Deprem olayı fiziki bir olay olmasının yanında doğal bir afet olarak insan kudretini aşan yapısıyla kişinin kadiri mutlak olan Allah’a yönelmesini, O’nun iradesi dışında kurtuluşun mümkün olamayacağını en keskin şekliyle hissettirmektedir. Bireyler olarak her olaydan bir tecrübe ve ders çıkaran bizler için bu depremden hissemize almamız gereken bir takım sorumluluk ve ödevler çıkmaktadır.
Coğrafya olarak belki de en aşina olmamız gereken hayati konulardan birisi de deprem gerçeğidir. Bunun başlıca sebebi ise üzerinde bulunduğumuz bu cennet vatanımızın aynı zamanda bir çok fay hatları ile çevrili olmasından ileri gelmekte. Bu durum uzunca bir süre kendisini unuttursa dahi ara ara tezahür ederek üzerinde yaşayan bizleri bu konuda daha uyanık ve dikkatli olmaya itiyor. Tarihi boyunca Anadolu’nun değişik yerleri defalarca sarsıldı ve sallanmaya devam ediyor. En son acısı taze olan Kahramanmaraş ve çevresinde maalesef çokca can ve mal kaybı yaşadık.
Yerin sarsılması ile ilgili ilahi kitabımız Kur’an’da deprem ile ilgili mustakil bir sure (zilzâl) bulunmakla beraber bu konu muhtelif ayetlerde zelzele, salsâl, râcife şeklinde geçmektedir. Buralarda; kıyametin kopması esnasındaki yer sarsıntısı, önceki ümmetlerle Hz. Peygamber’in ve sahâbenin dinleri uğruna çektiği zorluklar, çok sesli bir sarsıntı, geçmiş ümmetleri helak eden korkunç ses ve kıyamet öncesi hayatı bitirecek olan ilk üfleyiş gibi manaları ifade eder.
Bu konuda alimlerimiz tarafından yazılı eser olarak Süyûti’nin “Keşfü’s-salsale an vasfi’z-zelzele” depreme dair günümüze ulaşan en eski çalışmadır. Depremlerin sebebi, deprem-kıyamet ilişkisi, Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiî-nin depremle ilgili tavırları ve depreme dair bazı fıkhî meselelerin ele alındığı kitapta İslâmiyet’ten önce ve sonra meydana gelen 130 kadar deprem kronolojik sırayla verilmiştir.
Depremler bize adeta kendi lisanıyla bir şeyleri hatırlatmaktadır. Toplumun her kesiminin hiç birini göz ardı etmeksizin bu telkin ve uyarılardan kendine göre az-çok bir nasibi vardır. Yani aynı olay birkaç açıdan herkese farklı mesajlar içerebilir. Bu afet için de aynı şekilde masum olsun suçlu olsun günahkar olsun tevbekâr olsun, yetkili olsun sivil olsun, ilgili olsun olmasın herkes için bir mesaj içermektedir. Örneğin mühendisin alacağı farklı, masum sivillerin farklı, ilim adamlarının alacağı farklı, mütefekkir için farklı, istatiksel olarak farklı, ibret nazarından farklı,
Allah’ın kudret ve azametini göstermesi : İnsanoğlunun varmış olduğu bilim ve servet birikimi ne düzeye ulaşırsa ulaşsın ondan daha kudretli ve hükmü geçen ilahi mutlak - sınırsız bir gücün olduğunu haykırırcasına ortaya koymaktadır.
Günahların açıktan işlenmesi : Bireylerin iyi veya kötü olan eylemleri kendilerini bağladığı ve hesabını da kendisinin vereceği malûm olmakla beraber bazı günahlar vardır ki toplumun genelini ilgilendirir ve bir ihtar mahiyetinde gelen azap ile tevbe ve istiğfar etmesi için bir uyarıdır.
Masumlar adına : Henüz günahı dahi olmayan masum bireylerin, bebeklerin, evinde uykuda ansızın yakalanan milyonlarca vatandaşın günahı sebebiyle değil bilakis ilahi kader - kaza çerçevesi içinde başlarına gelen bir musibetten ibaret olup bundan dolayı ahirette ki derecelerinin artacağı, af ve şefaat haklarının verileceği ifade edilmektedir.
Yetkililer olarak : Zemin etütü ve bina yapımından sorumlu kişilerin bu derece afet durumlarını da dikkate alıp plânlama yapmalarına yönelik bir zorunluluk ve mesuliyet doğmaktadır.
İslâm âlemi olarak : Bütün bir beden gibi olan müslümanların afetzede bir kardeşi için derdiyle dertlenerek ensâr gibi millet ve coğrafya ayrımı yapmaksızın mağdurlara fili ve kavli yardımda bulunulması.
Ulemâ sınıfı olarak : İslam alemi için birlik çağrıları yaparak bundan bir ders çıkarılması ve birbirimiz için hayırlı işler ortaya koyma adına emri bi'l ma’ruf nehyi ani'l münker prensibiyle hepimizin iyiliği için hareket edilmesi.
Tüm bireyler olarak : Dünya hayatının elbet bir şekilde bir gün biteceği fikriyle temel bir kulluk vazifemizin olduğunu yeniden hatırlayıp bu yönde salih ameller biriktirmeli.
Eğitimciler olarak : Deprem bir ilahi kader olmakla beraber etkilerinin alınan tedbirler sayesinde minimize edilmesi gayet mümkündür. Yapılacak deprem tatbikatı ve eğitimler sayesinde ilahi ecel henüz yazılmamış ise müsbet fayda sağlayacağı kuşkusuzdur.
Ramazan ayına yaklaştığımız bu kıymetli günlerde giden canlara rahmet, kalanlara afiyet, canla başla çalışan memur-sivil görevli-gönüllü sahada bulunan veya destek veren tüm ekiplerimize de başarılar diliyorum.
KORUYUCU AİLE Mİ, EVLATLIK MI?
Aile kurumunun en güzel meyvesi olan çocuklarımız en değerli varlıklarımızdır. Her çocuğun sağlıklı bir aile ve yaşama hakkı vardır. Ancak savaşlar afetler boşanmalar vb. nedenlerle aile düzeni bozulan bu yavruların güvenli bir aile tarafından bakım ve korunma ihtiyacı doğmaktadır.
Konunun psikolojik ve sosyolojik olduğu kadar dini bir boyutu da vardır. İlk dönem arap toplumunda çocukların evlat edinilmesinde dinen mahzur görülmediğinden Hz. Peygamber, kölesi iken azat ettiği Zeyd b. Harise’yi kendine evlatlık olarak alıp himaye etmiştir. Hatta halk arasında Muhammed’in oğlu Zeyd diye çağrılır olmuştu. Daha sonra yaygın olan bu evlatlık uygulaması kesin olarak Kuran da (Ahzab,33/3-4) yasaklanmıştır.
Toplumda ki bu köklü alışkanlığı tamamen kırmak için ilk anda çekingen kalan Hz. Peygamber yine vahyin gereği olarak eski evlatlığı olan Zeyd’in boşadığı hanımı Zeyneb ile evlenerek Hz. Zeyneb’in hukuken kendi gelini olmayıp bilakis yabancı bir kadın hükmünde olduğunu bizzat uygulayarak göstermesi (Ahzab,33/37) istenmiştir. Bunun tabii bir sonucu olarak evlatlık çocuğun nesebi, evlat edinene bağlanmaz, yani soyadını alamaz. Aralarında mahremiyet meydana gelmez, evlilik yapmaya engel bir durum yoktur ve mirasçılık ilişkisi doğmaz. Kısaca her ne kadar çocukluğundan beri bakımını üstlenilmiş beraber yaşamış olsalar dahi dinen yabancı bir birey olarak kabul edilmektedir.
İslam’ın evlatlık müessesesini kaldırması, yetim, öksüz ve kimsesiz çocuklarla ilgilenilmeyeceği anlamına gelmez. Zira yüce Kuran’da çaresiz kimselere sahip çıkılması, yetimlerin himaye edilmesi istenmekte, yetimi hor gören, yoksulu gözetmeyen kişiler ise kınanmaktadır. (Maun, 2-3) Hz. Peygamber’in çocuklara şefkat ve merhamet gösterilmesi hususunda özel bir hassasiyeti olduğu ve tavsiye ettiği malumdur. (Müslim, Fedail, 51, 65)
Bu itibarla, sevgiye, şefkate ve korumaya muhtaç kimsesiz, yetim çocuklar, kendilerine yardım eli uzatılarak günümüzde ki aile bakanlığımıza ait koruyucu aile kavramı gibi denetimli evlerde veya çocuk yuvalarında himaye edilmeli, eğitiminin verilerek sanat ve meslek sahibi yapılarak topluma kazandırılmalıdır. Fakat bunu yapmak için hiçbir kimsenin, çocuğun kendi soy kütüğü ile ilişkisini kesmeye, öz ana babasını unut turmaya hakkı olmadığı gibi kanuni mirasçıları arasına katma, aile içi tesettür ve mahremiyet bakımından öz evlat gibi davranması da doğru değildir. Bunun yerine İslam’ın tavsiyesi; koruma altına almak, bakmak, büyütmek, ihtiyaçlarını karşılamak, hukuk ve helal - haram kuralları bakımından ona öz çocuk gibi değil, ilgilenilmesi gereken bir din kardeşi gibi görerek muamele etmektir.
Aynı konu deprem gibi afetlerle ailelerinden ayrı kalmış veya tamamını kaybetmiş çocukların güvenli bir aile yuvasına kavuşturulması açısından bugün de ciddi önem arz etmektedir. Yıllardır çocuk hasreti çeken veya imkanı geniş olup yardımcı olmak isteyenler için büyük bir fazilet olup darda kalan kimsesiz birine yardım etmenin karşılığı cennette Hz. Peygamber ile yan yana beraber olma müjdesi olacaktır. (Hz. Peygamber (s.a.s.), işaret ve orta parmağını göstererek “Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette şöylece beraber bulunacağız.” (Buhari, Edeb, 24)