Harun DOĞRUYOL


BOZ EŞEK

"... Babası yerden taş alıp eşeğin ayaklarına doğru attı. Taş yere vurunca kıvılcım çıkardı. Eşek ürktü, ön ayaklarını havaya kaldırdı yüksek sesle anırdı, koşarak kayboldu. Bir müddet daha yürüdüler. Kerem’in gözleri kapanmaya başladı. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu, üşüyerek uyandı..."


               Kerem, kulağı babasının sırtına dayadı, babasının kalp atışlarını duyabiliyordu. Motor hırıltıyla ormanın içinden geçerken sanki ağaçlar iki yana yatırıyordu; sanki motorun da kalbi vardı ve kalbi atıyordu. Her şey çok güzeldi. Çiçekler güzel kokuyordu, dallarda kuşlar ötüyordu, küçük bir dere yaylanın ortasında kıvrılıyordu. Birden yalpalamaya başladılar. Motor önce sola sonra sağa yattı sonra yere düştüler. Kerem’in pantolonu yırtıldı, dizi kanadı. Buğday çuvalı delindi, buğday yola saçıldı.

               - Baba!! motor devrildi.

               Babası belini tutarak doğrulmaya çalışıyordu.        

               - Yok bi şey oğlum, küçük bir kaza.

               Lastik patlamıştı. Babası motorun çevresinde döndü. Biraz söylendi, sonra Kerem’den kuru dal toplamasını istedi. Kerem topladığı dalları motorun yanına yığdı. Babası bir tutam ağaç yosununu çakmakla tutuşturup ateş yaktı. Güneş kaybolmuş, yıldızlar birer ikişer yanıp sönmeye başlamıştı. Lastiği pompa ile şişirdi. Lastikten tıs sesi geldi. Deliği eliyle kapadı.

               - İşte buldum. Patlak burada.

               - Nasıl tamir edeceksin baba?

               - Patlağın üstüne yama yapacağım.

               Babası yarım saat kadar uğraştı. Ateş gittikçe zayıfladı. Yüzlerinin bir tarafı kırmızı, bir tarafı karanlık oldu. Omuzlarına siyah bir renk çöktü.

               - Yürüyeceğiz, çare yok.

               - Karanlıkta nasıl yürürüz baba?

               - Yakında bir köy var. Bir traktör buluruz. Geri dönüp motoru alırız.

               - Dayımlar bizi merak etmez mi baba? Hem buğday çuvalı ne olacak?

               - Hadi, bana yardım et. Eşyaları topla, ateşin üstüne toprak at. Hadi, sallanma.

               Gökte ay parlaktı. Yolu seçebiliyorlardı. Ama her an ağaçların arasından bir ejderha çıkacak gibi geliyordu Kerem’e. Kerem cebindeki küçük çakıyı yokladı.

               - Baba bu dağlarda ejderha var mıdır?

               - Yok, oğlum ejderha ne gezer bu dağlarda. Zaten dünyada ejderha diye bir şey yoktur.

               Karanlıkta babasının yüzünü zorlukla seçebiliyordu.

               - Domuz var mıdır baba?

               - Vardır, ama kokumuzu alınca bizden uzak dururlar.

               - Kurt var mıdır baba?

               - Vardır oğlum. Onlar daha yükseklerde yaşar.

               Hızlı yürümekten nefesi kesiliyor, babasına yetişmeye çalışıyordu. Kocaman ağaçlar, arkasından koşuyormuş gibi gözüküyordu.  Karanlık mağaralardan ejderhaların kendilerini izlediğini düşündü. Bir tıpırtı duydular. İkisi de durdu.

               - Baba, dedi Kerem fısıltıyla.

               Babası sus işareti yaptı. Birkaç dakika hareketsiz kaldılar. Hiçbir ses duyulmuyordu.

               - Kurtlar olabilir baba. Yükseklerde üşümüşlerdir.

               Yol kenarındaki bir ağacın arkasına geçtiler. Kerem cebindeki çakıyı bir kez daha yokladı. Önce kocaman iki kulak ortaya çıktı. Sonra ayaklar göründü, en sonda uzun bir kuyruk. Gecenin karanlığında sırtındaki gümüş tüyler parlıyordu. Tam hizalarında durdu, iri dişlerini gösterdi ve birden aiiiii, aiiii diye anırmaya başladı.

               - Hay Allah, eşekmiş.

               - Baba, gece vakti dağda eşek ne arıyor?

               - Salma eşek bu oğlum. Eşekler ihtiyarlayıp yük taşıyamaz olunca sahipleri onları dağa bırakır. Bu garipler ya buralarda ölür kalır ya da kurtlara yem olur. İnsan kokusu duyunca arkamıza takıldı galiba.

               - Yazık, onu eve götürelim, kurtarmış oluruz baba.

               - Hayır, onu eve götüremeyiz.

               Babası yerden taş alıp eşeğin ayaklarına doğru attı. Taş yere vurunca kıvılcım çıkardı. Eşek ürktü, ön ayaklarını havaya kaldırdı yüksek sesle anırdı, koşarak kayboldu. Bir müddet daha yürüdüler. Kerem’in gözleri kapanmaya başladı. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu, üşüyerek uyandı. Üstünde babasının ceketi vardı. Eğrelti otları ve sümbüller altında ezilmişti. Karşıda dağların ortasında kıpkırmızı bir güneş belirdi. Demek sabaha kadar burada kalmışız, diye düşündü Kerem.

               - Ne oldu baba, Neredeyiz?

               - Yayladan geçerken orman yollarından birine sapmışız yanlışlıkla.

               - Ne yapacağız şimdi baba.

               - Geriye dönüp büyük yaylayı bulacağız. Oradan yolumuzu buluruz. Şu kayanın altından su çıkıyor. Elini yüzünü güzelce yıka da yola çıkalım.

               Tam ayağa kalkmışlardı ki bir anırma sesi duydular. Ardından insan sesleri geldi. Ağaçların arasında birden dayısı ve oğlu Ali belirdi. Yanlarında bir çoban vardı. Arkalarında ise boz eşek duruyordu.

               - Kardeşim, dün bekledik, bekledik gelmediniz, çok telaşlandık. Sabah ezanında aramaya çıktık. Yolda bir çobana rastladık. Sağ olsun sizi bulmamıza yardım etti. Bizi bu boz eşek getirdi. Karanlıkta sizi takip etmiş galiba, dedi dayısı.

Babası, hayretle eşeğe baktı. Kerem eşeğin boynuna sarıldı. Eşek o kadar yüksek bir sesle anırdı ki ağaçtan birkaç yaprak düştü.

YAZARLAR