Sezai EREN


ÇOCUKLUK ANILARIM - 2 -


 AYRAN ÇEKMESİ
Yaylada gün dediğin, daha güneş tepelere yeni tırmanırken başlardı. En çok da ayran çalkalama işi döner dururdu kadınların elinde. Kimi zaman kalınca bir fıçıda, kimi zaman eski bir yayıkta, bazen de testiyi andıran, geniş ağızlı, yan yana iki kulpu bulunan o meşhur çekmelerde yapılırdı bu iş. Çalkalandıkça içinde sarı sarı tereyağı toplanır, geriye de buz gibi ayran kalırdı. Ayran direk bez torbalarda süzülerek mis gibi süzme yoğurduna, kaynatılarak süzülürse de makarna ve böreklere katılan katığa dönüşürdü.

Günlerden bir gün, ebem yine çekmenin başına çökmüş, kol kuvvetiyle ayranı ileri geri sallayarak çalkalıyormuş. Nasırdan sertleşmiş elleri, çekmenin kulplarından tutmuş, ritmini bulmuş sallıyormuş. Derken birden bire acil bir işi çıkmış; “Hele bir bakıp geleyim,” deyip kalkıvermiş yerinden.

Ben de o sıralar çocukluğun tatlı dalgınlığındaymışım ya… Çekmenin yanında öylece oturuyormuşum. Herhâlde oyun sanmışım, heveslenmişim; tutmuşum çekmenin kulplarından, başlamışım sallamaya. Amma benim sallamam da sallamakmış hani! Bir koyuvermişim, çekme bir yuvarlanmaya başlamış ki sorma… Bir sağa, bir sola devrilerek doğruca ot tarlasına doğru koşar gibi gidiyormuş. Sonunda koca bir taşa çat diye çarpıp yarılmış. İçindeki ayran şapır şapır toprağa akmış, sarı tereyağları da otların üzerine yapışıp kalmış.

Ebem geri döndüğünde manzarayı görünce önce bir durup bakmış. Sonra yetişip otların arasında parlayan tereyağlarını tek tek toplamaya başlamış.

Babamdan dinlediğime göre, ebem o gün bana hiç kızmamış. Bir tek laf etmemiş, bir kaş bile çatmamış. Ama babam der ki, “O çekmeyi sen değil de başka biri kırmış olsaydı, yaylanın öbür ucundan duyardın gürültüsünü!”

YAZARLAR