Vaiz Muharrem DEMİR


ALLAH’A İMAN: Var Olmanın Gayesi -3-


               Kulun gönlünde, kalbinde var olan Allah'a iman bilinci daima diri tutulması gereken bir olgudur. Bunun için Hz. Peygamber (sav) inananlardan Allah'a imanı ifade eden kelimeleri sıkça telaffuz etmelerini istemiş, ibadetlerini de bu bilinçle eda etmelerinin önemine vurgu yapmıştır. Onun günde beş vakit namazda selâm verdiği zaman tevhidi açıkça dile getiren dualar ederek şöyle buyurduğu bilinmektedir: “Allah'tan başka ilâh yoktur, O'nun ortağı da yoktur. Mülk ve hamd O'na aittir. O her şeye kâdirdir. Güç ve kuvvete ancak Allah'ın yardımı ile erişilir. Kâfirler hoşlanmasa da biz samimiyetle kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a, nimet ve güzel övgü sahibine ibadet ederiz.” (Müslim, Mesâcid, 139) Allah'ın son Elçisi, herhangi bir savaştan, hac veya umre yolculuğundan dönerken ve yolculuk esnasında bir tepeye tırmandıkları zaman da üç defa tekbir getirmeyi ve “Allah'tan başka ilâh yoktur. O, birdir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd yalnız O'nadır. O'nun her şeye gücü yeter. Biz seferden memleketimize dönenleriz, tevbe edenleriz, sadece Allah'a ibadet edenleriz, secde edenleriz ve sadece Rabbimize hamdedenleriz. Allah vaadine sadıktır. Kuluna yardım etmiş, bütün düşman grupları tek başına O hezimete uğratmıştır.” (Buhârî, Umre, 12) şeklinde dua ve zikri âdet edinmiştir.

 

               Resûlullah, imanın en üstün hâlini soran Muâz b. Cebel'e “İnsanları Allah için sevip, onlara Allah için buğzettiğinde, dilini Allah'ı zikirde kullandığında (iman en üstün hâle ulaşmış olur).” diyerek cevap vermiş, bunun üzerine Muâz, “Ey Allah'ın Resûlü, başka hangi hâllerde iman daha muteber olur?” deyince, Hz. Peygamber, “Kendin için istediğini insanlar için de istediğin, kendin için istemediğini onlar için de istemediğin zaman.” (İbn Hanbel, V, 248) diyerek karşılık vermiştir. Ayrıca “Ey Allah'ın Resûlü, bana İslâm ile ilgili, hakkında başka kimseye soru sormama gerek kalmayacak bir şey söyle.” diyen Süfyân b. Abdullah'a Peygamberimizin cevabı “Allah'a iman ettim de, sonra dosdoğru ol.” (Müslim, Îmân, 62) şeklinde olmuştur.

 

               Hz. Peygamber (sav) bir yandan Allah'a imanla hayatın tüm alanları arasında bağ kurarken, diğer yandan da Allah inancını en ufak şekilde de olsa zedeleyecek her türlü davranış, söylem ve eylemlerden insanları sakındırmıştır. Bu bağlamda o, İslâm'ın ilk yıllarında kabir ziyaretlerini yasaklamış, daha sonra bu yasağı kaldırmakla beraber kabirlerin ibadet yeri hâline getirilmesini uygun görmemiştir. Bu anlayış doğrultusunda Hz. Peygamber, kendisine “Mâşallah ve mâ şi'te ” (Allah dilerse ve sen dilersen her şey olur.) diyen kişiyi “Beni Allah'a denk mi tutuyorsun? Bilakis "Mâşallah" de!” (İbn Hanbel, I, 215) diyerek ikaz etmiştir. Ne kadar saygıdeğer olursa olsun Allah'tan başka herhangi bir şey adına yemin edilmesini yasaklamış, Hz. Ömer'in câhiliyeden kalma bir alışkanlıkla babasının adına yemin ettiğini duyunca, “Allah atalarınız adına yemin etmenizi yasaklamıştır; yemin edecek kimse Allah adına yemin etmeli veya susmalıdır.” (Tirmizî, Nüzûr, 8) demek suretiyle onu uyarmıştır. Bu anlayışla yetişen Abdullah b. Ömer de “Kâbe hakkı için!” diye yemin eden kimseye müdahalede bulunarak “Kâbe Rabbi'nin hakkı için!” demesini tavsiye etmiştir.

 

               Ayrıca Peygamberimiz güneşin doğması, batması, ay ve güneşin tutulması, kar ve yağmurun yağması, fırtına çıkması gibi tabiat olaylarını Allah'tan başka bir varlığa nispet etmeyi Allah inancını zedeleyeceği endişesiyle yasaklamıştır. Bu çerçevede Hudeybiye antlaşmasının yapıldığı günün sabahında, sabah namazından sonra arkadaşlarına “Rabbiniz ne buyurdu bilir misiniz?” diye sormuş, onların “Allah ve Resûlü en iyi bilir.” diyerek cevap vermeleri üzerine Allah'ın (cc) şöyle buyurduğunu anlatmıştır: “Kullarımdan bazısı bana iman ederek, bazısı da beni inkâr ederek sabahladı. Kim "Allah'ın fazlı ve rahmetiyle yağmura kavuştuk." demişse, o bana iman etmiş, yıldızı(n ilâhî gücünü) inkâr etmiştir. Kim de, "Şu ve şu yıldızın doğması veya batması ile yağmura kavuştuk." demişse, o da beni inkâr etmiş, yıldıza iman etmiştir.” (Müslim, Îmân, 125) Peygamber Efendimiz benzer kaygılar sebebiyle bazı din mensuplarının güneşe secde ettikleri zaman dilimlerinde namaz kılınmasını uygun görmemiştir.

 

               Nebevî öğretide Allah'ın birliğine iman etmek ve bu doğrultuda yaşamak hem mümin olabilmenin hem de âhirette mükâfata erişebilmenin tek yoludur. Sevgili Peygamberimiz, Allah'a inanarak hayat sürenleri ve imanın ruhuna zarar verecek eylem ve söylemlerden kaçınanları cennetle müjdelemiştir. Ölmek üzere olan amcası Ebû Tâlib'e ve onun şahsında tüm insanlara “Allah'tan başka ilâh yoktur.” sözünü inanarak söylediği takdirde kendisi lehinde şahitlik edeceği müjdesini vermiştir. Allah'ı Rab edinip, O'na gönülden bağlanan kimsenin cenneti hak ettiğini, cennetin böyle bir kimseye vacip olduğunu vurgulamış ve “Allah'tan başka ilâh yoktur.” sözünün bilincinde olanlara şefaatini vaad etmiştir.

               

               Diğer taraftan Sevgili Peygamberimiz, kalben tasdik ederek Allah'tan başka ilâh olmadığını söyleyen mümin kula, Allah'ın cehennem ateşini kesinlikle haram kılacağını ve ona azap etmeyeceğini ifade etmiş, Allah'a iman eden kişinin cehennemden kurtulacağını ve ateşli azaptan korunacağını bildirmiştir. Ayrıca Allah'a ortak koşmaktan sakınan kimseyi Allah'ın mutlaka bağışlayacağını, günahlarını affedeceğini, iman ettiği takdirde ona azap etmemesinin kulun Allah üzerindeki hakkı olduğunu söylemiştir.

 

               Görüldüğü üzere Allah'a iman; kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve gereğince amel etmek şeklindeki üç ana unsur bir araya gelince kemale erer. Bu bağlamda Allah'a iman, soyut bir inanç, kuru bir söz ve hayata yansımayan bir duygu değildir. Allah'a iman, kişinin hayatına anlam katan, yaşam tarzını belirleyen, fikir ve kararlarına yön veren en güçlü sâiktir. Allah inancı sadece kişi ile Allah arasında var olan gizli bir bağdan ibaret değildir. O, insanın Yüce Yaratıcı'yla olan bağında belirleyici olmakla beraber kendisiyle, ailesiyle, toplumla ve bütün varlık âlemiyle münasebetlerini de düzenleyen bir olgudur.

 

               Allah'a iman, kişinin dünyada yaratılış gayesine uygun bir yaşantı sürmesini sağladığı gibi, onu âhirette de Rahmân'ın rahmetine ulaştırır. Bundan dolayı Allah Resûlü, “Kim, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resûlü olduğuna iman ederse o kişi için cennetin sekiz kapısı açılır, onların hangisinden dilerse ondan girer.” (Müslim, Tahâret, 17) buyurmuştur. 

 

                           KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

 

YAZARLAR