Skor ve spor için değil yürümek için Erciyesteydik geçen hafta.
Yürümek spor değildir der, Frederic Gros “Yürümenin Felesefesi”nde.
Ve devam eder:
“Spor skor tutmaktır. Hangi sıralamadasın, zamanlaman ne, sonuç ne? tıpkı savaşta olduğu gibi kazanan, kaybeden vardır sporda.
Oysa yürümek için iki bacağınızın olması yeterlidir. Gerisi fasafisodur. Hızlanmak mı istiyorsunuz, o halde yürümeyin başka bir şey yapın. Tekerlek kullanın, kayın, uçun yürümeyin ve unutmayın yürürken takdire şayan tek şey gökyüzünün parlaklığı, manzaranın görkemidir. Yürümek, spor değildir”
XXX
Zirve için Tekir Yaylası’ndayız.
Yayla, tamamen ticari bir faaliyet alanına dönüşmüş. Kayak pistleri uzadıkça uzamış, sıyrılan toprakla mera alanları daraltılmış.
Dağ evinde, Çoban ininde, Hörgüç Kayada ve her iki zirvede de gökyüzünün parlaklığı da manzaranın görkemi de film şeridi gibi değişiyor durmadan.
Her adımda farklı manzara. Farklı sofra. İlk kez gören birine göründüğü gibi.
Gökyüzü parlak, manzara görkemli.
Yaklaştıkça kaçan, uzaklaştıkça yaklaşan bir dağ var karşımızda.
Argaios… Buzlu Dağ… Karlı Dağ adıyla, ERCİYES…
XXX
Bence dağlar fethedilmez, onlar insanları fetheder.
Konfor alanının dışındayız. Her şeyi arkada bıraktık. Alışkanlıklarımızın zincirini kırdık. Sırtımızda bir hapaz dünyalık, insanlardan uzak, yalnız kendimize yakın, ıssız dağ başında kendimizle baş başayız.
Fethe değil, fethedilmeye gidiyoruz.
Egomuzu yenmeye.
Dağlanmaya.
Yüreğimizi dağlamaya…
XXX
Gecenin körü, yaylaları, küçük pınarı geçtik, “kahvaltı kayaları” ndayız.
Dağın yarım dairelik zirve silüeti, göğe bağlı sanki.
Bizi bu silüete ulaştıracak son yükselti. Dönmek isteyenler buradan dönebiliyor.
Yukarıda göz kırpan… el sallayan… yıldızlar mahşeri, uzansan avuçlayacaksın…
Sanki Büyükayı’nın köşkündeyiz…Bir şeyler atıştırıyoruz.
Rehberimiz “şeytan boğazı rotasını” tehlikeli bularak, hemen solundaki “sol kulvar"a yönlendiriyor.
Dik, çarşaklı, kumlu, yumuşak bir yamaçta, sağlam zeminler bulup basarak, kah yürüyüp, kah tırmanıp sürünerek Hörgüç Kaya’ya ulaşıyoruz.
Hörgüç Kaya, zirve yolunu kapatan kaya kütlesi. Önü hala buzlu, biraz aşağıdan buzları baypas ederek kısa bir yürüyüşle bayraklı zirveye ulaşıyoruz, ardından ikinci zirveye…
Zirvelerin ufku 360 derece.
Kuzeyde Kayseri’yi güneyde Develi ilçesini aynı anda görebiliyorsunuz.
Gökyüzünün parlaklığı, manzaranın görkemi karşısında yorgunluktan eser kalmıyor.
XXX
Aşağılar, dik ve uçurum…
Zemin çürük, boşluk duygusu yaratıyor.
İklim değişikliğinden dolayı, kuzeydeki boydan boya hiç erimeyen buzullar azalmış.
Burada hayat başka türlü sürüyor.
Diri papatyalar, kekik kokuları, alıcı kuşlar selamlıyor bizi.
Geçmişte de başka türlü devam etmiş buralarda yaşam.
Büyük zirvede zamana, mekâna çentik atmış insanlar.
Kuzey kapısından Kayseri- güneyinden Develi’nin göründüğü “Keşiş Mağarası”ndaki, Ermeni alfabesiyle kazınan yazıtlar, 3917 metrede, zirvedeki yaşamın kanıtları.
Duygu ve düşünceler, başımızı eğerek yürüyebildiğimiz, insan eli değmiş, manastır, çilehane ya da sığnak olma ihtimali olan yapının girişine, duvarlarına sağlam mekanlara bağlanmış.
Buralar, antik çağda pagan Roma’nın baskısından, Orta Çağda Anadolu hakimiyeti için yapılan, Bizans- Müslüman Arap, ya da Bizans- Selçuklu Türkleri arasında yapılan savaşlarda Hristiyan yerel halkın sığınağı mıydı?
Yoksa insanlardan uzak, Tanrıya yakın olmak isteyen, münzevi bir hayatı tercih eden insanların zaman zaman çıkıp inzivaya çekildiği bir mekân mıydı?
İkincisi daha mantıklı geliyor bana, savaş zamanında herkesin sığınabileceği kadar geniş bir mekân değil burası, ikincisi ikmal zorluğundan burada uzun süre direnebilmek mümkün değil.
Evliya Çelebi’nin Erciyesi, “ricalü’l-gaybın toplanma yeri” olarak nitelemesi, Türk-İslam döneminde de bu geleneğin devam ettiğini düşündürüyor. Yazıtların dua metinleri olması da bu tezi güçlendirmekte.
“Şu an tanrıya en yakın noktadayım”
Birçoğu tahrip olmuş olan bu kitabeler acilen koruma altına alınmalı.
XXX
İniş de hayli tehlikeli. Bir o kadar da heyecanlı, zevkliydi.
Buzu çözülen kayalar, özgürlüğe koşan insanlar gibi koşuşturuyorlar.
Hayatla ölüm arasındaki çizgiyi iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Daha yakından tanımaya başlıyorsunuz, içinizdeki beni.
Hiçliğinizi de…
Sıcak bastırdıkça, bastırdı. Hâliyle sular da azaldı.
Neşet Baba’nın “Erciyesten kar istersin” türküsünü mırıldandım içimden.
Erciyes'ten kar istersin
Dost bağından nar istersin
Gönül bilen yar istersin
Divane divane
Ağustosta kar mı olur?
Her bahçede nar mı olur?
Gönül bilmez yar mı olur?
Divane divane
Söz edilen “divane” bendim.
Pınara kadar, türküyü kana kana içerek idare ettim.
XXX
Hasılı kelam, yürümek bir spor değildir, kendimizi tanımaya, haddimizi bilmeye yardımcı olan bir felsefedir.
XXX
Başta, istediğimiz zamanda, bizi olduğumuz gibi kabul eden ev sahibimiz Erciyes Dağı olmak üzere, deneyimli rehberimiz Ahmet Köse, yol arkadaşlarımız, Makedonyalı dağcı Kadir Ahmeti, SARDOK’dan Fuat Ceylan, Yunus Seyman, bu güzel misafirliğe vesile olan Kayseri Yeşil Doğa Grubu’ndan Yücel Çalışkan ve TURDAK’dan Celalettin Ölgün hocama sonsuz teşekkürlerimi sunarım.