Cennetimin bugünkü konuğu İstanbul’dan. Bir Türk Dili Tarihi uzmanı, Prof.Dr. Mehmet Ölmez di. Her zaman ki gibi mütevazı; kendisine dil emekçisi diyor. İyi de ediyor.
Yıllar öncesinin bir tanışıklığı var aramızda. Kendisi Nevşehirli, ben Manisa - Demircili ama tanışmamız Ankara’da. Üniversite okumak için geldiği Ankara’da içinde ağabeyisinin de olduğu bekar evimizin dördüncü ( belki de beşinci) kişisiydi. En küçüğümüzdü.
Yıllarca birlikte paylaştık onun öğrencilik, bizim de ilk memurluk evrelerimizi.
Ben onun saf Anadolu hallerini ve kendi-ne has o gülüşünü çok severdim, o da benim yaptığım yemekleri.
Sonra askerlik, tayin ve ardından evlilik hallerimiz peşpeşe gelince, evler de değişti, kentler de.
Yıllar sonra karşıma işinin gerçek ehli bir bilim adamı olarak çıktı. Bu yaşta bile kendisinden hala çok şey öğreniyorum. Enerjisine, üretkenliğine hayran kalıyorum.
Cennete Mehmet Hoca gelince en çok ne konuşulur. Ankara, kitap, tarih ve edebiyat. Ve de Ankara’daki sahaflar.
Oysa biraz da yemek konuşmalıydık. O bekarlık bulgur pilavları ne güzeldi değil mi? Hele salçalı patates yemeği? Ya o salçalı ekmekler, bol salçalı omletler. Onun her köye gidişinde beraberinde getirdiği, kömbeler, pideler, yoğurtlar, üzümler! Harikaydı.
Söyleyin şimdi, yemek faslı açılmışken, kitabın, tarihin, edebiyatın sırası mıydı?
Ama Ankara’nın sırasıydı.
Hele yanında Ankara’da okumuş, yaşa-mış Muvaffak Hoca ve Devrim Hoca da olunca.