Kıpkızıl şafaklardan masmavi bir güneş doğdu. Güneş, mavi, masmavi kocaman bir top gibi Nif Dağı’nın üstünden çıkardı başını. Gök-yüzü, İzmir’i çevreleyen irili ufaklı tepeleri Türkiye ile Yunanistan arasında bir türlü barış denizi olamayan Ege’yi, ona batıp çıkan martılarla birlikte gözümün ufkunun dışına taşan her yanı maviye çevirdi… Mavilerle uyandığım güne, Mavili’yi düşleyerek başladım, ne güzel!
Tek düze yaşamın bir parçası: Her sabah arabama binip işime öyle giderim. O sabah yine öyle oldu. Arabanın marşına dokunur dokunmaz saniyede “hart” diye aldı. Birkaç dakika motorun sesine kulak verdim; sonra da vitesi takıp yola koyuldum.
Gün güzel başladı…
Belediyenin mahallemiz için gönderdiği özel temizlik görevlisi sokakları silip süpürmüş; bir arazör de buz gibi yıkamış her tarafı. Sokaklar temizlik, hava toprak kokuyor, ne güzel, ne güzel! İşe gidenler sözleşmiş gibi kaldırımlardan yürüyor, ne harika!
Gün güzel başladı...
Kimse karşısından beklemeden selam veriyor: “Günaydın, hayırlı işler, iyi günler, iyi sabahlar, selamünaleyküm… Esnaf kepenkleri kaldırır kaldırmaz, yandaki ilerisindeki kom-şularına bol, hayırlı kazançlar diliyor, ne güzel! Özel otoların sürücüleri, durağa yürüyenlere “ben Bornova; ben, Konak istikametine gidi-yorum, uygunsa buyurun!” diyor.
Minibüsçülerin kimileri, Dede Efendi, ki-mileri Münir Nurettin, Zeki Müren dinlerken; kimileri de Üstat Mahsuni’den: “Kötü huy gelmez asla cihana // Yolcu yürüyemez yola bahane yi… sonra da Sabahat Akkiraz’dan bir Sümmani deyişini dinliyor: “Ceylan gözlerine kurban oldum // Tanrı selamını almaz mısın? // Mevla, sizi süs için mi yarattı…” Cana, dostluğa selam yolluyorlar, ne güzel!
Duraktaki yolcular otobüse binmek adına birbirlerini ezmiyor, bir nizam içinde sıranın kendilerine gelmelerini bekliyor.
Bir yurttaş belediyenin sulamaya yetişemediği ağaçları suluyor; bir diğeri okula beslenme çantasız giden bir kız çocuğuna: “Kızım bugün beslenme çantan benden,” deyip yandaki pastaneye götürüyor. Nöbetçi müdür yardımcısı gülen yüzüyle tek tek selamlayarak alıyor öğren-cileri içeri… Öğrenci velileri: “Para, para, para… Paralı eğitim mi bu deyip öğretmenlere, sisteme ağız dolusu küfür etmiyor… Okul müdürü, öğretmenlerini, başöğretmene yakışır bir edayla, “iyi dersler sevgili öğretmenim, başarılar güzel öğretmenim,” diyerek uğurluyor sınıfa, ne güzel!
Bugün, gün güzel başladı…
Şehir meydanına dikilen, bağımsızlığın, ulusal onurun nişanesi Cumhuriyet anıtının önünden geçen yaşlısı, genci; erkeği kadını herkes Cumhuriyeti kuran nice adsız kahramana, insan olmanın özgür yaşamak, onurlu yaşamak olduğunu belirten, mazlum ülkelerin bağımsızlık sembolü Mustafa Kemal’e şahadet ediyor. Her yaptığını halka soran, her yaptığını halkla birlikte gerçekleştiren büyük insan, seninle aynı ulustan olmaktan tarifi imkânsız bir gurur duyuyorum. Büyük insan, sesinle aynı atmosferin havasını teneffüs ettiğim için, sözcüklerle anlatılamaz bir sevinç duyuyorum. Seni anlamayanları, işlerine geldiği gibi yorumlayanları, ulusal kaynaklarımızı talan edenleri bir türlü içime sindiremiyorum. Ama yine de gün güzel başladı. Bir zorlama olmadan, herkes sana selam durmuş, ne mutlu!
Bugün, gün güzel başladı…
İnsanlık âlemi, batı teknolojisinin çağdaşlaşmak değil; savaş sanayi olduğunu, kültürün, batıdan değil de doğudan dünyaya yayıldığını gördü, ne mutlu! Asya, Orta Asya ulusları kaderlerini kendileri çizmeye karar vermişler, ne güzel, tekmil doğu ulusları bir araya gelmiş, ellerinde adalet kılıcı, ellerinde Mustafa Kemal posterleri, dillerinde Mustafa Kemal sözleri, “insan olmaya geldik, biz de bu dünyaya,” diye haykırıyorlar ne güzel!”
Bugün, gün güzel başladı...
İrili ufaklı devletlerin başkanları bir araya gelmiş, kan kusan, ölüm saçan silahları bir alana yığmışlar, el birliği ile yok ediyorlar ne güzel!
Bugün, gün güzel başladı…
Tarlada çalışan Irgat Osman, fabrikadaki İşçi Mehmet, Patron Rahmi, Öğrenci Ezgi, Selma, Esma Sultan, Öğretmen Celal, Öğretmen Niyazi, İsmet, Hayriye, Ali Rıza, Muzaffer, Ömer… Köy Enstitülü Ramazan Karaköse, İtfaiyeci Tayyar, Tezgâhtar Nevin, Tapu Sicil Memuru Fadıl, Âşık Kerem… Aslan yatağını zapt eden tilkiler (!), şahin yuvasındaki kargalar (!)… el ele vermişler, cumhuriyet çocuğunu dünyaya getiriyorlar ne güzel!
Bugün, gün güzel başla… gün güz… baş… derken:
Çığlık… çığlık… çığ… çığ…
Evin saçağının altında, duvarın hemen kıyıcığından gelen bir inilti, yürekleri dağlıyordu. On sekizinde var yok, bir genç kızın sesiydi bu. Oraya yöneldim. Aman Allah’ım, o ne güzellik, Mevla özene bezene ne de güzel yaratmış! Gözlerinin karası, akan yaşlarla daha bir açılmış, bir ressamın fırçasından çıkmış dudakları; incecik beli, upuzun kapkara saçları, harika fiziği ile bir zarafet abidesi… Giydir, kuşandır, pudrala, boyala…işte sana sertifikalı bir dünya güzeli… Lakin umutları sömürülmüş, yarınları karartılmış. Cep telefonu kontörü… Sonra da onu kirletenler bir çuval içinde buraya boşaltıp gitmişler, çok yazık!
Çığlık… çığlık… çığ… çığ…
Çığlık… çığlık… çığ… çığ…
Etopya’dan, Somali’den, Nijerya’dan, Irak’tan, Anadolu köylerinden gelen açlık manzaraları, “bugün, gün güzel başladı,” düşsel yolculuğundan, ötelerden, çok ötelerden alarak, bugüne, şimdiye getirdi beni. Her yerde, dünyanın ulaşılır, ulaşılmaz her yerinden çığlıklar yükseliyor… Bugün olmazsa yarın, gün güzel başlayacak. Yarın, güneş kıpkızıl şafaklardan masmavi doğacak! Yarın bütün kâinat, tekmil yaratıklar maviye kesecek. Türkülerimizi söyle-yebilmek, ikrarım sana ey güzel dost diyebilmek için el ele tutuşacağız. El ele tutuşup yeleleri maviden al atlarımıza binip Mavili’nin diyarı yıldızlara süreceğiz. Yıldızları ellerimize alıp uçurtmalarımızın kuyruklarına takacağız…
Yarın gün güzel başlayacak, inan! İnanın, yarın gün güzel başlayacak!