
Manisa’nın en uzak ilçesi Demirci’nin İcikler Köyü’nde doğmuşum tarihin 7 Ağustos 1959’u gösterdiğinde. Nüfus cüzdanında doğum tarihi olarak 7 Ağustos 1959 yazılmışken, öykü kahramanlarımın en kişilikli, en dirençlisi anam Gök Münevver zemheride doğduğumu söylerdi. Hoş o da karıştırmış olabilir, diye düşünmüyor değilim! Ölü doğurdukları hariç, sekiz doğum yapmış anam, hangisinin oraklarda, hangisinin afyon çapalarında, hangisinin zemheride, ağustosta doğduğunu nasıl aklında tutsun ki? Bu ifade sizi şaşırtmış olabilir. Tarlada doğum yapıp göbek kordonu taşla kestiklerini mi söylesem, hatta doğumdan bir gün sonra tarlaya gittiklerini mi… Ana-dolu kadının ne kadar cefakâr olduğunu anlatmak için başka örnek vermeme gerek var mı?
1938 yılında inşa edilen taş yapılı ilkokula 1965 yılında başlayıp 1970 yılında bitirdim. Yaşım on birdi, şehre okumaya gittiğimde. Anam, babam köyde oturuyordu. Çok zor koşullarda, imkansızı başaran mucizenin hakikat olması, bir köy çocuğunun başarısıdır okumam. Öte yandan Cumhuriyetle değer verilen, Aziz Atatürk’ün Hita-besinde, Onuncu Yıl Nutkunda, altını önemle çizdiği bir milletin mensubuyum.
Ben hiçbir zaman etnik kökenimi merak edip bir araştırma içine girmedim. Bilip ettiğim, babamdan öğrendiğim kadarıyla kökümüzün Horasan’a dayandığıdır. O da ne kadar gerçektir; bilinmez. Horasan’a dayansın, bilmem nereye dayansın, çok önemli değil benim için. Ben önce insanım, sonra yeryüzündeki bütün renkleri kardeş sayan Hacıbektaş erenlerinin, Yunus felsefesinin hümanizmini düstur edinmeye çalı-şan bir insanım; insanların ne dininde ne de milliyetindeyim. Bu konuları ne tartışırım ne de tartışılmasını isterim. Kimse doğuştan getirdiği özelliklerine isteyerek sahip olmadı. O açıdan çok fazla üstünde durmak gereksizdir; boşa enerji harcamaktır.
Ben Niyazi Uyar olarak, yoksul bir ailenin bireyi olarak cumhuriyet okullarında okudum. Okurken hiçbir zaman bir elim yağda, bir elim balda olmadı. Çok sıkıntı çektim, yoklukların, en zoru ile sınava tabi tutuldum. Telefonun olmadığı o yıllarda on bir yaşında iken ailemden ayrı, ilçede kiraladığımız bir evde, aşımızı, ekmeğimizi kendimiz yaparak okudum. On bir yaşında bir çocuğun, eylülden, şubata ailesini görmemesini bırakın, sesini duymamasının nasıl bir şey olduğunu tarif edebilir misiniz? Bu yazdıklarımı ancak yaşayanlar bilir, bunu anlatmak nasıl zorsa, dinleyen tarafça da masal gibi algılanacağını tahmin edebiliyorum.
Cumhuriyet olmasaydı, belki bir ağanın çobanı ya da köyün sığırtmacı olurdum, belki; kim bilir? Ben, insan üstü bir mücadeleyle aş-sız, ekmeksiz, soğuk kış gecelerinde titreye titreye yorgan altında ders çalışarak hayalimin mesleği öğret-menliğe kavuştum. İlkokul yıllarımda kendimi göstermem, arkadaşlarım-dan aldığım motivasyonla, -bir sohbet sırasında özellikle Azize’nin, Hatice’nin, Ayşe’nin içimizde okuyacaklardan biri sensin, sözü gururumu okşamıştı o zaman…- özenle çalışmaya başladım. Abilerimin öğretmen okulunda okumaları benim gelecek seçimimin mihenk taşını oluşturdu. İlkokul yıllarında evde okuyabileceğim tek bir kitap yoktu desem, hatta okulun kütüphanesinin bile olmadığını söylesem…
Cumhuriyet ona yürekten inanmış insanların, yönetiminde yüceldikçe yücelir. Aziz Atatürk’ün en verimli yaşta, elli yedi yaşında çok erken aramızdan ayrılması, Türk milletini öksüz bırakmakla kalmadı, aciliyet isteyen değişimler, devrimler yarım kaldı; ya da yapılamadı. Onunla bir on beş yıl daha olsaydı, inanın bugün bambaşka bir ülkede yaşıyor olurduk. Onun en çok istediği, kuruluşunu göremediği hayalini kurduğu köy enstitüleridir.
Köy enstitüleri eğitim öğretim alanında hakikaten büyük bir devrimdir. Toprak ağalarının isteği ile kapatılmamış olsaydı nerelerde olurduk?
İlkokulu okuduğum yıllarda, köy okulları yirmi üç nisandan sonra yaz tatiline çıkardı. Köy çocukları için tatil, çifte çubuğa gitmektir bilesiniz. Tatil ne deniz kenardır ne de dağ keçisi avıdır. Tatil demek çalışmaktır tarlada, davar gütmektir dağda bayır-da.
Köy okulları erken tatile girince köy öğretmenleri konuları yetiştiremezlerdi bu nedenle. Mesela ben ilk öğretmen okulu giriş sınavında sorulan, dörtlüğün kafiye ve rediflerini bulunuz sorusunu öğrenmediğim için yapamadım. Dün gibi hatırlıyorum, o sorunun yanıtı için, şiirdeki beğendiğim sözcükleri yanıt olarak yazmıştım. Bu durum köy çocukları için bir handikaptı. Sonraki yıllar, bu yanlış uygulamaya son verildi. Ancak şunu da söylemeden geçemeyeceğim. O yılların idealist eğitimcilerini şimdilerde mum yak ara!
Ben eğitimci olarak doğmadım, cumhuriyetin fırsat eşitliği ruhuyla eğitimci oldum, cumhuriyetle insanı sevdim, cumhuriyetle tekmil canlıların hayatlarının kutsiyetine inandım. Bir daha dünyaya gelirsem, bir tarafa milyarları, bir tarafa eğitimciliği koysalar; tereddüt etmeden eğitimciliği seçerim. Çünkü ben, insanın cumhuriyetle birey katarına çıkacağına inanırım.
Bu ülkenin insanları, özellikle kadınları Aziz Atatürk’e çok şey borçludur. Büyük şairin dediği gibi, soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlar, cumhuriyetle insan olmanın faziletine ulaştılar. Onların, Aziz Atatürk’ü bütün kutsallardan daha çok sevmesi gerekmez mi?