Sezai EREN


ÇOCUKLUK ANILARIM -6-


 VI

KOPYA ÇEKERSİN HA!

Bizim okulda öğretmen değişikliği o kadar sık olurdu ki, daha birinin sesine alışmadan öbürü kapıdan girerdi. Doğru dürüst ders işleyemeden, neyin ne olduğunu tam öğrenemeden bir de baktım ki dördüncü sınıfa geçivermişim. O yıl yine yeni bir öğretmen geldi. Sınıfa şöyle bir göz gezdirdi, birkaç gün ders anlattıktan sonra:
“Hazır olun bakalım, sizi sınav yapa-cağım,” dedi.

Bizim yüzlere bir bak! Sınav da neymiş? Ne zaman yapılır, nasıl yapılır, kim bilir? Hayatımızda ilk defa duyuyoruz bu kelimeyi. Sanki yabancı bir diyarın sözüymüş gibi geldi kulağımıza.

Öğretmen tahtaya soruları yazmaya başladı. Biz de ne yapacağımızı bilmez hâlde, defterimizden kopardığımız bir yaprağa aynı soruları geçirip cevaplamaya koyulduk. Soruların arasında bir de “Everest Tepesi’nin yüksekliği kaç metredir?” diye bir soru da vardı. Ben tabii unuttum gitti. Aklıma birden defterimde o bilginin yazılı olduğu  geldi.

Hemen çantayı açıp defterimi çıkardım, sıranın üstüne koyup sayfaları çevirmeye başladım; Everest’i arıyorum ya… O sırada öğretmen beni fark etmiş. Bir anda sınıfın üstünde bir gölge gibi belirdi:

“Sen kopya çekiyorsun ha!” diye gürledi.

Birden irkildim. Ne kopyası? Kopya ne demek? Neden kızıyor? Hiçbir şey anlamadım. Yüzüme baktı baktı, bir sürü de sert söz söyledi. Ben ise şaşkın bir kuzu gibi masum masum bakıp durdum. O an, öğretmenin bana neden kızdığını da, bu kopya denilen şeyin ne olduğunu da bir türlü çözemedim.

Ta ki ortaokula gidene kadar… Orada öğrenince dedim ki kendi kendime: “Meğer o gün, bilmeden ne büyük suç işlemişim!”

İşte o günden sonra “kopya” kelimesi, zihnimin bir köşesine kazındı; ne zaman duysam, o sınıf, o şaşkınlığım, öğretmenin öfkeli bakışı gelir aklıma.
 

YAZARLAR