İlknur BURSALI


Canan TAN (Ropörtaj)


Canan TAN;  edebiyatımızın en yaratıcı ve üretken yazarları arasında yer alıyor. Eserlerinde toplumun her kesiminden farklı kadın ve erkek karakterlerine yer veriyor; özgün bakış açısıyla okuru içine çekiyor. Romanlarında bulunan kahramanları içimizden biri oluyor, usta kalemiyle ölümsüzleştiriyor. Her geçen gün artan okur kitlesiyle yazınsal eserleri her evde anıların gölgesiyle yerleşiyor kitaplık raflarında… Okurken satırlar hayatın içerisinde akıp gidiyor; geçen zaman içerisinde ise eserlerine olan ilgi ve sevgiyle çoğalan okurları ekleniyor.

Belki de Canan TAN’ın bu kadar okunan yazarları arasında olmasını sağlayan en büyük etken eserlerini içimizden biri olarak kaleme alması…  

Canan TAN’a hikâyelerinde, tanık olduğu yaşanmışlıklar rehberlik ediyor. Başıbozuk Sevdalar kitabından bahsedecek olursak roman bazı mekânlar dışında, tümüyle kurgu ürünü. Şiir isimli genç bir kadının yaşadıklarına ve aşkı her bulduğunda nasıl kaybettiğine odaklanıyor. Şiir’in yolculuğu boyunca ‘günümüzde aşkı bulmak gerçekten bu kadar zor mu’ diye düşünmeden edemiyorsunuz. Canan Tan, ilişkilerin neden bu kadar çabuk tükendiğini şöyle anlatıyor: “Emek verilmeden, çabucak tüketilen ‘fast food’ yiyecekler gibi tüketiliyor sevgiler de. Aşk değil, aşkımsı yakınlaşmalar çoğu. Günübirlik yaşanıyor, akşamdan sabaha tüketiliyor. Yazık ki, elimizden ‘Nerede o eski aşklar!’ demekten başka bir şey gelmiyor. Diye belirtiyor. İnsanların artık göründükleri  gibi olmaması da günümüzün trajik gerçeklerinden biri. Karşınıza çıkan insanı gerçek kimliğiyle tanımanız çok zor. Ancak yaşanılan geri dönüşsüz olumsuzluklarla yüz yüze gelince ayılıyorsunuz. O zaman da iş işten geçmiş oluyor.”diye ekliyor.

Romanlarında karaktere ayrı bir özen veriyor, erkek kahramanlarımı da en az kadınlar kadar kollarım diye özellikle belirtiyor.“Erkek kahramanlarımı da en az kadınlar kadar sever ve kollarım ben. ‘Issız Erkekler Korosu’ adlı romanımın tüm kahramanları mağdur erkeklerdir. ‘Pembe ve Yusuf’un başkahramanı da gene erkek.”her romanımda erkek kahramanlarım özel bir yerdedir ’diyor.

 

 

Nerede doğdunuz?

Ankaralıyım. Orada doğup büyüdüm...

 Yazıyla derin dostluğunuz, edebiyat çevreleri ,okurlarınız tarafından biliniyor. Ama biz, sizden dinlemek istiyoruz. Edebiyatla yolculuğunuz nasıl başladı? Kitaplarla ilk buluşmalarınız hangi zamana rastlıyor?

                                                                    
Ankara Kız Lisesi’ni dereceyle bitirdim. Çok başarılı bir öğrenciydim, fen kolunu bitirdim. Üniversiteyi 72’ncilikle, ilk 100’e girerek kazandım... Eczacılık fakültesini bitirdim. Ama lisede edebiyat öğretmenimle beraber okul gazetesini çıkaran bendim. Yani o zamandan başlamıştım. Lise son sınıfta, şiir yarışmasında kupam vardı. Hisar dergisinin düzenlediği bir yarışmaydı. Jüri üyelerinden birisi İlhan BERK’ti. Devamlı yazıyordum. Kompozisyonlarım çok iyiydi. Deneme ve öykülerim de vardı. Bir edebiyat öğretmenim fark etti. Evle ilgili bir kompozisyon ödevinde, ikiz kardeşimi yazmıştım. Oysa ben tek çocuğum. “Kurgulama yapabiliyorsun ifadelerin de çok güzel” dedi. 

Neden eczacılık fakültesine gittiniz? Aileniz mi etkili oldu?

Basın-yayın bölümüne gitmeyi istedim. Biraz ailem etkili oldu...

Babanız ne iş yapıyordu? Yazmaya ilgi aileden mi geliyor? 

Babam İller Bankası’nda müfettişti. Bakan Danışmanlığı da yaptı. Annem lise mezunu. Ama bankacıydı o da. Babamda ilgi vardı. Aziz NESİN okurdu çok. Mizaha ilgimi oradan aldım. Türkiye’deki ilk ve tek kadın mizah yazarıyım. Aziz NESİN ödülü, Rıfat ILGAZ ödülü nereden geliyor? O okuma alışkanlığından. Babam eczacılık bitirmemi, Ankara’da eczane açmamı istiyordu. Ama her şey fakülteden sonra farklı oldu. Eşimle üniversitede tanıştık. İki sınıf farkımız var ama arada 6 yaş fark var. Eşim Diyarbakırlı. Ben okulu bitirince 21 yaşımı doldurmadan Diyarbakır’a gelin gittim. Piraye gibi... 

 

Aileniz evlenip Diyarbakır’a gidişinizi kolay kabul etti mi peki bu kararı vermek belki de bir dönüm noktası?

Hayır, kabul etmedi. Tek çocuğum tabii ki. Ama bir de gitmesem ne olacak? Aklım kalacak. Diyarbakır’a gittim, 12 yıl kaldım. İki çocuğum oldu orada. Diyarbakır beni yazın konusunda geri bıraktı. En azından bir 10-15 yıl geri bıraktı.

Diyarbakır’dan İzmir’e gelişiniz nasıl gerçekleşti?

Bir doktor arkadaşım vardı. Yedi yıl Diyarbakır’da beraber olmuştuk. Çocuklarımızı beraber büyütmüştük. O buralıydı. Ve buraya geldikten yedi ay sonra kaybettim. Kanserden... İzmir’i çok sevdim. Biz zaten Diyarbakır’a iki yıllığına gitmiştik. Ama evdeki hesap çarşıya uymuyor. 12 yıl kaldık. Çocuklar ilkokulu bitirdikten sonra geldik. 

 

 Romanlarınızda karakterlerinizi yazınsal süreç içerisinde gündelik hayatınızda ne kadar hissediyorsunuz? Bizler okurken o anı yaşıyoruz peki ya siz?

 Yazdığım roman ya da öykünün kahramanıyla abartılı biçimde bütünleşiyorum. Ve yazma süresi boyunca farklı bir kişilikle dolanıyorum ortalıkta. Dışarıdan bakanlar fark etmiyor bile. Bense kişilik karmaşası yaşıyorum. Ancak kitap bitip de son noktayı koyduğumda kendim olabiliyorum.

 Ne zaman yazıyorsunuz yüreğinizin sesi size eşlik ettiğinde yer zaman önemli oluyor mu?

Günün hangi anı ve saatinin beni yazmaya teşvik ettiği belli olmuyor. Bazen hiç beklemediğiniz bir anda yazacak bir şeyler beliriyor. Yüreğinizde ya  da beyninizde. O anda not almazsanız, geçmiş olsun. Akşamüstü saatlerinin, çalışma odama kapandığım yoğun yazma dönemlerinde daha bereketli olduğunu söyleyebilirim.

Yazarken olmazsa olmazım sessizlik! Yabancı birileri olmayacak evde. Yalnızca ben ve kahramanlarım... Bazen yazarken öylesine kaptırıyorum ki kendimi ağlayarak satırlar arasında dolaşıyorum. Tam o anda bazen eşim odamın kapısını tıklıyor: biz acıktık bir şeyler sipariş vereceğiz sende ister misin? İşte o an çok zor oluyor benim için. Düşünün romanın en can alıcı noktasındasınız ve kapınız çalıyor bir şeyler yer misin? Elbette ki sizlerin yaşadığı duygusal geçişlerin tamamını yazarken ben fazlasıyla yaşıyorum ağlıyorum, gülüyorum tüm hislerimiz ortak diyebiliriz.

 

Yazın hayatına mizah öyküleri ve çocuk edebiyatı dalında eserler vererek giren, okurlarıyla arasında özel bir bağ kurarak kitaplarıyla düşündüren, eğiten, öğreten araştıran içimizden biri olarak kalmayı başarabilen muhteşem bir isimsiniz. Okurlarınıza çok değer veriyorsunuz bu bizler için gerçekten çok anlamlı.

 

 Mizah öykülerinden, klasik öykü türüne, çocuk kitaplarından, romana, oradan şiire uzanan çalışma alanınız mevcut. Her alanda başarılı olmanızı sağlayan etken nedir? Kendinizi en yakın hissettiğiniz ve en özgür olduğunuz tür hangisi?

 

Değişik türde eser veren tek yazar ben değilim. Hem şiir, hem öykü, hem de roman yazan pek çok yazarımız var. Ancak işin içine mizah ve çocuk edebiyatı da girince yelpazeyi biraz fazlaca genişletmiş oluyoruz.  Değişen duygu durumları ve zihinsel birikimler farklı türlere yöneltiyor beni. Bu türler arasında keskin ayrımlar yapamam. O an hangi kitap üzerine yoğunlaşmışsam kendime en yakın hissettiğim odur.  Yazmak özgürlük demektir zaten. Kendinizi özgür hissetmeden tek satır yazamazsınız. Yazsanız da doğal olmaz, bir yanıyla okura yansır yapaylık.

 

 Romanlarınızda ikili ilişkiler ve genç karakterler üzerinde yoğunlaşıyorsunuz. Kahramanlarınızı ve konularınızı seçerken hep bir mesaj verdiğinizi düşünüyorum satır aralarından yaşamın gerçeklerine uzayan bir çizgi var

 

 Genellikle aşk romanı yazdığımı varsayanlar yanılıyorlar. Bir yazarın bir ya da iki kitabı okunarak bu tür genellemeler yapılmamalı. Romanlarım arasında bir tek salt aşk romanı var: Yüreğim Seni Çok Sevdi. Gerçekten çok sevilen ve her yaştan kadının ve erkeğin okuduğu, şiirlerle örülü, tam bir aşk romanı. Yıllardır çok okunan kitaplar listesinden inmiyor.

Diğerlerinde de aşk var tabii. Ama başrolde değil. Ana konunun yanında önemli bir motif olarak. Örneğin Piraye Güneydoğu’da geçen bir töre romanıdır. Eroinle Dans Türkiye’de madde bağımlılığı hakkında yazılmış ilk ve tek romandır.”En Son Yürekler Ölür “ise yine bir ilk. O da Türkiye’de organ nakli konusunda yazılmış ilk ve tek roman. İz , bambaşka bir konu ve anlatıma sahip. Aşk, yok denecek kadar az. Sızılı bir baba kız öyküsünü işliyor. Psikolojik gerilim, polisiye tadı var diyor okuyanlar. Issız Erkekler Korosu, toplum içinde ezilmiş erkeklerin öykülerinden oluşan farklı türde bir kitap. Öykülerimde ise her yaştan bin bir ayrı karakter ve onların hayatları var. Kalemim aracılığıyla, yalnız ikili ilişkileri değil, yaşam ve toplum içindeki duruşlarını da sergiliyorlar. Kelepçe, bu defa da, içeridekileri yazmak istedim. Cezaevine girdim. İzmir Aliağa Kapalı Kadın Ceza İnfaz Kurumu’na… Benim aklımda filmlerden filan başka bir cezaevi konsepti vardı. Meğer değişmiş. Artık öyle değil. Hele beni kabul ettikleri yer, örnek bir cezaeviydi. Bir kere o eski koğuş sistemi yok. Artık kocaman hangar gibi bir yerde, ranzalarda yatmıyorlar. Amaç, bütün cezaevlerini bu hale getirmek. İki katta, toplam 11 oda var. Hepsi de geniş bir kullanım alanına açılıyor. Alt katta beş oda var, üst katta altı oda. Her odada bir karyola, etajer ve dolap var. Diyorlar ki, “Kendi küçük buzdolabınızı, televizyonunuzu koyabilirsiniz ve orada bir hayat kurabilirsiniz!” Ama konforlu da olsa, nihayetinde hapissin tabii, öyle dünya kurmak filan kolay değil. İçerisiyle dışarısı arasında beş saniye fark var… Bence en çarpıcı olan bu!İçerideki hayatlar bu kitapta anlatılıyor.

 

Benim için milat sayılabilecek ilk romanım Piraye demiştiniz. Piraye benin demiştiniz.İlk romanınız Piraye’den bahsedelim biraz da….  

 

 Yazın hayatımın ilk yılında mizah öyküleri ve çocuk edebiyatı dalında eserler vermiştim. İlk klasik öykü kitabım olan Çikolata Kaplı Hüzünler, 2002’de çıktı. Piraye’nin doğum yılı: 2003. İlk romanımdı ve çok ilgi gördü. Daha birinci ayında ikinci baskıya girince farklı bir şeyler olacağını hissettim. Evet, Piraye gerçek bir milâttır benim için. Daha sonra çıkan kitaplarımın ve benim yolumu açmıştır çünkü. Geniş okur kitleleriyle kucaklaşmamı sağlamıştır.

 

Eroinle Dans adlı kitabınız Eczacılık mesleğinizin size yazınsal anlamda okurlarınıza armağan ettiği bir kitap olduğunu düşünüyoruz. Kitabı yazarken eroin ya da diğer maddeleri kullanan ya da kullanıp bırakan kişilerle görüştünüz uzun bir araştırma döneminden bahsettiniz bu süreci sizden dinlemeyi çok istiyoruz?

 

Madde konusunda, eczacılıktan gelen bir bilgi birikimim zaten vardı. Ancak inceleme ve araştırma konularında son derece titiz davranırım. Eroinle Dans’ın, yalnız inceleme süresi iki yılı buldu. Psikiyatrlardan, Amatem’den, konuyla ilgili uzmanlardan bilgi aldım, çok sayıda yerli ve yabancı kitap okudum. Hikâyemi o bilgilerin üzerine, kurgulayarak inşa ettim. Bağımlı ve kullanıcı olanlarla daha sonra tanıştığımı itiraf etmeliyim. Ancak, “Sizin damarlarınızda da eroin gezdi mi?”, “Siz de Amatem’de mi tedavi gördünüz?”, “Bizim mekânlarda mutlaka bulunmuşsunuzdur, çok iyi anlatmışsınız oraları, ” diyenler çok oldu.

 

 En Son Yürekler Ölür’de, organ naklini konu almışsınız. Organ nakli üzerine nasıl bir çalışma yaptınız? Birçok anınız var imza günlerinde yaşadığınız bu kitabınızın sizi etkileyen bir paylaşımı oldu mu bizimle paylaşır mısınız?           

 

 Bu kitapta da, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden yardım aldım. Organ koordinatörleri, çok sayıda nakil ameliyatı yapmış uzman doktorlarla ve öğretim üyeleriyle uzun görüşmelerimiz oldu. Ayağımda galoş, üzerimde steril önlüklerle yoğun bakım ünitelerinde yatan, bu dünyayla öbür dünya arasında sıkışıp kalmış, Araf’taki hastaların yanına girdim. O duyguları başka türlü yansıtamazdım.

           

Demirci Eğitim Fakültesi’nde yaptığınız söyleşide “Gözlemlerim o ki, bağımlı olmak için kopuk ailelerden gelmek gerekmiyor. Genetik yatkınlığa inanıyorum” dediniz. Bu kanıya nasıl vardınız?

 

 Bu yalnız bana ait bir sav değil. Genetik bilimi zirveleri zorluyor. Çok ilgimi çeken bir konu, elimden geldiğince gelişmeleri takip etmeye çalışıyorum. Uzmanlarca yapılan gözlemler, sigara içmeyi bile genetik yatkınlığa bağlıyor. Sigaranın, kullanıcılardan bazılarında kanser yaparken, diğer bir grupta kansere rastlanmaması da genetikle açıklanıyor. Toplumsal baskıyla değil de kişisel hoşlanmama nedeniyle ağzına içki koymayan kişilerle alkolikler arasındaki fark da kromozomlarımızda, genlerimizde yatıyor. Madde bağımlılığı da...

 

 Eczacı olmanızın yazın hayatınızda ne kadar etkin olduğundan bahseder misiniz?

 

Sözünü ettiğim şu son iki kitabı, Eroinle Dans’la, En Son Yürekler Ölür’ü eczacı olmasam yazamazdım. Çünkü tıbbi incelemeyi yaparken de bir temeliniz olması gerekiyor. Alfabeye A’ dan başlamak gibi bir şey. En basiti, kelebek set’in ne olduğundan habersiz biri, kendi kariyerinde zirvede bile olsa, az çok fikir ve bilgi sahibi olan birinden çok daha zor yol alır. Ama bu tür bir kitabı yazabilmek için, yalnızca bilgi ve deneyim yeterli değil tabii ki. Edebi bir anlatım dili de gerekiyor.

 

 Kitaplarınız dört üniversitede tez konusu olduğunu biliyoruz. Kitaplarınızın tez konusu olduğunda hangi duyguları yaşadınız?

 

Evet, bazı üniversitelerin edebiyat fakültelerinde mezuniyet tezi hazırladı gençler. Bütün kitaplarımı okuyup inceledikten sonra benimle söyleşi yaparak tezlerini teslim ettiler. Farklı araştırma ve inceleme çalışmaları yapanlar da oldu. Konu başlığı şöyleydi: “Canan TAN kitapları neden bu kadar yaygın okunuyor?” Türkiye’nin her tarafında, kadın erkek, genç yaşlı, profesör ya da ilkokul mezunu, işadamı ya da ev kadını, farklı kültürlerden, farklı kesimlerden gelen yüz binlerce insan ne buluyor bu kitaplarda?

 

Türkiye’de en çok okunan kadın yazarlardan birisiniz. En çok okunan yazarlar arasına girmenizi sağlayan unsurlar nelerdir sizce?

 

Yanıtını ben de bilmiyorum çünkü. Ancak okurlarımla aramda çok sıcak bir bağ kurulduğunu, kitap fuarlarında gösterdikleri yoğun ilgiden anlayabiliyorum. Sanırım onların yürekleriyle buluşmayı başardım, roman kahramanlarımda kendilerinden bir şeyler bulmayan tek kişi yok. Sözle ifade etmek güç, ama galiba ortak ve büyülü bir dil yarattık hep beraber, kitaplarım aracılığıyla o dili konuşuyoruz.

 

 Ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz? Yazmak yetenek işi midir? Öğrenilebilir mi?

 

Hiçbir zaman, “Artık yazar oldum,” demedim ben. Okurlarım hissettirdi. Onlara çok şey borçluyum. İlk başta yazma eyleminin çok okumak ve kendini yetiştirmekle mümkün olduğunu düşünürdüm. Yanlış! Öyle olsa bütün kitap kurtlarının yazar olması gerekirdi. Oysa küçücük bir metni yazmakta bile zorlanıyor insanlar. Dilekçe yazmayı beceremeyen yüksek öğrenimli aydınlarımız var. Göründüğü kadar kolay değil bu iş. Yol yordam göstererek, düzgün yazı yazmayı öğretebilirsiniz ancak. Yazar olmanın okulu yok. Edebiyat fakülteleri edebiyatı ve edebiyat tarihi öğretirler. Oysa Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Tarık Dursun K. gerçekleri var önümüzde. Bu üç değerli yazarımız da, yaşam koşulları nedeniyle ortaokuldan öte eğitim almamışlardır. Evet, yazmak yetenek işidir. Yanı sıra geniş bir hayal gücü, kurgulama yetisi ve edebiyat diline hakimiyet gerektirir.

           

 Türkiye’de kitap yayımlamak zor mudur? Bir kitabı yayımlatmak için hangi süreçlerden geçmek gerekir?

 

 Hem zordur, hem de kolay. Karınca kararınca bir şeyler karalayan herkes kitabını bir şekilde bastırabiliyor günümüzde. Ancak, geniş okur kitlelerine ulaşmak için, iyi bir yayınevinin eserinizi basılmaya değer görüp yayımlaması gerek. Zor olan  da bu. Ben de büyük güçlükler yaşadım. Eczacı olmam, edebiyat dünyasına girmekte en büyük engelim oldu. İlk kitabım (İster Mor İster Mavi/ 1996), bir yarışma sonucu İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlandı. O yarışma olmasa kolumun altına dosyamı sıkıştırıp yayınevlerinin kapısını çalmam gerekecekti ki, benim yapabileceğim bir iş değildi bu. Yazar adaylarına ışık tutabilecek birkaç önerim olacak. Öncelikle eserlerinden emin olsunlar. Herkes, “Benim hayatım roman,” diyerek kendini anlatır ya. Sizin hayatınız bir başkasını ne derece ilgilendirir? Kilit soru bu. Eserinizin mükemmel olduğundan eminseniz, bu işten anlayan birilerine okutun, fikir alın. Sonra da bilgisayar çıktısını alıp yayınevlerine gönderin. Basılmaya değer olup olmadığına editörler karar versin.

 

 “Hasret” mübadele döneminde yaşanmış bir aşk hikayesinden yola çıkarak hasret duygusunun çeşitli hallerini anlatıyor. Sanırım okumayan kalmadı Hasret romanınızı Demirci’de yaptığınız söyleşide de belirttiğiniz gibi ders kitabı olarak mı okudunuz ? demiştiniz çünkü tüm salonda herkes okuduğunu söylemişti.

Aile hikayesini paylaşan Olcay KÖKSAL’ a teşekkürünüzle başlıyor kitabınız. Hasret’e dair yolculuğunuz da var diye biliyorum uzun çalışmalar sonucunda dökülen satırların sizde uyandırdığı ilk duygu ne olmuştu?

Hikayeyle buluşma tarihim 2005 O zamanın İzmir Valisi Oğuz Kağan KÖKSAL’ın eşi Olcay Hanım kitaplarımın çoğunu okumuştu. Bir aile, hatta sülale hikayesinden söz etti bana, romanlaştırmak isteyip istemediğimi sordu. İlginçti, bir anda sarmıştı beni. Ancak tarihi yönü ağır basıyordu ve zorlu bir araştırma, inceleme gerektiriyordu. Biraz gözüm korkmuştu galiba. Araya başka kitaplar girdi. Ama “Hasret” aklımın ve yüreğimin bir köşesindeydi hep.
Olcay Köksal’la her buluşmamızda tazeleniyordu hikaye. İçimdeki bir ses, “Yazmalısın!” diyordu. 3 yıl önce kararımı verdim ve araştırma sürecini başlattım.

Romanınızın geçtiği yerlerde bulunma sebebiniz neydi?

 

 Keskin’e gittim önce. Romanıma mekan olan yerleri görmeden masa başına oturamazdım. Üzerinden yarım asırdan fazla bir zaman geçmişti ama o döneme ait ipuçlarını yakalamak zor olmadı. Eski evlerin iç ve dış düzenlemeleri, bahçelerin tanzimi, o zamanın aydınlanma yöntemleri (kandil, mum, sokak feneri), erkek ve kadınların giyim tarzları, yemek kültürü, gelenek ve görenekler... Selanik’e gittim ardından. Anadolu’dan giden Ortodoks Rum mübadillerle yüz yüze görüştüm. Duygusal anlar yaşadık. Kalamaria’daki Mübadele Tarih Arşivi Dairesi’ni ziyaret ettim. Oraya araştırma için giren ilk Türk olduğumu söylediler. Yılmaz Karakoyunlu ve Prof. Dr. Kemal ARI’dan, Lozan Mübadele Vakfı’ndan hazine değerinde bilgiler aldım. Onlarca kitap, doküman, makale okudum. Hazır olduğuma kanaat getirince de yazmaya koyuldum.

Gerçek yaşamdan alınmış bir hikayeyi yazmak, yazarın omzuna büyük sorumluluklar yüklüyor. Hele işin bir de tarihi yönü varsa! Anlatılanların özüne sadık kalmak, yanı sıra tarihi gerçeklikleri göz ardı etmemek zorundasınız. Bu konuda elimden gelen özeni göstermeye çalıştım. Bana anlatılan aile hikayesinde saklı tutulmaya çalışılan hiçbir şey yoktu zaten. Romanımın kahramanı Tacettin Bey’in hayatta kalan yakınlarından büyük bir anlayış ve yakınlık gördüğümü söylemeliyim.

Canan Tan, ilk şiir kitabı; “Şiirce” için; “Nasıl bir cesaret geldiyse üzerime, sonunda, yıllar boyu naçizane yazmış olduğum şiirlerimi yayınlamaya karar verdim” diyor. İlk şiir kitabı; “Şiirce” ile okurlarını şiirleri ile buluşturuyor. Kitabın önsözünde; “Nasıl bir cesaret geldiyse üzerime, sonunda, yıllar boyu naçizane yazmış olduğum şiirlerimi sizlerle buluşturmaya karar verdim. Bana kalsa kağıtların, defterlerin arasında kalacaktı hepsi. Ama siz istediniz!” diyen TAN, çekinerek şiirlerini gün yüzüne çıkardığını da itiraf ediyor. Oysa lise yıllarında yazdığı ve ödül alan şiiri; “Maskeli Balo” için onun ileride adından sıkça söz ettireceğinin ipuçlarını veren ilk eser demek yanıltıcı olmaz. 


 Başıbozuk Sevdalar yayımlanmış 10. romanı olmasıyla ilgili düşüncelerini “Roman maceramızın 10. dönümü, diyerek ifade ettiniz.

 ‘Başıbozuk Sevdalar’ ile ilgili bir soru yöneltilmişti bu çok hoşuma gitti sizinle de paylaşmak istiyorum; “Bana dediler ki ‘Ortada çok büyük olaylar var ama nasıl yaptınız da kahramanların hiçbirine kızamadık?’ Sanırım bir noktada yazdığım karakterleri seviyorum. Ben nefret etmedim siz de etmeyeceksiniz. Hatta empati kuracaksınız…

En sevdiği karakterlerinin hangileri olduğunu sorması üzerine yazarımız şöyle dedi: “En son yazdığım kitap benim için önemlidir ve bu kitap hâlâ çok taze. Oradaki karakterlerdir.”

Yazarlığın kendisi için vazgeçilmez bir tutku olduğunu ise, “‘Çikolata Kaplı Hüzünler’ ve benim için milat olan ‘Piraye’ geldi. Çok sattı ‘Piraye’. Ardından ‘Yüreğim Seni Çok Sevdi’yi yazdım. ‘Piraye’nin ve ‘Yüreğim Seni Çok Sevdi’nin 400 binin üzerinde baskısı var. Yazmak benim için nefes almak gibi, yemek yemek gibi bir uğraş” cümleleriyle anlattı.

Okurlarıyla arasında güçlü bir iletişim olan, kitaplarını imzalarken onların gözlerindeki ışıktan anlıyorsunuz bu karşılıklı sevgiyi “Okurlarım benim her şeyim… Onlar da beni önemsiyorlar. Aramızda bir tutku var. Güzel bir iletişimimiz var” okurlarımızla diye ekliyor.

Kitaplarıyla tüm okurların yüreğine dokunan Canan TAN son kitabında, ünlü bir astroloğun acılarla dolu yaşam öyküsünü romanlaştırdı. Gerçek bir hikâye olan SızıCanan TAN’ın kalemiyle okurları ile buluştu. Hepimiz bir anne kızın yaşanmış hikayesini sürükleyici bir anlatımla yüreğimizde hissettik. Astrolog bir kadın Efsun. Kendisi hepimizin tanıdığı ünlü astrolog Filiz ÖZKOL. Kaderi daha baştan olumsuz yazılmış. İstenmeyen bir bebek olmuş, doğduktan sonra da annesinden hemen hemen hiç sevgi görmemiş, hatta itilip kakılmış, horlanmış yaralı bir kadın… Annesinin emzirmeyi bile reddettiği Efsun’un, teyzesi ile anneannesinin şefkatiyle büyümesi, kısmen bu yaralarına merhem olmuş. Birkaç evlilik yapmış anne, aynı zamanda da çok acımasız. Annesi tarafından ezilmiş, sevilmemiş, aşağılanmış, kişiliği hiçe sayılmış bir kadın anlatılıyor.

Emeğiniz, kaleminiz, yüreğinizdeki o sonsuz sevginin dokunduğu okurlarınız adına tekrar teşekkür ediyoruz.

Canan TAN ; Türk Edebiyatına kazandırdığı değerlerle buluşmanın keyfini, yarattığı kahramanlarında hayatımızda belki de bugüne kadar fark etmediğimiz eksik parçasını bulabileceğimiz konuları ile, büyük bir duyarlılıkla yaşamın olumlu - olumsuzluklarını birleştirerek okurlarına hissettiren bitmeyen bir serüven. Onun konuları insandır, yaşanmışlardır. Saflığıyla tüm yalınlığıyla sevgidir. Tüm yazdıklarının özünde içi içine sığmayan dolup dolup taşan coşku dolu satır aralarıyla yoğrulan okuruyla buluştuğunda yüreklerde yankılanan, yüreğimizden kopup gelen o sesin tek sahibidir o…

Bizlere zaman ayırdığınız, önemsediğiniz ilçemize gelerek okurlarınızla buluştuğunuz, samimiyetiniz, eşsiz sohbetiniz, mütevaziliğiniz için sonsuz teşekkür ediyorum. İnanın sizi çok seviyoruz. Ne mutlu ki varsınız ve okurlarınızın yüreğine dokunuyorsunuz.

Sizlere bugüne kadar edebiyatımıza kazandırdığınız ölümsüz eserleriniz için tekrar teşekkür ediyoruz. Bizler için her zaman unutulmaz ve önemli olduğunuzu belirtmek istiyoruz. Tüm çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

 

 Canan Tan kimdir?

Canan Tan, Ankara’da doğdu. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunu. Yeni Asır (İzmir) gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Milliyet Pazar’da güncel olayları esprili bir dille yorumlayan yazıları yayımlandı. Mimoza dergisinde Çuvaldız, Kazete adlı kadın gazetesinde “Kazete-Mazete” adlı köşelerde yazılar yazdı. Yazarın öykü, roman, mizah ve çocuk edebiyatı çerçevesinde çok sayıda kitabı ve senaryo çalışmaları vardır.

Kitapları

Roman: Piraye, Eroinle Dans, Yüreğim Seni Çok Sevdi, En Son Yürekler Ölür, İz, Issız Erkekler Korosu, Hasret, Pembe ve Yusuf, Kelepçe, Başıbozuk Sevdalar, Sızı

Öykü: Çikolata Kaplı Hüzünler, Söylenmemiş Şarkılar, Aşkın Sanal Halleri

Mizah Öyküleri: İster Mor İster Mavi, Sol Ayağımın Başparmağı, Türkiye Benimle Gurur Duyuyor, Oğlum Nasıl Fenerbahçeli Oldu, Fanatik Galatasaraylı, Beşiktaş’ım Sen Çok Yaşa, Ah Benim Karım Ah Benim Kocam Gençlik Romanı: Yolum Düştü Amerika’ya

Çocuk Romanları: Sokaklardan Bir Ali, Beyaz Evin Gizemi, Sevgi Dolu Bir Yürek, Ah Şu Uzaylılar, Uzay Kampı Maceraları, Uzaylılar Aramızda

Çocuk Öyküleri: Sevgi Yolu, Arkadaşım Pasta Panda, Sokakların Prensesi Şima, Aliş ile Maviş dizisi

Ödülleri

Hürriyet (Kelebek) gazetesinin Senaryo Yarışması’nda Birincilik Ödülü / 1979 (Oğlum adlı eser, fotoroman olarak çekildi.);  1. Ulusal Nasrettin Hoca Gülmece Yarışması’nda 1. Mansiyon / 1988; Aziz Nesin Gülmece Öykü Yarışması’nda basılmaya değer görülen İster Mor, İster Mavi adlı kitabıyla, Türkiye’de mizah öyküleri kitabı olan ilk ve tek kadın yazar unvanı / 1996; BU Yayınevi Çocuk Öyküleri Ödülü, Sevgi Yolu / 1997; Rıfat Ilgaz Gülmece Öykü Yarışması’nda Birincilik Ödülü, Sol Ayağımın Başparmağı / 1997; İzmir Büyükşehir Belediyesi Çocuk Romanları Ödülü, Sokaklardan Bir Ali / 1997; 10. Orhon Murat Arıburnu Ödülleri’nde Akrep adlı öyküsüyle, Uzun Metrajlı Film Öyküsü dalında Birincilik Ödülü / 1999; Türk Kütüphaneciler Derneği’nden, Türkiye’deki bütün kütüphaneler bazında, En Çok Okunan Yazar Ödülü / 2010; Piraye romanıyla, İstanbul Kültür Üniversitesi’nden Yılın Kitabı Ödülü / 2012; Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nden En İyi Yazar Ödülü / 2013; İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Yılın En Beğenilen Yazarı Ödülü / 2014; İstanbul Kültür Üniversitesi’nden Yılın En Beğenilen Yazarı Ödülü/ 2017.

05418644968

 ilknurbursali@hotmail.com

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

YAZARLAR