Haldun CEZAYİRLİOĞLU


BİTMEYEN DERDİMİZ HALIMIZ (2)


                Geçen Sayıdan Devam :

                Yine 1970 yılındayız ve Haziran ayının sonlarına doğru gelmekteyiz. Günlerden 27 Haziran Cumartesi. Çarşı-Pazar öyle kalabalık, öyle canlı ki! Peynir pazarı, Söylemiş Camiinin etekleri, Yağcılar, Bezciler sokakları dolup dolup taşıyor. Ya yoğurtçu kadınların yere sere serpe yayılışları! Her şey tap taze, tertemiz. Demirci kaynıyor, taşıyor.

                Gündem Demirci pazarı ama o gün yayımlanan Hakiki Demircinin Sesi Gazetesinde, “Halımız 2” başlıklı yazısıyla devam ediyor Cengizhan Erdem anlatmaya, yol bulmaya:

                “Halıcılıkta imalatı izaha çalışacağız. Bu hususta şüphesiz en başta kalite, desen ve renk uyumu, kırkım, halı tesviyesi ve malzeme gelmektedir. Ki halıyı, halı yapan unsurlar bunlardır. Bu gün imal edilen 4 No tel ve 4 No ipler, rastgele kaskam (argaç) ve lalettayin ustalara dokutturulan ve sıyırdımları 15-18 - 20 arası halılara, bu devirde birinci ( Demirci Halısı) demeyelim.”

                Kesin bir tanım yapılmış ve kesin de bir sonuca ulaşılmış aslında. Halının ne olduğu, ne olmadığı konusunda da yeterince açıklama yapılmış da.

                Hatta izah olmamış da, biraz ders olmuş. Ders olmuş ama boşuna olmuş.

                Anlaşılan o ki, on binlerce evde, içlerinde anamız, kız kardeşlerimiz de olan o on binlerce kadın, halı tezgâhlarında halı dokumamışlar yıllardır. Demirci halısı dokumamışlar. İpler yanlış, kaskamlar rastgele, işçilik zayıf, sıyırdımlar eksik olmuş. İşte o zaman da halı olmamış, dokunanlar.

O kadınlar ki, her sıyırdımda, ya elleri buz kesti, ya sırtlarında bir ter aktı. Dondular, yandılar. Ya yemekleri azdı, ya da zamansız da öğün vakitleri.

Yevmiyeye geç başlamak en büyük korkuları, en büyük dertleriydi. Geç kalkmak halıdan, bir züldü. Bir eziyetti. Beceriksizlikti.

                Evden eve geçişleri bir hayalet eseriydi adeta, bir bakmışın varlar, bir bakmışın yoklar. O kadar hızlı ve atikler. Görülmek istemezlerdi kimselere öyle halı başı elbiseleriyle. Halı başı üstleriyle.

                O kadınlar ki, çalışkan, o kadınlar ki temiz, o kadınlar ki becerikli.

                Çarşıya, sokağa ve onların hükümlerine teslim olmuş o kadınlar, ne verdiyseniz onu dokudular! Ne verdiyseniz onu kattılar emeklerine. Ne dediyseniz onu yaptılar.

                Örnekçi sizdiniz!  Örnekleri siz boyadınız. Renkleri boyayan, boyatan sizlerdiniz. Desenleri çizen, gösteren sizlerdiniz. Kasgamı eğiren, dokuyan sizlerdiniz. İpleri numaralandıran da. Sıyırdımları sıralayan da.

                Dokunan Demirci halısı değil ha?

                Pazarı kaybettiren de, bu halılar öyle mi? O kadınlarımızın dokuduğu halılar.

                Krizi yaratanda, ağzımızı bıçak açacak hale getirmeyen de onlar.

                Onlar hep sıyırdılar, ne verildiyse ellerine, önlerine ne konduysa onu sıyırdılar. Dokudular. Hep dokudular.

                Oysa “Kısa zamanda hem tüccarımızı, hem beldemizi dillere destan edecek, refaha kavuşturacak formül bile bellidir: Hemen başlamalıyız, tel ve iplerde ince numaralara geçmelidir. Mesela 6 No tel çözgü ve 58-60 No ip (atkı) ilme kullanmalıyız. Argacın da  (kaskam) orta veya iyisini kullanarak, sıyırdımı hiç olmazsa 25-30 arası kontrolde tutmalıyız. Hatta birçok imalatçımızın bilip tatbik etmedikleri 12-18 ve 18-26 tel, atkı orantılarını tatbik etmek bu meyanda tecrübeli, dinamik, zevk sahibi, eli çabuk ustalara iş emanet en mühim ve kaçınılmaz bir zarurettir.”

                Evet, en ince ayrıntısına kadar yazılmış bir reçetedir bu yazılanlar. Hem tüccarımızı, hem beldemizi dillere destan edecek, refaha kavuşturacak bir reçete.

                Teknik ilaveler, teknik değişiklikler isteyen bir reçete. İpler, atkılar, kaskamlar ve sıyırdımların değiştirildiği, deyim yerindeyse sıkı bir diyetin öne-rildiği bir reçete. Hayatında baştan sona değişiklik isteyen bir reçete. Taviz kabul etmeyen, etmeyecek bir reçete.

                Devamı var bu reçetenin, hani demişti ya, “bu meyanda tecrübeli, dinamik, zevk sahibi, eli çabuk ustalara iş emanet en mühim ve kaçınılmaz bir zarurettir.” diye,  işte devamı bu reçetenin en acı veren kapsülüdür adeta:

                “ Bu gün 6 lira yevmiye içinde 70 yaşındaki nineden tutun da, 10 yaşındaki acemi çocuğa kadar herkes, halıyı dokuyorum demektedir ve bu dokunan halılar her yerde, anlayışlı müşteri önünde sırıtıp alay etmektedir. Netice itibariyle dokunan şey Demirci Halılarının kefeni olduğunu hiç kimse çıkıp ta söyleyemiyor”

                Suç yine onların oldu öyle mi? 7’den 70’şe kadınların oldu öyle mi? Suç anamdaydı. Suç Sıdıka teyzemdeydi. Nimet ablamdaydı ha?

                1970 yılının Haziran ayının sıcak günleri başlamıştır çoktan Demirci’de. O kadınlarımızı halı başında, kendilerine verilen örneğe bakarak ve yine kendilerine söylenen sayıda sıyırdım yaparak halı dokumaktadırlar.

                Ve henüz buzdolapları her eve girmemiş, içi yanan o kadınlar, sokaklarda top oynayan mahallenin çocuklarına seslenerek, Hacı Baba’dan bir sürahi su doldurup getirmelerini istemektedirler. Öyle soğuktur ki Hacı Babanın suyu. Buz keser. İçince serinletir. Adamı kendine getirir.

                İçilen her yudum sudan sonra, duyulan ilk cümle, “Ölmüşlerinizin ruhuna varsındır.”

                Ölmüşlerinizin ruhuna varsın!

                                               YAZI DEVAM EDECEK

YAZARLAR