Vaiz Muharrem DEMİR


ANNE ve BABA : CENNETİN İKİ KAPISI

"...Peygamber Efendimize, “Amellerin en üstünü hangisidir?” diye sorulunca o şöyle cevap vermişti: “Vaktinde kılınan namaz ve anne babaya iyilik etmektir. Sonra da Allah yolunda cihad etmek gelir.” (Buhârî, Tevhîd, 48)..."


İbn Mes’ûd’un (ra) anlattığına göre, bir adam

Hz. Peygamber’e (sav), “Amellerin en üstünü hangisidir?” diye sorunca Peygamber Efendimiz şöyle cevap verdi: “Vaktinde kılınan namaz ve anne babaya iyilik etmektir. Sonra da Allah yolunda cihad etmek gelir.” (Buhârî, Tevhîd, 48)

Uzun bir yolculuğun ardından Peygamberi’ni görmeye Medine’ye gelmişti. Önce onun Allah’ın son elçisi olduğuna inandığını söyleyecek, imanını biat ile perçinleyecekti. Sonra da İslâm ile coşan ruhuna cihadı tattıracak, canını dini uğruna feda etme arzusu ile Peygamber"in ordusunda saf tutacaktı.

Geride ailesini bırakmıştı. Desteğine muhtaç, gözleri yaşlı anne ve babasını... Belki de kalbindeki ateşi bildiklerinden, bu gidişin dönüşü olmayacağını hissedip gönül koymuşlardı. Şimdi Peygamberi’nin karşısındaydı işte. Niyetini anlatırken söylemeden edemedi: “Anne babamı ardımdan ağlar bırakıp sana geldim yâ Resûlallah!” Dini için elinden geleni yapmaya nasıl da azmettiğini göstermek ister gibiydi. Oysa Peygamberimizin cevabı zihnindekileri alt üst etmeye yetmişti: “Onların yanına geri dön ve ikisini de nasıl ağlattıysan öylece güldür!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 31)

 “Geri dön ve anne babandan izin iste. Eğer izinleri olursa savaşa katıl, yoksa onlara iyilikte bulun.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 31) buyurmuştu Efendimiz. Hatta anne babaya hizmet için harcanacak emeği, Allah yolunda sarf edilecek gayrete benzetircesine, “Onlar için cihad et!” (Buhârî, Edeb, 3) demişti.

Peygamber Efendimize, “Amellerin en üstünü hangisidir?” diye sorulunca o şöyle cevap vermişti: “Vaktinde kılınan namaz ve anne babaya iyilik etmektir. Sonra da Allah yolunda cihad etmek gelir.” (Buhârî, Tevhîd, 48)

Hadis kitaplarının tamamı, kişinin anne ve babası ile olan ilişkilerini düzenlemek için söylenmiş pek çok hadis ihtiva eder. Kur’ân-ı Kerîm’deki “ihtiyarladıklarında anne babaya “Öf!” bile denilmemesi”ni isteyen âyetin, her yaşta, onların fikirlerine ve emirlerine karşı gelinmemesi şeklinde yorumlandığına çoğu kez rastlanmaktadır. Hâlbuki ona, ebeveyninin kimi yanlış istek ve yönlendirmelerine itaat etmemesini söyleyen de bizzat Allah Teâlâ’dır: “Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme!” (Ankebût, 29/8)

O hâlde kendisinin küs olduğu bir akrabayla iletişimini kesmesi için evlâdına baskı yapan ve “sütünü helâl etmeyen” bir annenin ya da ticaretinde onun öngördüğü şekilde hileli işlere karışmadığı ve sözünden çıktığı için evlâdına “hakkını haram eden” bir babanın bu isteklerini yerine getirmek söz konusu olamaz. Her iki taraf için de Allah’a itaat asıldır ve ilişki Allah’ı hoşnut etmekte düğümlenmektedir. Elbette evlât, ebeveynin helâl ve haram konusundaki ikazlarına uymakla mükelleftir. Zira bu, aynı zamanda Allah’ın koyduğu sınırlara boyun eğme anlamı da taşımaktadır.

Dolayısıyla, anne ve babaya iyiliği tavsiye edip, onları kötülükten alıkoymaya çalışmak da evlâdın vazifesidir. Arada bulunan yaş ve statü farkı, bu görevi samimi ve nazik bir şekilde yerine getirmeye engel değildir. Bu konuda bıkmadan ve kabalaşmadan babasını doğruya çağıran ama onun oldukça ağır tavırları sonucunda uzaklaşmak zorunda kalan “babamız İbrâhim” en güzel örnektir.

Aslında insan her konuda olduğu gibi kendi anne babasına karşı gösterdiği tavırla da çocuklarına örnek olmaktadır. Bir bakıma ileride kendisine nasıl davranacaklarını onlara öğretmekte, geleceğine yatırım yapmaktadır. Elbette, “İyiliğin karşılığı olsa olsa iyiliktir.” (Rahmân, 55/60) Enes b. Mâlik (ra) tarafından rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir genç bir ihtiyara yaşlı olmasından dolayı ikramda bulunursa, Allah, yaşlandığı zaman kendisine ikramda bulunacak bir kimseyi kendisine hazırlar.” (Tirmizî, Birr, 75) Evlât, vaktiyle kendisine kötü davrandıkları için anne babasına bu hatayı ödetme ve ihsan görevini yok sayma hakkına sahip değildir. Bu noktada, “Tavrımızı diğer insanlara göre ayarlarız: Herkes iyilik ettiği sürece, biz de iyilik yaparız. Ama başkaları eziyet edince, biz de buna eziyetle karşılık veririz." diyen sıradan insanlar olmayın!” (Tirmizî, Birr, 63) tavsiyesi son derece dikkat çekicidir. Aksine bencillik bir tarafa bırakılarak, Rabbimizin tavsiyesine kulak verilmelidir: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel yolla sav! İşte o zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost hâline gelir.” (Fussilet, 41/34) O hâlde evlât iken bir gün anne baba olacağını unutmamalıdır insan. Tıpkı anne baba iken bir zamanlar genç olduğunu unutmaması gerektiği gibi!

Hiç kimseye anne babasından vazgeçme veya evlâdını başkasıyla değiştirme gibi bir imkân verilmemiştir. Dahası bu bağı inkâr edene, “Her kim babasından başkasına —onun kendi babası olmadığını bile bile— nesep iddia ederse, bu kişiye cennet haramdır.” hadisinde belirtildiği gibi cennet haram kılınmıştır. (Buhârî, Ferâiz, 29)

Bu çerçevede, “Rabbin hoşnutluğu anne babanın hoşnutluğuna bağlıdır. Rabbin öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır.” (Tirmizî, Birr, 3) hadisi, üzerinde iyice düşünülmesi gereken bir hadistir. Çocuklar ve anne babaları arasındaki ilişki Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için bir vesile kabul edilirken, insanın dünyevî arzuları çerçevesinde bunu bir maddî ilişkiler ağına dönüştürmesi şaşırtıcıdır. İnsan, sevdikleriyle kurduğu ilişkinin Rabbine olan ilgisini köreltmemesi yolunda, “Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Münâfikûn, 63/9) şeklinde ilâhî bir ikaz alır.

Aslında anne baba ile çocuğun birlikteliği değerli olduğu kadar zorlu bir sınavdır.

Çocuğun aileye katılmasını takip eden ilk yıllarda kuşkusuz ilişkinin rengini belirleyen ve yükünü omuzlayan, anne babadır. Yavrularının hayatla yeni tanıştığı ve yardımsız yaşayamadığı bebeklik, çocukluk hatta ergenlik dönemlerinde ihtiyaçlarını karşılama görevini onlar üstlenir.

Bir gün aile olma bilincine erişmiş olgun bir birey olarak ebeveyninin karşısına çıktığında, artık ilişkinin gidişatında o da söz sahibidir. Böylelikle iki taraflı emeğe ve sağduyuya ihtiyaç duyan yeni bir dönem başlar. Çocuğun da yetişkin olduğu hatta belki de anne ya da baba olup bir taraftan da kendi çocuklarıyla ilgilendiği bu dönemde bağlılık daha çok anlam kazanır.

Ve hayatın son deminde ebeveynin yetkili ve dirayetli günleri sona ermiş, çocuk için ilişkinin ağırlığını yüklenme zamanı gelmiştir. Bir bakıma ektiklerini biçmeye başlayan anne baba her zamankinden çok şefkat ve anlayış beklerken, evlâda düşen, günbegün hassaslaşan bu iki kalbe en nazik şekilde davranmak ve böylece Peygamber bedduası almamaktır: “Anne babasından birisinin ya da her ikisinin ihtiyarlığında yanlarında bulunup da, cennete girmeyi başaramayanın burnu yere sürtülsün!” (Müslim, Birr, 9)

Peygamberimiz, evlât uğruna harcanan emeği anlatırken, “Hiçbir evlât ana babasının hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olarak bulup satın alır ve azat ederse belki!” (Müslim, Itk, 25) buyurmaktadır. Bu noktada ebeveynine karşı iyi davranması emredilen insana, aklının ermediği zamanların hatırlatılması gayet dikkat çekicidir. Annesi onu ne zahmetle taşımış, dünyaya getirmiş ve beslemiştir! Bir yaşlının da çocuk gibi bakıma ve şefkate muhtaç olduğu göz önüne alınırsa, şimdi, “Bana ve anne babana şükür/teşekkür et!” (Lokman, 31/14) buyruğunun muhatabı olarak vefa borcunu ödemenin tam zamanıdır.

Zaman zaman müsamaha, güler yüz ve şefkat anneye atfedilirken; baba, disiplin ve ciddiyet ile tarif edilir. Hâlbuki Kur’an’da engin bir sevgi ve özlem beslediği yavrusuna kıyamayan Hz. İbrâhim ve Hz. Yakub gibi içli babaların anlatılması gayet manidardır. Evlât ise, Allah yanında duası reddedilmeyen böyle bir babaya sırtını dönüp terk etme hakkına asla sahip değildir.

Ebeveynine ihsanda bulunmaya azmetmiş bir evlât, onların ardından adlarına sadaka verebilir, adaklarını yerine getirebilir, dua edip bağışlanmalarını dileyebilir, hatta hac veya umre yapabilir. Böylelikle anne babası, hayırlı bir evlâda sahip olmaları sayesinde öldükten sonra da amel defterleri kapanmayan kimselerin arasına girebilecektir. Allah Resûlü, “İnsan öldüğü zaman ameli sona erer. Üç şey (bundan) müstesnadır: Sadaka-i cariye (faydası kesintisiz devam eden sadaka), kendisinden faydalanılan bilgi, ona dua eden salih evlât.” (Müslim, Vasiyyet, 14) diye müjde vermektedir.

Babasının hatırasını yaşatan vefakâr bir evlât olmayı isteyenlere Hz. Ömer’in oğlu Abdullah güzel bir örnektir. O, Mekke yolunda karşılaştığı bir bedevîyi selâmladıktan sonra kendi bineğine bindirmiş ve başındaki sarığı çıkararak hediye etmiştir. Yanındakiler bu hürmetkâr tavra şaşırıp, aslında bir bedevînin daha az iltifatla da mutlu olabileceğini söyleyince, “Bu adamın babası, babamın yakın dostuydu.” demiştir. Elbette Abdullah b. Ömer’in böyle davranmasına sebep olan Sevgili Peygamberimizin şu sözüdür: “İyiliklerin en iyisi, evlâdın baba dostlarını ziyaret etmesidir.” (Müslim, Birr, 11)

Unutulmamalıdır ki Peygamber Efendimiz, “Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak en yüce kapılardan birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek artık senin arzuna kalmış!” (Tirmizî, Birr, 3) buyurmuştur. Duamız her zaman, “Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla.” olmalıdır. (İbrâhîm, 14/41)

Kaynak: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR