Y.T.Ü. Emekli Öğretim Üyesi Doç.Dr. İbrahim Koç


ANILAR-1


               Anılarımı Yazma Nedenim

               Bu anılarımı niçin yazıyorum diye kendi kendime çok sormuşumdur. Acaba yazmasam olmaz mı? Bu soruya her defasında verdiğim yanıt şu olmuştur; İbrahim bu kitabı mutlaka yazmalısın şeklinde olmuştur. Bu kitap ailemin, geçmişten geleceğe giden zaman içinde belli bir kesitine ışık tutacaktır. Genelde baktığımda insanlar geçmişleri hakkında bir takım hikâyeler anlatır. Bunların hepsi sözlü kültüre dayanmaktadır. Yani insanlar, annesinden babasından veya büyüklerinden duyduklarını bir sonraki kuşaklara anlatarak tarihsel geçmişlerinin zihinlerde yaşamasını isterler. Oysa ki bu öğrendikleri bilgileri, deneyimleri yazıya dökerek kitap halinde gelecek kuşaklara aktarsalar toplum, geçmişi hakkında hem daha iyi bilgiye sahip olur hem de geçmişin önemli tecrübelerinden yararlanmış olur.

 

               Fakat ne yazık ki genelde böyle bir alışkanlık yok. Atalarımdan birinin kendi anılarını anlatan bir kitap yazmış olsa o kitabı okumayı ne ka dar çok isterdim. Böylece geçmiş günler hakkında hem daha net bilgi sahibi olur hem de o günlerin yaşayışı hakkında bilgi sahibi olurdum. 

               İşte ben de gelecek kuşaklara yaşadığım dönem içinde başımdan geçen olayları, anıları, izlenimleri, deneyimleri ve düşüncelerimi aktarmak için bu kitabı yazıyorum. Bu günkü konumuma gelmemi yani Üniversitede bir öğretim üyesi olmamı değerlendirdiğimde, kitapların çok büyük bir önem taşıdığını görüyorum. Her şeyi kitaplardan öğreniyoruz. Elbette öğretmenlerimizin yetişmemizdeki katkısı başta gelir. Bir insanın yetişme sinde öğretmen ve kitap olmazsa olmazlardır. Bunun yanında aile ortamı ve çevre bireyin gelişmesini destekleyici unsurlardır.

 

               Mademki kitaplar insanların yetişmesinde önemli katkılar sağlamaktadır. O takdirde sorumlu luk sahibi kişilerin de kitap yazarak insanlığa olan borcunu ödemeleri gerekmektedir. Olaya kendi özelimden bakarak yaklaşacak olursam ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite eğitimim boyunca devletin, öğretmenlerimin, kitaplarını okuduğum yazarların, vs. gibi yetişmemde emeği olan her kişi, kurum ve kuruluşa karşı benim bir minnet borcum bulunmaktadır. Bu borcumu ödemek benim için çok önemlidir. Aslında kimse benden bunu istemiyor. Fakat vicdanımın sesi diyor ki “İbrahim bu borcu mutlaka ödemelisin”. Peki, bunu nasıl yapayım? “Söz uçar yazı kalır “özdeyişini temel alan anlayışla anılarımı yazdım. Sümerler’ in yazıyı boşuna icat etmediklerini göstermek için bile yazmaya değer.

 

               Çocukluğumda Bende İz Bırakan Bazı Anılar.

 

               Doğum yerim Manisa’nın Gördes ilçesinin Kıranköyü’dür. Babamın beni nüfusa kaydettirmiş olduğu tarih beş mayıs bin dokuz yüz kırk dokuzdur. Babam Mustafa Koç(01.07.1923- 11.08.2016) annem Fatma Koç (03.06.1928-24.07.2016) çiftinin ilk çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Daha sonra bir kız kardeşim Ayşe, ondan beş altı yıl sonra da Mehmet isimli erkek kardeşim dünyaya geldi. Böylece beş nüfuslu bir aile olarak yaşam mücadelesi başlamış oldu. 

 

               Dedem Mehmet Koç ben iki yaşındayken vefat etmiş. Annem, babam işe gittiğinde, dedem benim bakımıma yardım etmiş. Fakat ninem Ayşe Koç çok daha önce vefat etmiş ve dedem Esma hanımla evlenmiş. Bana daha sonra anlatıldığına göre dedemin benimle ilgilenmesine Esma ninem kızarmış. Buna rağmen dedem bana göz kulak olmayı sürdürmüş.  Nur içinde yatsın. Dedem ne yazık ki, bebeklik dönemimde vefat etmiştir. Hatta dedem benim adımın İbrahim olmasında diretmiş ve İbrahim olarak kayda geçirtmiş. Babam benim adımın Mehmet yani dedemin adının olmasını istemiş. Dedem de “Ben henüz hayattayım. Benim ismimi daha sonra verirsiniz. Bu çocuğun adı benim ölen kardeşimin adı olan İbrahim olsun”  demiş. Babam da “O çok küfürbazdı o ne denle onun adını vermek istemiyorum” demesine rağmen ismim İbrahim olarak nüfusa geçirilmiş. Mehmet dedemin, Halil İbrahim, İbrahim ve Eyüp isminde üç kardeşi vardı. Halil İbrahim amcam İzmir’e, Eyüp amcam Akhisar’a yerleşmişler. Ben okul tatillerinde Akhisar’daki Eyüp amcamın yanına zaman zaman uğrardım. 

 

               Annem okuma yazma bilmiyordu. Babam ise heceleyerek okurdu. Annem kışları halı dokur, yazları tarım işi ile uğraşırdı. Babam çiftçi idi. Tarlalarımızı kara sabanla sürerdi. Traktörümüz hiç olmadı. Babam yaptığı işi düzgün yapmaya özen gösterirdi. Çift sürerken kara sabanın ucuna bir kök ya da taş takılmasın. O taş ya da kök mutlaka yerinden kaldırılacak temizlenecektir. Bu nedenle çift sürme işine ara verir balta ve kürekle temizleme işi tamamlanırdı. Daha sonra çift sürme işi kaldığı yerden tekrar başlardı. Evine ve işine önem verir dedikodu ile ilgilenmezdi.

 

               Benim çocukluğumda, köyde para kazanmanın yollarından biri de odun satmaktı. Fakat odun satanların en büyük korkulu rüyası orman korucularıydı. O nedenle satılan odunlar meyve odunu olmak zorundaydı. Bir gün babam Gördes’te odununu satmış beş kilometre uzaklıktaki köyümü ze dönmüş. Fakat sattığı odunun parasının cebinde olmadığını fark ederek büyük üzüntüye kapılmış. Köyden tekrar eşeğe odun yükleyerek hem odunu satmak hem de kaybettiği odun parasını bulmak amacıyla tekrar Gördes’e yola çıkmış. Yolda gözü hep yerde olacak şekilde Gördes’e yaklaşırken ‘Yaronun Deresi’ mevkiinde düşürdüğü parayı bulmuş. Götürdüğü odunu da satarak tekrar kö ye dönmüş. Babam bu anısını bize sevinerek anlatmıştı.

 

               İlkokul dönemimde bir yaz günü babam pazardan kuzulu bir koyun satın alarak tarlamıza geldi. Hepimiz sağılır bir koyunumuz oldu diye çok sevindik. Koyunumuz çalıştığımız yerlerde serbestçe otluyordu. Fakat bir iki gün sonra koyun kuzusu ile birlikte kayboldu. Hepimiz çok üzüldük. Tarlamıza yakın yerleri hep birlikte aradık bulamadık. Babam bir hafta boyunca her gün koyun aramaya gitti. Yine bulunamadı. Fakat hayırsever bir insanımız Gördes yolunda sahipsiz kuzulu koyunu görünce götürüp belediyeye teslim etmiş. Belediye de kuruma teslim edilen her türlü buluntuyu hoparlörden ilan ederek, ilgililerin gelip almasını bildirmiştir. İlanların arasında bizim kuzulu koyunda varmış. Babama haber vermişler. Böylece kuzulu ko yunumuza kavuşmuş olduk.

 

               Evimiz

 

               Oturma alanı 70 m2 alana sahip harcı çamur, yığma taştan yapılan iki katlı bir evimiz vardı. Evimiz köyde “Havlat Mığarı (pınar)” denilen çeşmenin dibinde idi. Evimizin bahçesi de yoktu. Alt kat iki ana bölümden oluşuyordu. Birinci bölümde kapıdan girer girmez sol tarafta helamız vardı. Girişin sağından ahşap bir merdivenle üst kat çardağına çıkılırdı. Geri kalan kısmı odunluktu. Onu takiben ikinci kısımda ahırımız vardı. Oraya çift öküzlerimizi ve eşeğimizi bağlardık. Hayvanların hemen arkasına gelen bölümde saman depomuz bulunmaktaydı. Burası yani ahır ve samanlık bölümü hiç güneş ışığı almazdı. İkici katta ise geniş bir çardak bulunurdu. 

 

               Merdivenle alt kattan çıktıktan sonra iki üç adım atınca yatak odamızın kapısı bizi karşılardı. Bu kapıdan içeri girildiğinde doğup büyüdüğüm ailece yatıp kalktığımız yaşam alanına girmiş olurduk. Burası her şeydi. Misafir odası, ça lışma odası, yatak odası ve aklınıza ne geliyorsa hepsi burasıydı. Kapıdan girer girmez sağ tarafta küçük ahşap bir bölme banyo idi. onu takip eden kısım yüklüktü. Buraya yatak yorgan yığılırdı. Kapının tam karşısına gelen duvarda yaklaşık bir metre yüksekliğinde ambarımız vardı. Yüklüğün karşına gelen duvar bölümünün ortasında ocaklığımız bulunurdu. Ocaklığın sağ tarafında küçük bir niş vardı. Ocaklığın önünde yerden bir metre yukarda bez bir perde vardı. Ambarın bulunduğu duvarın karşısında çardağa açılan minik bir penceremiz mevcuttu. Bunun haricinde başka pencere yoktu. Isınma, ocaklıkta yakılan ateşle sağla nırdı. Soba yoktu. Ayaklarımızı ocaklığa doğru yönelterek ısınırdık. Fakat Sırtımız üşürdü. Bu de fa sırtımızı ateşe doğru döndürerek üşümemizi önlerdik. 

 

               Ocaklığın bulunduğu duvar boyunca ocaklığın üst tarafında tahta başı dediğimiz bölüm vardı. Buraya öteberi koyardık. Yatak odası bölümü yaklaşık 30 m2 civarındaydı. Yatak odasından ahşap bir çardağa çıkılırdı. Burası da yaklaşık 40 m2 büyüklüğe sahipti. Merdiven boşlu ğunun arkasında halı tezgâhımız bulunurdu. Annem burada halı dokurdu. Annem, daha sonraları lafın yeri geldiğinde “ben oğlumu büyütürken, okuturken pek zorluk çektim, halı dokurken eteğimde biriken karları silkeleyerek okuttum” derdi. 

 

 

               Gerçekten halı tezgahının etrafı açıktı. Oda kapısından çıkarken sağ tarafta boydan boya duvarlarımız bitişik olmak üzere bir komşumuzun, sol tarafta ise yine duvarlarımız bitişik olacak şekilde amcamın evi vardı. Çardak kaşına gelen duvarın cephesi yola bakardı. Çardak cephesi ile Havlat Mığarı’nın cephesi karşı karşıya idi. Yönü amcamın evine doğru olan halı tezgâhının arkasında yola bakan duvar köşesinde apteslik dediğiz bulaşık yıkama bölümü vardı. Halı tezgâhının arkasındaki duvarın orta kısmın da kurbanlık için kuzu beslediğimiz bir bölüm vardı. Hayvan açıkta dururdu. Etrafı kapalı değildi. Hayvan sürekli bağlı olmaktan ayak tırnakları deformasyona uğrardı. 

 

               Biz bu evde yaklaşık 1971 yılına kadar yaşadık. 1970 yılı mart ayında Gediz’de meydana gelen deprem sırasında köyümüzdeki bazı evlerde hasar meydana gelmişti. Evimizde yapılan hasar tespit çalışmaları sonucunda, bizim için de deprem yardımı yapılmasına karar verildi. Daha sonra yaptırdığımız başka bir eve geçtik. Çocukluğumun tamamı ilk evde geçti.                                                                                                                Devam edecek

 

İBRAHİM KOÇ KİMDİR?

 

Unvanı: Doç. Dr.

Doğum yeri ve tarihi: Kıran köy, Gördes/Manisa, 05/05/1949

Mezun olduğu kurumlar:

1962 Kıran köy İlkokulu 

1965 Gördes Ortaokulu 

1968 Ankara Tapu ve Kadastro Meslek Lisesi 

1972 İ.D.M.M.A.(Yıldız Teknik Üniversitesi) Harita Kadastro Bölümü 

1974 Ayni bölümden yüksek lisans 

Askerlik: 1976 (dört aylık kısa dönem, Hacılar Kırı , İzmir)

1979 Doktora (Y.T.Ü.)

1983 Yardımcı Doçent (Y.T.Ü.)

1989 Doçent (Y.T.Ü.)

Bildiği yabancı diller: Fransızca, Almanca

Yurt dışı deneyimi: 1981-1982 de 8 ay İsviçre’nin Zürih kenti ETH da araştırma yapmıştır. (Elektronik ölçme aletleri konusunda)

Görev yaptığı kurumlar: 

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün taşra teşkilatında:

-Babaeski Tapulama Müdürlüğü (1968, 4 ay)

- Van Tapulama Müdürlüğü (1968, 4 ay)

-Gerede Tapulama Müdürlüğü (1973, 4 ay)

-Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi (Topoğrafya öğretmenliği)

-Y.T.Ü. Jeodezi ve Fotogrametri Bölümü (1974’ den beri)

3. Kitaplar ve Ders Notları:

Üniversitede ders verdiği konularla ilgili çok sayıda kitapları ve bilimsel dergilerde makaleleri ve sempozyum bildirileri bulunmaktadır.

                     NOT : 2016 yılından beri emeklidir. 

YAZARLAR