Y.T.Ü. Emekli Öğretim Üyesi Doç.Dr. İbrahim Koç


ANILARIM-3


               Teneke üzerinde ezan    

               Zannediyorum 3 - 4 yaşlarında hayal meyal hatırladığım bir anımı anlatmak istiyorum. Annem babam işleri çok olduğu için, beni, bırakacakları kimse olmadığından evde yalnız bırakarak kendi işlerine gitmişlerdi. Ben ocaklığın başına boş bir gazyağı tenekesini getirip üzerine çıkarak ezan okumağa başladım. Ezan okumak için mutlaka bir yükselti olması kafamızda iyice yer etmiş olmalı. Fakat gaz yağı tenekesi üzerinde dengemi kaybederek ocaklıkta yanmakta olan odunların üzerine devrildim. Başımda da sarık vardı. Daha sonra başımda tutuşan sarığı alarak ne yapacağımı bilmeden yüklüğün arasına soktuğumu hatırlıyorum. Ne kadar tehlikeli ….! . 

               Zannediyorum komşular duyup eve gelerek yüklük arasından yanık parçayı çıkardılar. Böylece evimizin yanmasından kurtulmuş olduk. Herhalde anneme ve babama gerekli uyarıyı yapmışlardır. Onun için anne babalar küçük çocuklarını emniyet altına almadan hiçbir yere gitmemelidir.

 

               Büyük amcam Halil İbrahim’in Evimizi Ziyareti

               Zaman zaman dedemin kardeşi Halil İbrahim amcam İzmir Kemalpaşa’dan bize ziyarete gelirdi. Geldiğinde mandalina portakal getirirdi. Bunlar benim çok hoşuma giderdi. Portakalları hemen yemezdik. Amcam benimle ilgilenirdi. Ara sıra şöyle tekerlemeler söylerdi. “Yustur yuvarlaki tostur toparlaki bil bakalım bu nedir?” yanıtı portakalmış. Halil İbrahim amcam İstiklâl savaşında Yunan kuvvetlerine esir düşmüş ve İzmir’de kurdukları esir kampına götürmüşler. Bu kamptan fırsatını bulup kaçmış. Kemalpaşa taraflarında birisinin yanında çalışmaya başlamış. O tarihten sonra o yörede ev ocak sahibi olmuş. Amcam benimle konuşmasında laf arasında şaka yollu “Seni Kemalpaşa’ya götüreyim. Orada hep birlikte yaşarız.” derdi. Ben de henüz 4 ya da beş yaşındayım. Bu sözleri ciddiye aldım. Vakti saati gelip amcam bizlere veda edip Kemalpaşa’ya gitmek üzere evimizden ayrıldı. Ben de onun arkasından birkaç km gittim. Amcam beni kendisiyle gitmemem konusunda ikna etmeye çalıştı ama ben ikna olmadım. Belli bir süre sora amcam beni yolda oyaladı ve arkadan gelen babama teslim ederek kendisi yoluna devam etti. Ben de ağlayarak babamla birlikte tekrar eve geldim. 

 

               Nine Bunları Da At

               Daha ilk okula başlamamıştım. Evimizin çardağındaki halı tezgahında rahmetli annem ve halam halı dokuyorlar. Ben ve halamın çocukları Mehmet ve Hüseyin ile oynuyorum.  Bizim halı tezgahının arkasında bir ambar var. Ambar Esma  ninemin eviyle bizim evi birbirinden ayırıyor. Biz çocuklar ninemin çardağında duvar kenarlarına konmuş olan kabaklarla ilgileniyoruz.

 

               Bir ara elimize geçirdiğimiz bir bıçakla kabakları bıçağın ucu ile delmeğe başladık. Aradan bir saat mi yoksa daha fazla bir zaman mı geçti bilmiyorum. Ninem (Babamın ve halamın üvey annesi) eve geldi ve bizim faaliyetlerimizi kendisi gözüyle gördü. Hışımla “Bu doğurduğunuz çocuklarla ilgilenmezseniz işte böyle olur. Herkese zarar verirsiniz. Vs.” diyerek bizim deldiğimiz ve kestiğimiz kabakları teker teker alıp evimizin önündeki “Havlat Mığarı” nın duvarına atmaya başladı. Hemen hemen bütün kabakları atmıştı fakat benim deldiğim kabaklardan biri halâ yerinde duruyordu. Ben dayanamayıp “Nine, bak burada da var ben bunu da kestim bunu da at” dedim. Üvey ninem, bunun üzerine daha da hiddetlenerek annem ve halama fırça çekmeye devam ederek  benim gösterdiğim kabağı da fırlattı.

 

               Bunun üzerine annem, halı dokumaya ara vererek beni iyice patakladı ve merdiven boşluğundan aşağı odun yığınlarının üzerine attı. Halam da kendi çocuklarını azarladı ve beni odun istifinin üzerinden yukarı çıkardı. Yaralanıp yaralanmadığımı kontrol etti. Sadece düştüğüm yer biraz acıyordu. 

 

               Oğlan Olursun Bak Seher

               Çocukluğumda hiç oyuncak ile oynadığımı hatırlamıyorum. Oyuncağım olmadı. Sadece zaruri ihtiyaçlarım için gerekli şeyler alınırdı. Bir defasında babam bana lastik çizme almıştı. İlk defa çizmem oluyordu. Dört beş yaş civarında olabilirim. Çizmem benim için çok kıymetliydi. Yatarken çizmeleri yastığımın altına koyardım.

 

               Komşu çocuklarla oyun oynarken bir kız arkadaşım benim çizmemi ele geçirmiş ve çizmemi onun ayağında gördüm. Çocuk aklımla, çizmemi kimseyle paylaşmak istemiyordum. Fakat çizmemi de geri almak istiyordum. Bunu nasıl yapabilirdim? Zorla geri almayı kendime yakıştıramadım. Ona öyle bir şey söylemeliyim ki kendiliğinden çizmemi ayağından çıkarıp bana versin. Bulduğum çare; “Ne olursun çizmelerim geri ver, yoksa oğlan olursun bak Seher” demek oldu. Bizim konuşmalarımızı uzaktan izleyen Seher’in annesi, “Ne iyi olur İbrahim keşke oğlan olsa” dedi. Çünkü makineleşmenin olmadığı tarıma dayalı yaşamın sürdüğü kırsal bölgelerde, oğlan evlat ailenin geleceğinin sigortası sayılırdı. Evlense bile yine ya anne baba yanında kalır ya da ayrı yaşasa bile ailesine yakın olurdu. Böylece iş gücü kaybı olmaz ayrıca evlendiği eşi iş gücüne katkıda bulunurdu. 

 

               Kız evlat ise tam işe yarayacağı çağda gelin olup giderdi ve ailenin iş gücünün eksilmesi kaçınılmaz olurdu. O nedenle aileler oğlan çocuğu tercih ederdi. Böylece benim Seher’i kor kutma hayalim boşa çıkmış istediğim sonucu alamamıştım. Fakat benim bu sözlerim daha sonraları, iki aile arasında tatlı bir anı olarak hafızalarımızda yer etmiş ve bir araya geldiğimizde bu sözleri tekrar anardık. Ancak günümüzde kız oğlan çocuğu ayrımı eskiye oranla tamamen değişmiş aileler her iki cinsi eşit görmeye başlamışlardır. 

                                            Devam edecek

YAZARLAR