimaî, ahlâkî, insanî ve ilmî— bütün yönleri arasında bir bağ vardır. İmanın şubelerini anlatan hadisler bu hakikate işaret etmektedir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, “İmanın yetmiş küsur şubesi vardır. Bunların en üstünü "Lâ ilâhe illâllâh" (Allah'tan başka ilâh yoktur.) sözüdür. En alt derecesi ise yoldaki eziyet veren şeyleri kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir şubesidir.” (Nesâî, Îmân, 16) buyurmuştur. Bu rivayetteki “İmanın yetmiş küsur şubesi vardır.” sözü, yetmişten fazla şubesi yoktur anlamında değildir. Söz konusu rakamın zikredilmesi kesretten kinaye olup imanın şubelerinin sayısının ne kadar çok olduğunu göstermektedir.
Ayrıca hadis kitapları incelenip Allah'a iman ile ilgili hadisler tahlil edilince, Peygamber Efendimizin sözlerinde Allah'a iman konusunun insanın bireysel, toplumsal ve evrensel boyutlarıyla ilişkisinin ne kadar güçlü olduğu da açık bir şekilde görülecektir. Şu rivayetler hep bu olguyu destekler mahiyettedir: “Her kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa komşusuna eziyet etmesin. Her kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa misafirine ikramda bulunsun. Her kim Allah'a ve âhiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin ya da sussun!” (Buhârî, Edeb, 3) “Varlığım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (gerçek mânâda) iman etmiş olmazsınız.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 130.)
KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM