Geçen ay Demirci’nin ara sokaklarında yürürken, bir an kendimi tarihin içinde geziyormuş gibi hissettim. İğneden ipliğe her şeyin satıldığı eski tip bakkallar, el halılarının dokunduğu tezgahlar, doğal hünnap, çıtır badem ve kestane sergilenen tablalar, gariban eşeklerini bekleyen dizili semerler derken gözüme birden “BİLEYİCİ“ yazısı ilişti. Yazıyı okur okumaz oracıkta donup kaldım. Zihnime küçüklüğümde köydeki kör bıçağımız, kör bıçkımız, sındımız (makas), kör baltamız, kör tahramız, hepside kör olan çapa, tırpan, bel ve küreğimiz geldi. Dedemin her daim söylediği “hacetin keskin, bileğin güçlü, yüreğin korkusuz” olacak sözü, o an kulaklarımda çınladı.
Baharın ucunda Dedem; örsü, çekici, biley taşını eline alırdı. Öncesinde körlüğünü eliyle yokladığı bıçakları, örsün üzerinde çekiçle vura vura düzleştirir, sonrasında biley taşını alttan - üstten küt tarafından uç tarafına doğru sürte sürte jilet gibi keskinleştirirdi. Biley işi bıçkı, testere, çapa, kazma, bel diye örsleçekiçle devam ederdi. En sonunda bu hacetleri yağlayıp bir çaputa sarar ve “ elimizin haceti, elimizin altında bulunsun” diye girenlikteki göz önü bir yere dizerdi. Bileylenmiş o çapalarla kiraz, kayısı, elma bahçemiz ile şeker pancarı tarlamızı çapalar, o bellerle bağlarımızı beller (toprağını alt-üst etmek), kazmayla - kürekle fidanlar, fideler diker, karıklar alır, arklar açar, sular götürürdük.
Buğdaylar, başaklarını doldurup boyunlarını bükünce orak zamanı geldi derdik.
Tırpanlarımızı tıpkı bıçaklarımız gibi günler öncesinden örs ve çekiçle bir güzel dişler, tırmık ve dirgenlerimizi de hazır ederdik. Keskin tırpanlarımızla üst başından biçmeye başladığımız tarlalarımızın ekinlerini, kızgın güneş, akan ter, yorgunluk demeden ağızlık sıra hasat ederdik. Birkaç satır başında hem soluklanır, hem de sapını yere dayadığımız tırpanın keskin ağızını sol elimizin altına alıp, sağ elimizdeki biley taşıyla bileylerdik. Ya bismillah deyip keskin tırpanlarımızla buğdaylarımızı devirir, arkamızda anızlar bırakırdık.
İstanbulda dura dura bıçak bilemeyi neredeyse unutmuşum. Sapı kırılan, ucu körelen bıçakları miadı doldu diye hurdaya çıkarttığımı hatırladım ve “ben de tüketici olmuşum” deyip kendime kızdım. Evde sapı kırılmış, demiri eğrilmiş, ucu körelmiş ne kadar bıçak varsa hepsini toplayıp Demirci’ye götürdüm. Demircideki bileyci, bir bıçak parasına, iki bıçağa sap taktı, altı bıçağı da bileyledi. Ne çok eşyamı ve arkadaşımı, yenilemeyi, yeniden kazanmayı düşünmeden attığıma hayıflanıp durdum.
21.03.2021 İBRAHİM ÇALIŞGAN