PAŞA EBE’NİN
ARILARI
İrişler köyünün biraz dışında, rüzgârın harman olduğu bir yerde, Paşa Ebe’nin eski ama bir o kadar da sıcacık bir evi vardı. Toprak damlı, tek katlı; dışarıdan kalın direklerle desteklenmiş, bahçesinin etrafındaki çitler ince dallarla örülmüş bu ev, uzaktan bakınca uçurumun kenarına konmuş bir kartala benziyordu.
Evin önü bereketliydi. Soğanlar topraktan başını kaldırmış, patatesler sessiz sedasız büyür, biberle domates de güneşi görünce iyice kızarırdı. Bahçenin bir köşesinde kalın kütüklerden oyulmuş arı kovanları dururdu. Arıların vızıltısı bazen bahçeye yayılır, insanın içine tuhaf bir huzur verirdi. Evin yanındaki büyük erik ağacı ise kollarını açmış bir dev gibiydi; yaz gelince dalları simsiyah eriklerle dolup taşar, gölgesine sığınanları serinletirdi. Biraz yukarıda şırıl şırıl akan çeşme, hem evin hem de gelen geçenin nefes aldığı yerdi.
Paşa Ebe bu güzel evde tek başına yaşardı ama yalnız sayılmazdı. Çünkü bizim köyde komşuluk bağdan, bahçeden, akrabadan ileriydi; kimsenin kapısı kimseye kapalı olmazdı.
Benim hikâyem de işte böyle bir yerde başlamış. Küçükmüşüm, hatırlayamıyorum ama anlatıldığına göre merakım beni tutmamış, gidip Paşa Ebe’nin arı kovanlarına yanaşmışım. Arıların vızır vızır uçuşu bana oyun gibi gelmiş olmalı ki, başlamışım elimi uzatmaya, onlara dokunmaya. Onlar da yuvalarını koruyacak ya, bir anda üzerime çullanmışlar. Her yanımı sokmuşlar; canım yanmış, ben de avaz avaz bağırmışım.
Benim feryadımı duyan komşumuzun kızı Cemile, kapıdan fırlayıp koşmuş. Öyle koşmuş ki, sanki kendi kardeşi tehlikedeymiş gibi. Beni arıların arasından çekip aldığı gibi, hiç düşünmeden çeşmeye doğru sürüklemiş. Ben ağlıyormuşum, arılar üzerimde vızıldıyormuş…
Cemile abla bir an bile korkmamış; çeşmenin su dolu aharına basmış beni. Soğuk suyun şıpırtısıyla arılar birer birer düşmüş, ben de kurtulmuşum.
Belki o gün gerçekten büyük bir tehlikeden dönmüşüm. Ama asıl unutulmayan şey, komşuluğun sıcaklığı, iyiliğin insanı nasıl kucakladığıdır. Cemile ablanın koşuşu, tereddütsüz yardımı, “kardeşi” gibi sahip çıkışı… İşte komşu dediğin böyle olur. Yanında akraban yoksa bile, iyiliğiyle seni sarıp sarmalayan komşu, insana en yakın candır.
Bu olay bana yıllar geçse de şunu öğretir: İnsanı insan yapan, iyiliği zamanında yetiştirmesidir. Komşuluk ise bir duvarın ötesinde değil, gönüllerin iç içe olmasındadır.
