İlknur BURSALI


Çancı Mahmut SABANCI - Röportaj

3 Mart 2007 tarihinde Çancı Mahmut SABANCI ile gerçekleştirdiğimiz ve Halıkent Müstakil Bölge Gazetemiz'de yayımlanan röportajımız.


MAHMUT SABANCI (15 Ekim 1929)

Demirci’de çancılık mesleğinin ustası değerli büyüğümüz Mahmut SABANCI ile görüştük. Küçükbaş hayvanlar için çan üretimi yapan oğlu Mustafa ve torunu Mahmut SABANCI ile birlikte mesleğini severek büyük bir özveriyle yaşatıyor.12 yaşından beri çan üreten ürettiği çanları yurt dışına özellikle Yunanistan ve Bulgaristan’a gönderilen çanlar mesleki el becerisi gerektiriyor.

Ateşin karşısında yıllarını veren Mahmut SABANCI çan üretirken büyük mutluluk duyuyor ve gururla yaşatıyor el emeği mesleğini…Saçları çan boyutunda demir makasında kestikten sonra,yumurta gibi büküyoruz,yüksek ateşteki ocağımızda kaynatıyoruz.Ardından demir örste döverek çan haline getiriyoruz bir çan kırk kez elden geçiyor diyor.En büyük üzüntüsü bu mesleği ileride devam ettirecek çırak bulunamaması…

Öylesine bir hayat yaşanmış ki okurken sizler de bu duyguları yaşayacaksınız, yokluk dönemi, savaş yılları, uzun süren askerlik sonrasında verilen yaşam mücadelesi öyle kolay değil bir ömrün yolculuğunu satırlara sığdırmak ama bizler sizler için küçük bölümler halinde hazırladık.Kıymetli büyüğümüz Mahmut SABANCI’ya çok teşekkür ediyor sağlıklı ömürler diliyoruz.

 

 

Mahmut SABANCI; 15.10.1929 tarihinde açmış gözlerini hayata…

Doğum tarihini sorduğumuzda “Babam nohut yolmalarında doğdun derdi. Babam Simav’ın Beyitler Çiftliği’nden 12 yaşında Demirci’ye gelmiş, Davutoğlu Hafız Hacı Halil’in yanına işçi olarak girmiş. Davutoğlu’nun Balıkesir’e, Salihli’ye kervan katırları varmış. Babamı çok sevmişler ve yanlarına içgüveyi olarak almışlar. Kütükte bizim ismimiz Davutoğlu olarak geçer. Davutoğlu Hacı Halil (dedem) 1919’da öldü.

    Babam Mustafa Davutoğlu’nun eşi Zeynep hanımdan bir oğlan çocuğu dünyaya geliyor. Yetişme döneminde Yunanlılar Demirci’ye geliyor. Müsellanın (mezarlığın) harmanlarına karargâh kuruyorlar, bizim evimiz o bölgedeymiş. O zamanlar Yunanlılar tehdit yoluyla bu çocuktan ekmek istiyor, can korkusundan dolayı evden ekmek alıyor götürüyor iken çeteler sırtından bıçaklayarak öldürüyor, savaş sıralarında annesi Zeynep Hanım da ölüyor.

 

Babanız gazi olmuş ve çok zor şartlarda askerliğini yapmıştı bu dönemden bahsedebilir miyiz?

   Babam Mustafa Efendi Osmanlılar Döneminde Yemen’de yapmış askerliğini tam 12 yıl sürmüş askerlik. Bu dönemde Yemen’i İngilizler basmışlar. Askerlerin mallarını, paralarını, sarı liralarını alıp vagonlar dolusu götürmüşler. Askerlerden; İngilizler almasın diye altınları, paraları yutanlar bile olmuş. Ama ne çare gecenin karanlığında İngiliz baskıncılar almış paraları gitmişler. Babam ve diğer askerler tam 6 ay yürüyerek İstanbul’a gelmişler, geldiklerinde 2 gece mezarlıkta yatmışlar. Aç, susuz yollarda, otların, kürlerin köklerini yemişler. İstanbul’dan da Sapanca’ya geçmişler birde ne görsünler Sapanca’yı gece karanlığında Yunanlılar yakmışlar bir bağırış, bir panik, insanların acı çığlıkları bölüyormuş gecenin sessizliğini; bütün gece uykusuz koşturmuşlar oradan oraya…

   Gündüz ormanlarda saklanarak yürümüşler, gece yıldızlara bakarak yollarını bularak gelmişler Demirci’ye. gelene kadar neler çekmişler ayaklarındaki çarık bile yemekleri olmuş kimi zaman…

   Askerliğinin bir döneminde Yemen’de esir düşmüşler İngilizlere. Askerleri trenlere bindiriyorlar, vagonlara diziyorlar, treni hareket ettiriyorlar, kapaklar kapanırken kimi askerin kolu kopuyor, kimi askerin bacağı sıkışıp kalıyor, düşenler ölüyor adeta can pazarı yaşanıyor. Öldürmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

   Babamda trenin durduğu bir anda inecekken treni hareket ettirdikleri için trenin kapısına kafasını sıkıştırıyor ve kafası yamukuyor. Ve aynı anda yere düşüyor, her yer kan tabi ki… Ölenler çok, o anda bir İngiliz Subayı fark ediyor babamı ve revire götürmelerini söylüyor, tedavi ettiriyor. Babam bana anlatırken ‘’Doktor kafamı eski haline getirirken kemiklerimin çatır çatır öttüğünü bilirim’’ diyordu. Kim bilir ne kadar sürdü o şartlarda iyileşmesi… Döndüğünde kafası yamuktu ve gözünün biri kördü ‘’Benim babam gaziydi’’ diyor Mahmut SABANCI.

   Askerden döndüğünde bütün yakınlarının öldüğünü duymuş. İlk eşi de ölmüş babam askerdeyken. Böylece ikinci evliliğini yapmış. Kurbanların kızıyla evlenmiş ve yeni evliliğinden Refiye ablamla, Ziyaddin  Abim oluyor. Babam oyuk ardında harman sürerken Ziyaddin  Abim bırakıp gidiyor, nereye gittiği bilinmiyor. Ardından Manisa’dan ölüm haberi geliyor. Babamın ikinci eşi de kısa bir süre sonra ölüyor. Sonra kendi annemle evleniyor. Annem Sındırgı’nın Dereci Ören Köyünden Ayşe Hanım, birde kardeşim oluyor Mehmet adında. Ama annemi 3 yaşındayken kaybediyorum hastalıktan. O zamanlarda açlık var, savaş var, bakım yok tabi ki. Babam bu kez de dördüncü evliliğini yapıyor. Bu annemin de ikinci evliliğiymiş. İlk eşi hemen ölmüş, o dönemde de dul kadın olarak yaşamak güç evlenmiş babamla diyor. Şerbetço Hafızın annesi bizi büyüttü diyor .

   Harpten babam gazi geldi diye şubeden para getirdiler; 90 lira. O zaman Hatice annem, kardeşlerim, hepimiz zor günler geçiriyorduk diyor. Babam parayı kabul etmeyeceğini söyledi; ‘’Bu parada kırk yetimin hakkı var, alamam.’’diye ısrar ediyordu. Ama gelenler zorda olsa ikna ettiler ve o para bize 1 yıl yetti. ‘’Size maaş bağlayalım.’’ dediler fakat kabul etmedi. ’’Devletin parasını alamam, o para devlete gerekli alırsam haram olur. ‘’dedi ve kabul etmedi.

   Yunanlılar geldiğinde Türkleri evlere doldururlarmış, evler zaten ahşap, ayaklarının altına bıçak dürterlermiş hep ayaklarında bıçak izleri varmış. Abdurahman Şeref Bey İlköğretim Okulu kışlaymış yine orada insanları yatırırlarmış ve süngüyle dürterlermiş. Çok zor günler geçirmiş aslında Demirci…

    Soyadı kanunu çıktığı dönemlerdi. 1935 yılında çok iyi hatırlıyorum; gürgen ağacından sapan okunu ben tutuyordum, babamda yontuyordu.                          

    Memur sordu:

Adın ne :’’Mustafa’’ dedi babam

Lakabınız :’’DAVUTOĞLU ‘’dedi babam

Memur: ‘’Sen saban oku mu yapıyorsun? O zaman senin soyadın SABANCI olsun. ‘’dedi.

O günden beri SABANCI olduk diyor. Ama eski kütükte DAVUTOĞLU var diye de eklemeyi ihmal etmiyor Mahmut SABANCI.

  

Konu geliyor Atatürk’ün öldüğü güne derin bir iç çekiyor Ramazan Bayramının son arife günüydü. Çift tarlasındaydım babamla beraber. Yanımıza kimseler geldi o zaman televizyon mu var aman bir telaş, bir panik Atatürk öldü diyorlar. Hemen tarladan döndük, zaten duyan bir telaş, elindekini bırakıyor geliyordu. Sokaklar kalabalık içinde, insanlar birbirine soruyor, yas ilan edildi. Ama bizim içimiz yandı diyor. Keşke gidenler dönebilse…

   Dokuz eşeklioğlunda 6 yıl çalıştım. Hem de yatılı çıraklık yaptım. 10-12 yaşlarındaydım. Aynı evin oğlu gibiydim.

   Ustamın yanındaydım, Alman harbi var babam; mısır sümeğini keserle kırıyor, ‘’Bunları keseceğiz de un yapacağız.’’ diyor. Benim usta zengin gidip dedim  ki ‘’Usta sende buğday çok babamlara verir misin ?’’dedim.

     ‘’Bana git köyden getir.’’ dedi ama köy Selendi’nin olduğu için tam 8 saat sürecekti eşekle, üstelik çaydan geçmem gerekiyordu. Akşamdan eşeği yemledim, sabah yola çıktım neyse aldım dönüyorum. Kerpiçliğe yakın Kurdaştı pınarına çıktım; hem eşeği sulayacağım hem de ekmeği ıslatıp yiyeceğim. ‘’Aman o da ne dedim. 2 tane avcı geldi. Kesin benim buğdaylarımı alacaklar…

    Avcı tutturdu indir buğdayı diye benim ustamda namlı o zamanlar hemen adını söyledim ‘Dokuzeşekli Ali efenin bunlar’ dedim. O zaman avcılar sen bize eşeğin saman balyesine doldur gidelim dediler. O dönemde o kadar açlık vardı. İşte zaten başka bir durumda olsam buğday için öldürürlerdi bile ucuz atlattım diyor.

  Sabah dükkana gittim olanları anlattım ustam :’’Ben hallederim.‘’dedi. Hemen Kerpiçlik Köyüne mal satmak için gittik. Buğdayını alanlar gelirse bana göz atarsın. dedi. Baktım gelen çok ama buğdaylarımı alan yok. Kalktık Rağıllar Köyüne gittik. O zamanlar köy odasına yemeğini alan gelirdi. Bizde mal satardık. Baktım benim buğdayı alanlardan biri geldi hemen ustama göz attım. Ustam “diğerleri çıksın sen kal “dedi ve köyün muhtarıyla birlikte o adamı cezalandırdılar hırsızlık yaptı diye.

     Zaten sonra kendi buğdayları kalkınca dükkana geldi buğdayları fazlasıyla ödedi. Ustamda sağ olsun hepsini de bize verdi.

 

 Çan konusunda Demirci’nin en büyük ismi olan Mahmut SABANCI ile bu günlere nasıl geldiğini konuşuyoruz

     Çökkünen Zühre Ablanın kocası Hafız Ağaya Nalçacı Ahmet oğlu Nuri derlerdi. Ben demirci kalfasıydım onların yanına işçi olarak girdim o dönemde eşiyle bir kavga etmeye başladılar. Benim ustam Nalbant Hüsnü’nün Hanında yatmaya başladı(şimdiki İş Bankasının yanında)Nalbantçı oğlunun büyük mağazaları vardı. Oralar kapalı çarşı gibiydi çok güzeldi. Şimdiki zamanın oteli bir yolcu gelirse hayvanını bağlayacak yeride var yatacak yeri de; ama yer yatağı tabi. Ustamı bir zaman kendi evime getirmeye başladım 12 yaşlarındaydım. Yaklaşık 1 yıl kadar ben baktım işte o dönemde bana çan yapmasını öğretti.

Sonra oğlanlarıyla birleşti ben ayrıldım.

 

  Teknolojinin yapamayacağı tek meslek çancılıktır diyorsunuz. Mesleğinizi biraz anlatır mısınız?

 Teknolojinin yapamayacağı tek meslek çancılıktır bence. Çancılık mesleği çok zor bir meslektir. Daha bugün Atina’dan çan almak için geldiler ama hazırlayamayacağımızı söyledim. Bu sırlı bir sanattır, öğrenmek güçtür. Torunum Mahmut çocukluğundan beri yanımda ona öğretiyorum.

    67 yıllık çan ustasıyım şuanda 79 yaşındayım. Mesleğimi çocuklarıma öğreterek yaşatmak için çalışıyorum.1952 yılından bugüne çancılık mesleğini yaparak evimi geçindiriyorum.12 yaşında çancılığı öğrendim. Yıllardır bu meslekten kazandığım para ile ailemi geçindirdim. Yaşım 79 oldu. Artık mesleğimde oğlum ve torunum Mahmut ilgileniyor. Yıllarca el emeği ile bugünlere getirdiğim mesleğimi şimdi oğlum ve torunumun da devam ettireceğini bilmek beni mutlu ediyor. Yunanistan ağırlıklı olmak üzere bir çok ülkeye ihracat ediyoruz. El işçiliği ile yaptığımız için talep çok fazla oluyor. Bizim meslekte el işçiliği çok önemli kızım.

 

 

O yıllarda ulaşım nasıl sağlanıyordu?

Bizler küçükken ulaşım diye bir şey yoktu da hayvanlarla yapılırdı, öküz, katır, beygir, eşek vardı. Vasıta hiç yoktu.15-16 yaşlarındayken tek tük görmeye başladık arabaları; onlar da odunla çalışan, tekerleri ispitli teker olan aynı görüntü olarak at arabalarını andıran buharlı arabalar vardı ama geçerken çıkardığı ses hala kulaklarımda pof pof diye öterdi. Bir gün tarladan geliyoruz yolda rastlaştık buharlı arabayla binmek için el kaldırdık ama ne mümkün binmek araba duramaz diye bağırdılar içinden sonra puf puf öterek kayboldu gitti.16 yaşındayken Nasıfon Süleyman Efendinin kızı Zehra Hanımla evlendim. Tabi ki benim usta gene hana geri dönmek zorunda kaldı evleniyorum diye.

 

Zehra Teyzemiz ile nasıl tanıştınız değişik bir hikayeniz var aynı beşikte büyümüşsünüz okuyucularımızla paylaşabilir misiniz? 

Eşimle evlerimiz yan yanaydı hatta evlerin içinden kapı bile geçiyordu. Zehra Hanım’ın annesi gelin gelmiş mahalleye sonra Zehra dünyaya gelmiş. Bu arada Mahmut Bey’in annesi ve Zehra Hanım’ın annesi çok iyi dost olmuşlar tek bir beşikte büyütmüşler iki çocuğu..Birinin tarlada işi olunca diğeri bakmış onlara günler geçmiş Mahmut Bey’in annesi “Punto” denen hastalığa yakalanmış, e çağırmış komşusu Emine hanımı rica etmiş demiş ki:”Ben ölüyorum çocuklar sana emanet hep ilgilen” Böylece Mahmut Bey, kardeşi Mehmet ve Zehra Hanım beraber büyümüşler. Sonra da evlenmişler.

 

Kore Savaşı devam ederken askerlik yapmışsınız. Askerliğinizi kaç yıl yaptınız?

Evlendikten 1.5 yıl sonra 16 aylık oğlumu bırakıp Gelibolu 2.Kolordu Hayvan Hastanesine askerliğini yapmak üzere gittim.8 ay sonra da Nalbant kursuna katıldım İstanbul’da Nalbant Onbaşı olarak. Bizleri tekrar kursa aldılar 1.Ordu Hayvan Tahliye Hastanesi’nde Çavuşluk kursuna aldılar bu kurs 5 ay sürdü. Sonunda Nalbant ve Veteriner Çavuşu olarak Gelibolu Kırk İkinci Piyade Alayına katıldım. Benim askerde olduğum dönemde Kore Savaşı devam ediyordu ama ne kadar üzücüdür ki ben gidemedim nasip olmadı.2 yıl sonra askerliğini tamamlayıp geldim, döndüğümde oğlum kocaman olmuştu.

 

 

Çancılık mesleğini devam ettiren oğlu Mustafa ve torunu Mahmut çanı yurt dışına ihraç ediyor.

Akile, Hikmet ve Nimet adında ikiz kızları olmak üzere 4 tane çocukları var.6 tane torunu bir tane de torununun torunu var o da Altan. Tüm SABANCI ailesine mutluluklar diliyoruz. Ve bizlerle bu anılarını paylaştığı için çok teşekkür ediyoruz.

BU RÖPORTAJ

3 Mart 2007  yılında yapılmıştır.

İlknur BURSALI

 

                                            

YAZARLAR