Haldun CEZAYİRLİOĞLU


BİTMEYEN DERDİMİZ HALIMIZ

“ Bizi bizden iyi anlayan, göynümüze göre hareket eden olmaz”


                Yıl 1970, günlerden 6 Haziran Cumartesidir.  O gün, Hakiki Demirci’nin Sesi Gazetesi ilk sayısıyla yayım hayatına başlar. Tek yapraklı, tabloid boyutta bir gazete. Binlerce, on binlerce mahalli basından biri daha güç bulur, ses bulur Demirci’de.

                Yeni bir sesleniş, yeni bir üslup başlamıştır. Ve de yeni bir başlangıç.

                Gazetenin ikinci sayısı olan 13 Haziran 1970 günlü nüshasının “Mühim Duyurusu”, İdare İşleri Müdürü Cengizhan Erdem’den gelir.

                Erdem yazısında, Demirci’nin sorunlarını inceleyerek, onları 3 ana konuda toplar ve sıralar:  Yol Davası, Mesken Sorunu (Deprem sonrası evsiz kalan hemşerilerimiz için) ve Halıcılığımızın kalkınması için alınacak esas prensipler.

                Bizim değerlendireceğimiz konu, gazetenin 3’üncü sayısından itibaren, üst üste 7 hafta boyunca başköşe yazısında Cengizhan Erdem tarafından değerlendirilen, yorumlanan ve farklı kişilerin görüşlerinin de yansıtıldığı, “Halımız” başlıklı yazılarıdır.

                “Çok eskiden beri, güzel ilçemiz Demirci, halıcılıkta isim yapmış, memleket çapında, hatta Balkanlarda ve Yakın Doğuda kendisini Halıcı Memleketi olarak tanıtmıştır. Halıcılığımızın mazisi hakkında kesin bir tarih söylenmemekle beraber birçok rivayetler vardır. Boyacılıkta onunla beraber yürümüş, köklerden boya imali, ilk defa memleketimizde bulunup tatbik edilmiştir”  denilerek genel bir girişle başlanan yazı, “Bu gün namlı ve biricik gelir kaynağımız olan Demirci halıları, büyük şehirlerde reddedilmekte, istiskal görmekte ( beğenilmemek), müşteri önüne dahi açılamamaktadır” denilerek bir tespitle sürdürülmektedir.

                Peşinen söylemeli ki, özünde tüm yazıların detayını da, bu tespit oluşturmakta ve yazıla-rın devamında bu tespitin çözüm yolları aran- maktadır.

                Yıl 1970, aylardan Haziran. Kışın o amansız soğukluğu, acımasızlığı henüz unutulmamış, insanlar yeni yeni ısınıyorlar güneşin altında. Halı odalarında artık ısınma için mangallar yanmıyor, eller soğuktan kesilmiyor. Hatta halı tıkırtıları, kirkit sesleri daha canlı, daha gürültülü gelmeye başlıyor.

                Demirci’nin, Demircilinin ana geçim kaynağı halı ve halıcılık. Hemen hemen her evde bir halı tezgâhı. Hemen hemen her evde, sabahın köründen, öğleden sonrası bir vakte kadar çalışan, didinen kadınlar.

                Dünyanın en iyi, en güzel, en sağlam halısını dokuduğunu düşünen kadınlar.  Halılarının kolay satıldığını, sevildiğini, sayıldığını, beğenildiğini sanan kadınlar. Para kazandığını sanan kadınlar.

                Tam da bu sırada, tüm  çıplaklığıyla yüzü-müze çarpan  yazıdan bir parça daha: “ Dahildeki oynak piyasa bizleri aldatmasın… Ciddi mubayaacımız pek mahduttur.”

                İşte bu cümle, üstümüze doğru gelen frensiz koca bir tankerin geldiğini söylemek, göstermekle eş değerdir.  Anlaşılan o dur ki, bize bir şey çok güçlü çarpacaktır ama farkında değilizdir.

                Kadınlarımız hâlâ Haziranın mayıştıran sıcağı atlında, halılarını dokumakta, erkeklerimiz de, evde dokunup bitmiş halıları, tüccara satmak için sırtına yüklemiş, çarşıya doğru yol almaktadır.

                Ah bir bilebilsem; o gün hangi evlerde kimler halı dokudu, hangi evlerin halısı bitti de çarşılara yollandı. Hangi kadınlarımızın yüzünü, iş başarmanın, para kazanmanın sevinci sardı? Ah bir filmle sarılmış hayatlarımız olsaydı da, sarıp sarıp izleseydik.

                Kadınlarımızın yüzü, bitirdikleri halıdan gelecek birkaç kuruşla gülmeye hevesli ve akşam pişirecekleri yemeğin adını bulmaya sevinçliyken, Cengizhan Erdem yazısında farklı şeyler söylemektedir:

                “Her sene, yüzbinlerce memleketimiz parasının batması, bunun en bariz ispatıdır. Bu krizlik ticari inceliği, ileri görüşlü bazı tüccarlarımız anlamış, tehlike çanlarının çalmakta olduğunu, bizim gibi görmüşlerdir.”

                Ne olmaktadır? Her sene memleketimizin yüzbinlerce lirası nerde batmakta, kim batırmaktadır? Kriz nedir? Nerededir? Tehlike çanları niye çalmaktadır. Niye biz duymamaktayız? Ya tüccarlar?

                Kadınlarımız o gün, yevmiyelerini bitirdiler. Evlerine döndüler teker teker. Önce hafiften bir ev temizliği görüldü. Sonra okulda gelen çocuklarla ilgilenildi, bir şeyler atıştırıldı. Akşam yemeği hazırlıklarına başlanıldı. Belki vakit kalırsa ki, uzun günlü yaz aylarıdır ki vardır, konu komşuya bir baş uzatmaya da zaman olacaktır. Gidildi de.

                Ah neler yendi, neler içildi. Ne sohbetler, ne muhabbetler. Şen-şakrak kahkahalar!

                Doğrusu, kimse çalan çanları duyacak gibi değildi. Batan paraları da düşünecek halleri yoktu. Krizi görecek kimse de kalmamıştı.

                Oysa Cengizhan Erdem yazısında: “Memleketimizin yegâne kazanç ve iftihar kaynağı olan, bu güzide sanat kolunu ihya etmek, eski şerefli ve her taraftan aranır haline getirmek için neler yapmamız lazımdır, nasıl bir ıslahat icap etmektedir, madde madde tetkik ve izahatlarda bulunup meseleyi kangren olmaktan kurtarma-ya çalışacağız. Kangren olmaktan kurtarmaya çalışma kampanyasını, birkaç tefrika ile açıp, dökmeye başlayacağız.” demektedir.

                Söz konusu tefrika konularını da, 1. İmalat, 2. Reklam, 3. Pazarlama ve Satış olarak adlandırmaktadır ki, her biri kendi içinde tutarlı tespit ve örnekler ile işlenmiş bulunmaktadır. Çok da iddialı cümleler ile okuyucunun ilgisine mazhar olmaya çalışılmaktadır.

                “Tefrika konularını ayrı ayrı ele alacağız. Böylece meseleyi enine boyuna derinliğine eleştirip, düşündüklerimizi ve çarelerini ortaya koyacağız. Bunda hiçbir şahıs ve zümreyi hedef almış değiliz. Gayemiz elbirliğiyle bir memleket davasını, içinde yaşayan bizler olmak sebebiyle, yine kendimiz tarafından düzene koymak ve halletmektir. Bizi bizden iyi anlayan, göynümüze göre hareket eden olmaz.”

                Yıl 2019, aylardan Ekim.

                İzmir’deyim. Tefrikaların devamını okudukça öylesine üzülüyorum ki! İçimden feryat etmek geliyor. Bu frensiz, yokuş aşağı gelen, içi mazot dolu tanker nasıl görülmemiş? Niye görülmemiş. Üstelik birileri haykırmış, bağırmış, çağırmış. Yazmış. Neden? Neden?

                Hani insanın çaresiz olduğu, kaldığı haller vardır. Çaresizim. Ama öfkem büyük! O kadınları halı dokumaktan, kirkit kullanmaktan eden adamlara kızıyorum. Halı Memleketi olan kentimi, halısız bırakanlara kızıyorum. Memleketin binlerce lirasını kaybeden adamlara kızıyorum. Üzerimize gelen felâketi görmeyen adamlara kızıyorum. Yangın yerini bırakıp kaçanlara kızıyorum.               

                Sana da kızıyorum Cengizhan Erdem,  “ Bizi bizden iyi anlayan, göynümüze göre hareket eden olmaz” deyişine kızıyorum.               

                Bizi biz saymayanlara kızıyorum.. Göynümüze göre hareket etmeyenlere kızıyorum.                                 

                                               YAZI DEVAM EDECEK

YAZARLAR