Ahmet İNCE


“BİRAZ KONUŞABİLİR MİYİZ?”


               Geçenlerde işyerimin önündü oturuyorum. Güzel bir hava var. Yakından tanıdığım, emekli bir dostum yanıma geldi. Dedi ki “Ahmet ağabey uygunsan, seninle biraz konuşabilir miyiz?” Niye olmasın, buyur otur dedim. Hemen iki çay söyledim.

               İlgili, ilgisiz konuları o açtı. Başladı konuşmaya. Ben çoğunlukla dinlemede kaldım. Arada bir iki şey de ben konuştum. Bu arada çayını yudumladı. Konuştukça rahatlayan, bir yüz ifadesi dikkatimi çekti.

               Sonra şunu anladım. Bu insan demek ki uzun süredir birisiyle oturup konuşamamış. Hal yarenliğinde bulunamamış. İşte bu yüzden, benimle biraz rica icabı konuşma ihtiyacı duymuş.

               Konuşmak, insan için ne büyük nimettir.

               Fakat çoğu zaman insan, bu nimetin farkına varmaz. Kıymetini takdir etmez.

               Konuşmak, dertleşmek insanı rahatlatır. Pek çok olumsuzluktan alıkoyar. Pek çok olumsuz düşünce, oturaklı konuşmalarla telafi edilir.

               Lisanımızda bu konuda, çok güzel deyim ve deyişler vardır.

               Mesela “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır.”

               Mesela “İnsanın ilacı insandır.”

               Mesela “İnsanın ağısını insan alır”

               Zaman değişti. Çağımızın ve teknolojinin getirdiği yenilikler, konuşmaya büyük darbe vurdu. Eski zamanların konuşmaları, sohbetleri bitti. Şimdi cep telefonları var. Konuşmuyoruz, mesaj yazıyoruz. Sosyal medya denilen derin bir anaforun içinde boğuluyoruz. Konuşmuyoruz amma beğeniyoruz. Kaç beğeni aldım diye, yalnızlığımıza güya çare arıyoruz.

               Evlerimiz pansiyon gibi. Konuşma önce aile içinde bitmiş. Yemek sonrası ya dizi izliyoruz ya da telefonlara sarılıyoruz. Anne ayrı koltukta, baba ayrı koltukta, çocuklar bir köşede, silah çeker gibi cep telefonlarını çıkarıyor. Saatlerce konuşmadan, o anaforun içinde dolanıp duruyoruz.

               Çarşıda kahvehaneler, konuşmanın ve soh betin mekânlarıydı eskiden. Üç dört arkadaş oturuyoruz, çaylarımızı yudumluyoruz. Beş dakika sonra, herkes acilen cep telefonlarına sarılıyor. Sonra herkes birbirine orijinal haber ve görüntüleri gösterme yarışına giriyor.

               Günlük 100 – 150 kelimeyle konuşur hale geldik. Zati ihtiyaçlarımız kadar kelime kullanıyoruz. Gittim, geldim, yedim, içtim, baktım, gördüm, aldım sattım.. gibi. Şüphesiz konuşmaya ve sohbete konu olacak kelimeler, zihnimizden silinip gidiyor. Kelimeler değerini kaybettikçe, sohbette olmuyor muhabbette..

               Konuşmak aslında beyinsel bir faaliyettir. Beynimiz devamlı hareket halinde olmak zorundadır. Tıpta beyin sağlığı denilen bir gerçek var. Yorulmayan beyin, bazı arızalar çıkarır. Bunun başında da konuşamama gelir. Çünkü her konuşma, beyni harekete geçirir ve ona bir aktivite kazandırır.

               Cep telefonlarının büyüsüne esir edilmiş bir beyin, ne kadar sağlıklı olabilir. Günümüzde Alzheimer ve Parkinson türü hastalıklar, aslında beyin kaynaklıdır. Bu hastalıkların toplumda yoğunluk göstermesi, boşuna mıdır acaba?

               Bir dergide okumuştum. Amerika’da “talk me” denilen ofisler kurulmuş. Yani anlamı benimle konuş demek. Bir nevi beyin jimnastiği yaptırılıyor. Gidiyorsun ofise, seni karşına alıyor yetkili. Sormaya başlıyor. Akşam ne yemeği yedin. Yemek nasıldı, lezzeti güzel miydi diye seni konuşturuyor. En son hangi kitabı okudun diye soruyor mesela. Seni kitap üzerine uzun süreli konuşturmaya çalışıyor.

               Yüz yüze ve birebir ilişkilere, başta konuşma olmak üzere, sosyolojide formel ilişkiler denir. Çağımızın teknolojik ürünleri, aslında formel ilişkileri katletti. Niye? Çünkü konuşmayı ortadan kaldırdı. İnsanın insanla olan rabıtasını kopardı.

               Dolayısıyla asırlık deyimlerin ve deyişlerin, hükmü de yavaş yavaş sönmeye başladı.

               Günümüzde insanlar, konuşa konuşa anlaşamıyor artık. Mesajlar aldı bunun yerini. Kısa ve sönük kelimelerle ve dahi cümlelerle. Peki, “insanın ağısını (zehrini) insan alabiliyor mu?” Sosyal medya yazışmalarıyla, hangi sıkıntının ve derdin çözümü gerçekleştirilebilir?

               Bu kokuşmanın, daha ziyadesi ne olabilir? “İnsanın ilacı insandır” diyebilir miyiz günümüzde? Elbette diyemeyiz. Cep telefonlarıyla, sosyal medya ağlarıyla bir girdabın içinde yuvarlandığımızı nasıl anlayacağız?

               Cep telefonuyla doğmuş ve onunla büyümüş, yeni nesli hüzünle izliyorum. Kelime yok, cümle yok hayatında. Hani derler ya iki kelimeyi bir araya getiremiyor. Konuşurken aynen öyle oluyor.

               Çağın değişimleri, fiziki olarak bizi rahatlatıyor. Ciddi imkânlar sunuyor. Buna karşın ya alıp götürdükleri? İşte onların farkında değiliz. İnsanı insandan koparan bu teknolojiler, ne işe yarar diye düşünebiliyor muyuz acaba?

               Konuşmaya çalışın. Evde, çarşıda bir araya geldiğinizde cep telefonlarını çıkarmayın. En az yarım saat sohbet edin. Karşılıklı sorular sorun, değerlendirmelerde bulunun. Konusu ne olursa olsun üstelik.

 

               Hem toplumsal sağlığımız ve hem beyin sağlımız için bunları yapın….  

YAZARLAR