Okul yıllarında öğretmenlerimizin öve öve bitiremediği özlü sözler, atasözleriydi değil mi? Öğretmenlerimiz, onları öyle bir tanımlar, onlara öyle bir anlamlar yüklerdi, sanırsınız, atasözü değil, Kuran ayeti! Ne derlerdi mesela birkaç cümleyi yazayım buraya:
"Geçmişten günümüze gelen ataları-mızın deneyimlerinden, yaşamlarından süzü-lerek gelen, kısa özlü öğütler veren kalıp- laşmış sözlerdir!”
Şu tanımdaki akustiğe bakar mısınız, “atalarımızın deneyimlerinden, yaşamlarından süzülüp gelen…” Dilimizde “sav, irsal-i mesel, darb- ı mesel gibi adlarla da adlandırılan bu “kıymetli sözlerimiz” için şöyle bir tanım da yapılır: Atasözleri, toplumun duygu düşünce, inanç ve kültür yapısını yansıtan kalıplaşmış söz-lerdir!
Türkçe - edebiyat öğretmenleri kompo-zisyon sınavlarında düşünceyi savunmak adına atasözlerini kanıt olarak gösterenlerin sınav ka-ğıtlarına yıldız koyarak müspet okurlardı.
Bu özlü sözlerimizden çeşitlemelere ge-çelim, izninizle:
“İyi insan lafının üstüne gelir,” derler değil mi? Bir başka atalar grubu ne demiş bu davranışa dair, biliyor musunuz?
“İti an, çomağı, hazırla!”
“İyi insan lafının üstüne gelir,” dedi-ğinizde birilerinin aklına, “iti an, çomağı hazırla” atalar sözü gelmez mi?
“İyilik yap, denize at, balık bilmezse halik bilir.” Peki “halik” nedir sormak aklına gelmezken kimsenin, ben vereyim yanıtını. Halik, yaratıcı, yaratan demektir. Bugüne kadar, bu sözün anlamını bilmeyen birkaç okuruma bu sözcüğün anlamını belletmiş oldum, ne mutlu bana. Hazreti Ali’ye kalırsa “bir harf için kırk yıl köle olmak” varken, beni okumak kırk yıl köle olmaktan daha kolay değil mi?
"İyilik yap denize at," derken, bu atalar sözünün karşıt anlamlısı ne demekte? “İyilikten maraz doğar,” Başka uluslara ait atasözlerinde böyle çelişkili atasözleri de vardır kuşkusuz; fakat hiç bu kadarı var mıdır, diye sormadan edemiyor insan.
“Zararın neresinden dönersen kardır,” derken atalarımızın bir grubu, öte yandan da “battı balık yan gider,” diyerek bir önce söylenen atasözünü boşa düşürmüştür.
Bizim çok övündüğümüz yıllardan beri duya duya beynimize mıh gibi çakılan, “toplumun yüzde doksan dokuzu Müslüman!” Altını kalın çizgilerle çizdiğimiz ve hiçbir bilimsel saptamaya dayanmayan böyle bir ayrıştırma nasıl yapılır? Aslında insan olmanın, ahlaklı olmanın dinle diyanetle bir ilişkisi yoktur. Rüşvet, adam kayırma, liyakatsizlik, nepotizm, hukuksuz luk… toplumu çürüten, toplumsal dayanışmayı yok eden bir hastalıktır, adı sanı bilinmeyen bir kanser türüdür. Halk arasında çabuk yayılan kanser hücreleri için “dişi kanser hücresi” derler ya, tam öyle bizdeki vaziyet!
“Devlet terbiyesi,” sözü eskiden hakiki devlet adamları için kullanılırdı ve bu sözcük öbeği çok yakışırdı onlara. Şimdi artık bu veciz söz geçerliliğini yitirdi, toplum yeni tip siyasetçilerle tanıştı. Hakikaten nasıl bir toplum olmuşuz, aklım almıyor. Bu saptamayı yaparken, siyasetçiler de bu toplumun içinden çıktığını unutmamak lazım. De-mek oluyor ki, insan kalitemizde ciddi bir çürü-müşlük var.
Üretimden vaz geçen bir ülkenin batması, bir geminin batmasına benzemez. Yazının girişinde ifade etmeye çalıştığım atasözlerimizin çelişkiler yumağı olduğu gerçeği. İnşallah balık hafızalı bir toplum değilizdir. Balık hafızalı isek vay halimize, bir kara karganın aklı kadar yoksa bizdeki akıl vay halimize.
Şöyle bir sözden millet olarak utanmak lazım gelmez mi?
“Devlet malı deniz, yemeyen domuz!”
Bu rezalet sözü, atasözü olarak kabul et-mek mümkün müdür? Diyecekler ki, sen atasözlerinin mecaz anlamlısını neden düşünmüyorsun? Böyle bir söze tahammül edemiyorum da ondan. Hani “tüyü bitmemiş yetimin hakkı,” derler ya işte onun için sözün mecazi anlamını bile sindiremiyorum içime! “Bal tutan parmağını yalar,” atasözünün adiliğine bakar mısınız?
“Bedava sirke baldan tatlıdır!” Sirkenin baldan tatlı olduğu dünyanın neresinde görül-müştür? Bu saçma sözü kanıt olarak gösteren büyüklerimiz olmadı mı?
İnsanları toplum içinde var eden, onun duruşu, fikri yapısı olduğunu söyleyip sonra da “azıcık aşım, kaygısız başım,” diyerek bir kıyı-cığa çekilen, sonra da “gelene ağam, gidene paşam” diyen omurgasızları, kafadan bacaklılar familyasına kaydettim çoktan!
Bir taraftan “tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır,” deriz sonra da “lafla peynir gemisi yürümez,” deriz. Bu iki söz çelişkili görünse de ben bu iki sözün yerinde kullanıldığında öğreti-ciliğine inanırım.
Ya şu iki atalar sözüne ne demeli? “Harama uçkur çözülmez,” diyen ahlakı baş tacı eden atalar, “güzele bakmak sevaptır,” diyen atalar da bizim atalar. Bu iki sözü bir söyleşi esna-sında kullanmışlığımız vardır belki. Öyle söz ustaları vardır ki, iki sözün haklılığını aynı anda çelişkisiz olarak ortaya koyabilir.
Yine, “bir elin nesi var, iki elin sesi var,” demişiz, güzel. Bu sözle birlik olmanın, dayanış-manın, önemi öğütlerken, “nerde çokluk orada b…luk,” diyen atalar sözüne ne demeli?
“Kurunun yanında yaş da yanar,” de kalk bir de “her koyun kendi bacağından asılır,” de derisi yüzülenleri bacağından asarcasına. Han-gisine güvenelim şimdi?
“İyilik eden iyilik bulur,” ne güzel bir atalar sözü, başım gözüm üstüne; sonra da “besle kargayı oysun gözünü,” de öyle mi? Bu sözün yöresel başka versiyonunda besle yetimi, bilmem ne yapsın …”
“Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al,” diyenlere babamdan duyduğum “çama çıkan keçinin çama çıkan oğlağı olur,” sözüyle destek verirken, bu iki atalar sözüne tezat, “beş parmağın, beşi bir değil,” her insanın farklı meziyetleri vardır, biri iyi çiftçidir, biri iyi keman çalar; diğeri de çok iyi doktordur, bu sözü böyle kabul etmek gerekir.
Siyasetçilere dair bugüne kadar yüzlerce, binlerce insan kalem oynatmıştır, bundan sonra da oynatmaya devam edecektir. Çünkü siyasetçiler, toplumun geleceğini belirleyen meslek grubudur. Siyaset meslektir, kazanç ka-pısıdır. Ben artık net olarak böyle düşünüyorum. İyi de olsa kötü de olsa onların aldıkları kararlar, sadece ait oldukları ülkenin insanlarını değil, insanlık alemini etkilemektir. Mesela Ortadoğu’ya barış götüreceğinin kararını parlamentolarında alan siyasilerin kararları insanlığı etkilemiştir. Alın Irak, alın Libya, alın Suriye, alın size Orta doğu… Yurdumuzda maden aramalarına dair alınan kararlar, doğal yaşam için bir tehdit oluşturmaktır değil mi? Ya sera gazının kullanımı sonucu buzulların erimesi, insanlığı bir felakete, dünyayı bir sona götürmüyor mu?
Yukarıda ortaya koyduğum çelişkili atasözlerini “bizim atalar” söylemiş. Peki bize hayatı zorlaştıran, doğru dürüst sağlıklı ürünlere ulaşmamıza bir nevi engel olan bu siyasiler nereden geldi, uzaydan mı geldi? Bizlerin çağdaş batı ülkelerinde yaşayanlar gibi yaşamamızın önünde duranlar kimlerdir?
Yazık ki elimizdeki malzeme bu derler ya aynen öyledir! Yolsuzlukta, rüşvet yemede, adam kayırmada hiçbir batı ülkesi su dökemez elimize. Mesela Japonya’da, Norveç’te, İsveç’te, Finlandiya’da, İsviçre’de… bizde yaşananların kaçta kaçı yaşanır? Bir toplumun övüneceği norm, insanlarının iyi ahlaklı olma normudur!
Bana göre, önce insan olmak esastır, diğerleri, yani milliyet, din, mezhep... sonra gelir. Benimle aynı dine mensup rüşvetçiden bir arka-daşım olacağına, dinli olsun, dinsiz olsun; ama önce insan olsun, bu benim olmazsa olmazımdır!