Vaiz Muharrem DEMİR


AZİM VE SEBAT

"... Azim ve sebatın kaynağı inançlı olmaktır. Allah'a gerçek anlamda iman eden kişi ancak inancını koruma uğruna elinden geleni yapma azmini gösterebilir. İmandaki en küçük bir zayıflık kişinin özgüvenini kaybetmesine, hatta inandığı değerlerde şüpheye düşerek gevşemesine ve hidayeti yitirmesine bile neden olabilir..."


                “Yakın akrabalarını uyar” emri gereğince gizli davet dönemi bitmiş ve Resûlullah İslâm'ı açıktan tebliğe başlamıştı. Onun bu davetine müşriklerin ilk tepkisi kendisini yalancılıkla, mecnunlukla suçlamak ve onunla alay etmek olmuştu.

                Ancak zamanla Resûlullah'a tâbi olanların sayısı artmaya başlamış ve bu durum müşrikler için tahammül edilemez hâle gelmişti. Bütün düzenlerini alt üst eden bu dinin daha fazla yayılmasına engel olmak için Mekkeliler hemen harekete geçmeye karar verdiler.

                Önce sözünü dinler ümidiyle kendilerinin de sevip saydıkları ve önem verdikleri Hz. Peygamber'in amcası Ebû Tâlib'le görüşüp yeğenine, putlarına ve kendilerine hakaret etmekten vazgeçmesi ve davet ettiği dinden dönmesi için nasihat etmesini istediler.

                Hz. Peygamber'i himayesinde bulunduran Ebû Tâlib durumu yeğenine anlattı, “Bana da, kendine de acı. Gücümün yetmeyeceği işleri bana yükleme!” diyerek bu davasından vazgeçmesini istedi. Resûlullah, amcasının bu isteğine —kendisine yardım etmekten vazgeçeceğini düşünmesine rağmen— davasında kararlı olduğunu gösteren şu cevabı verdi

                “Ey amca! Allah'a yemin olsun ki bu davamı terk etmem karşılığında sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar, Allah dinini güçlendirinceye veya bu yolda canımı verinceye kadar asla bundan vazgeçmeyeceğim.”

 

                Onun bu kararlılığını gören Ebû Tâlib, bildiği yolda devam etmesini ve kendisinin de ona destek olacağını söyleyerek yeğenini teselli etti.

                Ebû Tâlib'le olan bu görüşmelerinden olumlu bir sonuç alamayan müşrikler, Resûlullah'a ve Müslümanlara karşı çeşitli hakaret, eziyet ve işkenceler yapmaya başladılar.

 

                Bir defasında Resûlullah (sav) Kâbe'nin gölgesinde dinleniyordu. Müşriklerin işkencelerine maruz kalan ashâbından Habbâb b. Eret ve arkadaşları onun yanına gelerek, “Ey Allah'ın Resûlü! Bizim için Allah'tan yardım dileyemez misin? Bunların zulmünden kurtulmamız için Allah'a dua edemez misin?” demişlerdi. Bunun üzerine Resûlullah onlara davalarından vazgeçmemeleri ve sebat göstermeleri için şöyle buyurdu:

                “Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişiler vardı ki müşrikler tarafından yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da başı iki kısma ayrılırdı. Bir başkasının da demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da, bu işkenceler o mümini dininden çeviremezdi. Allah'a yemin ederim ki, bu din kesinlikle tamamlanacaktır. Öyle ki biniti üzerinde bir kimse (tek başına) San'â'dan Hadramevt'e kadar gidecek de Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacaktır... Fakat sizler acele ediyorsunuz!”

                Hz. Peygamber'in amcasına bu denli kesin cevap verebilmesinin ve ashâbını teselli için anlattığı müminlerin bu derece direnebilmelerinin nedeni imanlarındaki kararlılıktı. Bu örnekler azmin en çarpıcı örnekleridir.

                Ancak azim ve sebat bir tür taassup, yani körü körüne bir şeye bağlılık demek değildir. Azim, dışarıdan gelen olumsuz şartlara karşı dirençli olma ve şartların değişmesi hâlinde dahi aynı azim ve sebatı gösterebilmektir.

                Azim ve sebatın kaynağı inançlı olmaktır. Allah'a gerçek anlamda iman eden kişi ancak inancını koruma uğruna elinden geleni yapma azmini gösterebilir. İmandaki en küçük bir zayıflık kişinin özgüvenini kaybetmesine, hatta inandığı değerlerde şüpheye düşerek gevşemesine ve hidayeti yitirmesine bile neden olabilir.

                Müslümanlardan istenen dünya menfaatleri ve çekilen sıkıntılar karşısında değişken tutumlar sergilemeleri değil, ebedî olan âhirete imanları gereği, azim ve sabırla özgüvenlerini korumaları ve Allah'ın rızasını kazanmaya çalışmalarıdır.

                Hz. Âdem'den Hz. Peygamber'e gelinceye dek Allah'ın bütün elçileri, akıl ve basiretten yoksun kimseler tarafından aynı inkâr, zulüm ve işkencelerle karşılaşmışlardır. Ancak onlar bu sıkıntılar karşısında davalarıyla ilgili herhangi bir gevşekliğe ya da ümitsizliğe kapılıp vazgeçmek yerine Rablerine sığınıp O'ndan yardım dilemişlerdir.

                Ateşe atılan Hz. İbrâhim'in son sözü, “Allah bana yeter. O ne güzel yardımcıdır” olmuş, düşmanla karşılaşan taraftarlarının panikleyip yenildiklerini kabul etmeleri karşısında Hz. Musa, “Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir” diyerek sebat göstermiştir.

                Peygamberlerin kendilerine inananlarla birlikte Allah yolunda mücadele ederken takındıkları tavır Kur'an'da şöyle anlatılmıştır:

                “Nice peygamber, arkasında Allah'a râm olmuş birçok insanla birlikte (O'nun yolunda) savaşmak zorunda kaldı. Onlar, Allah yolunda çektikleri sıkıntılardan dolayı ne korkuya kapıldılar, ne zayıf düştüler ve ne de kendilerini (düşman önünde) küçük düşürdüler. Allah sabredenleri sever.”

                Allah Resûlü de risâletini tebliğe başladığı ilk günden itibaren bu görevin son anına kadar azmini devam ettirmiştir. İki büyük destekçisi eşi Hz. Hatice ve amcası Ebû Tâlib'i kaybetmenin üzüntüsünü üzerinden atamamışken tebliğ için Tâif'e giden Resûlullah, buradaki kötü karşılamaya, taşlanmasına ve ayaklarının kanlar içinde kalmasına rağmen sebatını bozmamış ve ümitsizliğe düşmemişti.

                Uhud'da ise yaralanması ve etrafında çok az insan kalması bile hezimet anında büyük bir kararlılıkla ashâbını toplayıp bu yenilgiyi zafere dönüştürmesine engel olamamıştı.

                Huneyn'de düşmanın pususu karşısında panik olan Müslümanlara Kur'an'ın ifadesiyle, yeryüzü bütün genişliğine rağmen dar geldiği anda Allah Resûlü hem düşman üzerine yürümüş hem de ashâbına kabilelerinin isimleriyle seslenerek toparlanmalarını sağlamıştı.

                Yine Hz. Peygamber'in müttefik güçlere karşı giriştiği oldukça sıkıntılı geçen Hendek Savaşı'nda verilen mücadeledeki kararlı tavrı da Kur'an'da Müslümanlar için güzel bir örnek olarak sunulmuştur.

                Risâlet görevinde pek çok sıkıntı ve zorlukla karşılaşan Hz. Peygamber, kimi zaman bu şekilde sıkıntılara katlanarak kimi zaman da değişik stratejiler belirleyerek amacına ulaşmak için mücadelesini sürdürmüştür.

                Bu bağlamda önce Habeşistan'a, daha sonra da Medine'ye yapılan hicretler anlamlıdır. Zira yapılan bu hicretler Müslümanlar için sıkıntılardan kaçış olmaktan ziyade davanın tamamlanması yolunda atılan stratejik birer adımdır.

                Mümin insan, iman konusundaki azim ve sebatını ibadetlerinde de devam ettirmekle yükümlüdür. Yüce Allah'ın, “Allah'a kulluk et ve O'na kullukta kararlı ol” emri, Hz. Peygamber'in şahsında ilkeli ve sebat içerisinde davranmak her mümin için bir hayat tarzı olarak sunmaktadır.

                Çünkü Allah'a kulluk, iman ve amelden oluşan bir bütündür.

                “Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et.”

                “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” emirleri de yine onun şahsında bütün Müslümanlara ibadetlerde devamlılığı salık vermektedir.

                Hz. Peygamber, “Allah katında amellerin en sevimlisi hangisidir?” sorusunu, “Az da olsa devamlı olanıdır.” şeklinde yanıtlamış, kendisi ibadetlerinde devamlılığa özen göstererek inananlara örnek olmuş ve bu yönde tavsiyelerde bulunmuştur.

                Azimle davranmak ve sebat göstermek, yüksek bir karakter gerektirir. Mümin insan bu karaktere sahip olmalıdır. İnsan hayatta pek çok sıkıntılarla karşılaşabileceği gibi çok rahat ve refah dönemleri de yaşayabilir. Nitekim Kur'an'da Allah'ın çeşitli vesilelerle kullarını deneyeceği ifade edilmektedir. Bu tür imtihanlara sabredenler müjdelenirken Allah'tan bir nimet geldiğinde şımararak Allah'tan yüz çevirmek de ölçüyü kaçırmak olarak nitelendirilmiş ve bu şekilde istikrarsız davrananlar eleştirilmiştir.

                “İnsana bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken gerek otururken gerekse ayakta iken (her hâlinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.”

                Müslüman kişi her iki durumda da ölçülü ve dengeli davranmalı, sıkıntılar karşısında eğilip bükülse de doğrulmayı ve olgunlaşmayı bilmeli ve azim ve sebatını kaybetmemelidir. Hz. Peygamber de müminden beklenen bu karakteri şöyle örneklendirmiştir:

                “Mümin taze bir ekin gibidir. Olgunlaşıncaya kadar rüzgâr onu eğip büker; bazen yere yatırır, bazen de doğrultur (ama o kırılmaz)...”

                Azim ve sebat, iman ve ibadetlerde olduğu kadar insanlarla ilişkilerde de Müslüman'ın en temel tutumlarından biri olmalıdır. Çünkü mümin, imanı ve ameliyle uyumlu bir hayat yaşadığı takdirde Allah'ın rızasına nail olacaktır. Gerektiğinde imanı için canını ortaya koyabilen, ibadetlerini bir ölçü içerisinde şuurla yerine getiren Müslüman'ın insanlarla ilişkilerinde de aynı derecede ölçülü ve tutarlı olması beklenir.

                Menfaat elde etmek amacıyla insanlarla ilişkilerinde çelişkili ve tutarsız davranışlar sergilemesi olgun bir Müslüman'a yakışmaz. Böyle bir tavır ancak münafık tavrıdır. Bu nedenledir ki Cenâb-ı Allah Hz. Peygamber'in şahsında bütün Müslümanlardan dosdoğru olmalarını istemiştir.

                Yüce Allah, Elçisi'ni sıkıntılara karşı sabırlı olmaya çağırarak teskin etmiş, zorluklar karşısında dirençli olması için kendinden önceki ulü'lazm (azim ve sebat sahibi) peygamberler gibi sabretmesini tavsiye etmiştir.

                Zira sabır, istikrarı koruyabilmenin en temel yoludur. Sabır, kişinin musibetler karşısında sızlanmayıp güçlü olması, tahammül etmesi, kendisini tutması, sakin olmasıdır. İnsanın karşılaşabileceği zorluklara ve olumsuzluklara karşı dayanıklı olmayı, direnmeyi, metaneti, azmi ve cesareti ifade eder.

 

                Sabrın bu gücünden dolayı Kur'an'da Müslümanlara sabretmelerinin yanı sıra sabırda yarışmaları tavsiye edilmiştir. Müslüman, inancı ve yaşantısında istikrarı elden bırakmamalı ve bunun için de Hz. Peygamber'in sık sık yaptığı gibi,

                “Ey kalpleri (hâlden hâle) değiştiren Allah'ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.” diye dua etmelidir.

                Aynı şekilde azim, sebat ve sabır için Allah'tan şu dua ile yardım dilemelidir:

                “Ey Rabbimiz! Bize zorluklara tahammül gücü (sabır) ver, adımlarımızı sağlam kıl ve hakikati inkâr eden bu topluma karşı bize yardım et!”

                KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR