Zafer DİLŞEKER - Emekli Binbaşı


ARKEOLOJİ VE ÖNEMİ


            Ulusal sınırlarımız içinde geçmiş uygarlıklara ait çok önemli buluntularla karşılaşmak hiç de sürpriz değildir. Bu buluntular bir bakarsınız tarlasını süren köylümüzün pulluğuna takılır, bazen yağan yağmurla ortaya çıkar bazen ise maalesef definecilerin hoyrat bilinçsizliklerinin esiri olur ve geçmişin sessiz çığlıklarını dinleyebilme anlayabilme olanağı küçük menfaatler karşılığında heder olur gider. Yasal takipten çekinmek de işin ayrı bir boyutudur. Özellikle geçmiş yıllarda tarlasında belki de insanlık ve sanat tarihine ışık tutacak taş veya metal bir objeyi bulan insanımızın kolluk gücünce sorguya çekilme veya sahibi olduğu mülkün “sit alanı” olarak tescillenmesi kaygısı veya korkusuyla bulduğu nesneleri kısmen tahrip ederek veya saklayarak veyahut da menfaat karşılığı tarihi eser kaçakçılarına kolayca zenginleşmenin aldatıcı çekiciliğinde peşkeş çekerek bilimin tetkik ve şefkatinden mahrum ettiği de ayrı bir gerçektir. Halbuki bütün o bulunan buluntular geçmişten geleceğe bir mesajdır ve Kızılderili atasözünde belirtildiği gibi torunlarımızdan ödünç alınmıştır.

            Konuya bir başka açıdan bakmakla devam edelim:

            Tehlike ve dedektifliğin zengin karışımı, arkeolojiyi yazarlar ve film yapımcıları için de mükemmel bir araç yapmaktadır. Agatha Christie’nin “Mezopotamya’da Cinayet”inden, Steven Spielberg’in “İndiana Jones”una kadar… Bu ve benzeri yapıtların tasviri aslında ne kadar farklı da olsa arkeolojinin kendimiz ve geçmişimiz için heyecan verici bir macera anlamına geldiği gerçeğini özlerinde taşımaktadırlar.

            Daha bir buçuk yüzyıl öncesine kadar bugün bildiğimiz haliyle arkeoloji biliminin temellerini atan Batı dünyasındaki en kültürlü insanlar bile dünyanın ancak birkaç bin yıl önce (dönemin incil yorumuna göre tam olarak MÖ 4004 yılında) yaratıldığını zannetmekteydiler. Uzak geçmiş hakkında bilinen her şey sadece ilk tarihçilerden, yani Mısır, Yunan ve Yakındoğu tarihçilerinden geriye kalanların bize anlatabildikleri kadardı. Yazının icadından (MÖ 3200) önceki dönemlere ait bir tarihin olabileceğine dair tutarlı bir düşünce dahi yoktu. 

            Bugün geçmişe ait kalın sis perdesini aralayabiliyoruz. Bunun nedeni sadece yeni yapılan sürekli keşifler değil, ama aynı zamanda bazı doğru soruları sormayı öğrenmemiz ve bu doğru soruları cevaplamak için bazı yöntemler geliştirebilmemizdir. Arkeolojik kaydı oluşturan maddi kültür çok uzun zamandır göz önündedir. Yeni olan şey ise, arkeolojik yöntemlerin bize geçmiş hatta tarih öncesi (yani yazının icadından önceki) dönemler hakkında bilgi vereceğinin farkına varmamızdır.

            Arkeoloji; binlerce yıl öncesini binlerce yıl sonrasıyla buluşturan bir bilimdir. Zamanın yolculuğu sahneye pek de öyle kolay çıkmaz. Bazen çılgınca bir düşüncenin heyecanına kapılıp toprağın kazılıp kalemle buluşturulması, bazen hiç umulmadık bir anda ortaya çıkıveren anlamlı rastlantıyla insana ibretli sayfalar sunmak üzere geçmişin dile gelmesidir.

            Arkeoloji kısmen geçmişe ait hazinelerin keşfi, kısmen zahmetli bilimsel analizler ve kısmen de yaratıcı hayal gücünün icraatıdır. Aynı zamanda Orta Asya’nın çöl sıcağında bir kazıda çalışmak, Alaska’nın karlarında İnuitlerle (Eskimolar) birlikte yaşamak, gerektiğinde Afrika’daki kabilelerin takındığı takıları etno arkeolojik açıdan incelemek, Göbekli Tepe’de insanlığın inanç sistemlerinin evrimini taşlaşmış objelerde yorumlamaya ve ne anlam ifade ettiğine dair çalışmaktır. Mısır’da piramitlerle somutlaşan taş işçiliğinin o dönemin şartlarında nasıl mimariye yansıdığını, Sümerler’de zigguratların neden inşa edildiğini, artı ürünlerin ekonomiye nasıl katkı sağladığını, nasıl saklandığını ve bunun hesabını tutan rahipler ve ruhban sınıfının günümüze kadar çağlar boyunca insanlığı nasıl etkilediğini ve günümüze nasıl yansıdığını, çağdaş ekonomik anlayışa ne gibi göndermeler yaptığını anlama çabasıdır.

MÖ 19. yy (Asur Ticaret Kolonileri Çağı 

Kayseri Kültepe – Kaniş

            Başka bir değerlendirme ile arkeoloji; arazideki fiziksel çalışmayla ortaya çıkarılıp elde edilen objelerin önce kirden pastan arındırılarak temizlenmesi ve silinmesi, hem çalışma odasında ve hem de laboratuarda resimlerinin çizilmesi, tasnif edilmesi ve sonra bununla ilgili yapılan düşünsel faaliyetlerin kayda geçirilip bilimsel sunum haline getirilerek makale halinde bilim camiasında paylaşılmasıdır. Sonuç olarak arkeoloji faaliyetinde en önemli özellik sadece “kazmak” değil aynı zamanda insanlığın ve bilimin hizmetine sunmak üzere “yazmak”tır. Kazı arkeolojinin amacı değil veri elde etmenin bir aracıdır. 

            Sonuç olarak; Arkeoloji geçmişte yaşamış insan topluluklarının kültürel ve toplumsal düzenlerini günümüze kadar gelebilen maddi kalıntılara dayanarak araştıran, belgeleyen ve gelişim sürecini inceleyerek yorumlamaya çalışan bir bilim dalıdır.

            Arkeoloji konusu olan diğer bilgilerin devamını birlikte paylaşabilmek ümidiyle…

            

(*) Zafer DİLŞEKER 1952 Demirci doğumlu. 1973 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun oldu. Kıdemli Binbaşı iken kendi isteğiyle emekli oldu. Araştırma ve inceleme tutkusuyla birlikte şiir ve edebiyatla uğraştı. 2017 yılında girdiği üniversite sınavıyla Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümüne kaydoldu. 2021 yılında dört  yıllık  öğrenimini başarıyla tamamladı ve “Arkeolog” unvanını kazandı. Halen okuma tutkusu devam etmekte olup “Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi” üçüncü sınıfına devam etmektedir. 

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

1.Prof. Dr. Mehmet Özdoğan “50 Soruda Arkeoloji” (2016)

2.Colin Renfrew – Paul Bahn “Arkeoloji/Kuramlar, Yöntemler, Uygulama” (2017)

 

 

YAZARLAR