Ülkemizin ilk ağır sanayi fabrikasıydı.
Temelleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN talimatıyla 03 Nisan 1937 tarihinde atılmış, iki buçuk yıl gibi kısa bir süre içinde faaliyete geçmişti.
Binlerce çalışanının ekmek kapısıydı.
Sadece Karabük ve bölge ekonomisi için değil, ülke için vazgeçilmezdi!..
Kuruluş kapasitesi yıllık 150 bin tondu.
Kendi alanında nitelikli iş gücü sağlıyordu.
Fabrikalar kuran fabrikaydı!
Ağır sanayinin okuluydu!
Temeli, 13 haneli bir köyün bulunduğu yere atılmıştı.
Bu köy hızla büyümüş; 1939’da belediye, 1941 yılında bucak, 1953’te de Zonguldak iline bağlı bir ilçe olmuştu.
Dönemin hükümeti, zarar eden bu kuruluşun özelleştirilmesinin mümkün olmadığına karar verdi.
Çünkü,
1994 yılında kapasitesi 1 milyon 100 bin tona ulaşan fabrika, bu karara göre artık teknolojik ömrünü tamamlamıştı.
Zarar ediyordu ve kapatılmalıydı…
Hem de 1994 yılı sonuna kadar!..
Kapısına kilit vurulmalıydı!
Yöre halkı bu kararı duyunca şoke oldu.
KARDEMİR’in ölüm fermanı imzalanmış, kalem kırılmıştı.
Babaların işsiz, ailelerin perişan olacağı bir dönem başlayacaktı!
Bu kararla, şehrin üzerine uğursuz bir bulut kümelenmiş Karabük karalara bürünmüştü.
Karabük’ün geleceği karartılıyordu.
Bir şeyler yapılmalıydı!
Yeni ve farklı bir şeyler!
Ama ne!?
KARDEMİR’E tekrar can vermek kol kanat germek gerekiyordu.
Ekmek kapısı avuçlarının içinden kayıp gitmek üzereydi!
Çocuklar,” KARDEMİR kapanmasın babam işsiz kalmasın” diyerek ağlamaya başladılar…
Önce analar etkilendi bu feryattan…
Sonra babalar…
Ve diğerleri…
Sivil toplum örgütleri…
Yöre sanayicileri…
Kısaca tüm yöre halkı.
Şimdi mücadele zamanıydı!
Ayağa kalkıp direnme zamanı!
İşçisi olarak, emeklisi olarak, esnafı olarak, memuru ve öğrencisi olarak…
Yeni bir ruh ve heyecanla!
Tüm yöre halkı,
Birlik olmaya,
Dayanışmaya ve sahiplenmeye,
Karar verdiler!
Direneceklerdi!
Artık doğrulup ayağa kalkma ve safları sıklaştırma zamanıydı!
Bu uğurda ne yapılacaksa o yapılmalıydı.
Zaten ellerinde başka bir seçenek kalmamıştı…
Takvimler 8 Kasım 1994 tarihini gösterdiğinde beklenen oldu.
57 yıldır gelişerek devleşen şehir; aradığı ruhu yakalamış, ataletini üzerinden atmış ve yekvücut halinde şahlanan yeni bir ruhla doğrulup ayağa kalkmıştı!
Artık tüm dikkatler üzerlerinde,
Tüm bakışlar onlardaydı.
Şimdi tüm ülke nefesini tutmuş, olacakları bekliyordu…
Eşi benzeri görülmemiş bir hak mücadelesi verilmeye başlandı.
“Hayat Durdurma” eylemleriyle şehir nefesini tuttu!
Tüm esnaf kepenk indirdi,
Alışveriş durdu.
Veliler çocuklarını okula göndermediler,
Sınıflar boş kaldı.
Tüm araçlar kontak kapattı,
Yollar boş kaldı.
Öyle ki, dönemin valisi tam 4 saat şehre giremedi!
Eylemler doruğa çıkmıştı!
Yöre halkı tek bir yürek ve sesle haykırıyordu;
“Demirsiz ve kömürsüz medeniyet olamaz!”
“KARDEMİR kapatılamaz Karabük karartılamaz!”
Ortada bir dava vardı…
Halk bu davaya inanıyordu ve bu inançla neleri başarabileceklerini tüm dünyaya göstereceklerdi…
Azimliydiler ve kararlıydılar!
Yola çıkmışlardı bir kere…
Kimse onları bu yoldan döndüremezdi…
Onları anlayabilmek için bundan 57 yıl öncesine gitmek gerekiyordu.
1930’lu yıllara.
O yıllar;
Yöre halkı, ayrı yollardan gelen Bostanlı ve Araç çaylarının kavuştuğu yerde yaşıyordu.
Fabrikadan eser yoktu.
Asıl geçimlerini geniş çeltik tarlalarından sağlıyorlardı.
Çeltik tarlaları ekmek kapılarıydı.
Kendilerini bildi bileli, dededen toruna asıl işleri buydu…
İşte tam o yıllarda dönemin hükümeti bir karar almıştı.
Yöre halkı için sürpriz bir karar!
Çeltik tarlalarının yerine fabrika kurulacak, tarlaları yok olacaktı!
Bu kararı duyduklarında başlarından aşağıya kaynar su dökülmüş gibi oldular.
Geçimlerini sağladıkları tarlalara göz dikilmişti!
Peki, geçimlerini nasıl sağlayacaklardı!
Adı üzerinde Karabük…
Kara Bük!
Her taraf kürlük ve orman…
Arazi engebeli…
Bu arazide çeltikten başka hangi tarım yapılabilirdi!
Alınan bu karara şimdiki gibi topluca karşı çıkmışlardı!
O güne kadar tek geçim kaynağı olan çeltik tarlalarına ne yapıldığını anlamıyorlardı.
Hatta, çeltik tarlalarına ne yapılacağını anlamayan bazı yöre halkı fabrikanın çeltik tarlalarına kurulmaması için ellerinden geleni yapmış, çalışmaları sabote etmişti.
Tek geçim kaynaklarının kurumasını istemiyorlardı.
O günün yetkilileri onları ikna edebilmek için uzun uzun kendilerine dil dökmek zorunda kaldı.
Nihayetinde tüm uğraşı ve görüşmeler sonucu razı oldular.
Yine de olanı biteni pek anlamamışlardı!
Karşılarında kendilerinden daha büyük bir güç vardı,
Devlet vardı!
Fabrikanın temelini atmak üzere dönemin başbakanı köye geldi.
Tören alanında toplanan protokol ve halkın bulunduğu yerdeki afişte; ” Her yeni endüstri eseri; muhitine refah ve medeniyet ve bütün memlekete haz ve kuvvet vermektedir“ yazıyordu.
Köy muhtarı İbrahim ERTAN da oradaydı…
Bu afişi muhtar da görmüş, ancak pek bir şey anlamamıştı. İçi rahat değildi.
Her şey iyi, güzel de çeltik tarlaları elden gidiyordu…
İçi içine sığmıyordu.
Fırsatını bulduğunda İsmet Paşa’nın yanına gidecek soracaktı…
Neden buraya fabrika kurulacağını, fabrika kurulduğunda geçimlerini nasıl sağlayacaklarını?
İsmet Paşa, fabrikanın temelini atmak üzere tören alanına doğru ilerlemeye başladı.
Muhtar kalabalığın arasından sıyrılıp bir yol buldu ve başbakanın yanına geldi.
Saygıda kusur etmiyordu…
Tedirgin ve heyecanlıydı.
Yutkunarak kendisini tanıttı.
Sıra soruya geldi.
Çok heyecanlanmıştı.
Karşısında koskoca İsmet İnönü vardı.
Tedirgin ve çekingen bir tavırla:
” Paşam, bizim tarlalarımızı alıyorsunuz, karşılığında bize ne vereceksiniz?” dedi.
İsmet Paşa rahat ve güven veren bir sesle: “Biz şimdi buraya bir hazine gömüyoruz. Sizler her gün gelip bu hazineden birer altın alarak evinize gideceksiniz.” dedi.
Muhtar teşekkür ederek bir iki adım geri çekildi.
Düşündü.
Bir ara gözleri daldı.
Bir müddet göz alabildiğince altında yatan çeltik tarlalarına baktı…
Bir de şimdi gömülüp daha sonra altın taşıyacakları hazinenin hayalini düşünmeye başladı.
Ancak üzerinde gezindiği çeltik tarlaları ona daha gerçekçi görünüyordu.
Bu karşılıklı konuşmanın, Karabük tarihine damga vuran bir konuşma olduğu aradan yıllar geçtikçe anlaşıldı.
İsmet Paşa bu sözleriyle sonraki yıllarda haklı çıkmıştı. Karabük tam 57 yıldır bu hazineden besleniyor, büyüyor ve gelişiyordu.
O gün fabrikanın yapılmasına karşı çıkan yöre halkı, bugün de kapatılmasına tepki gösteriyor, tepkiler çığ gibi büyüyor, bu tepkilere tüm ülkeden destek yağıyordu…
Demirin ateşle hayat bulduğu KARDEMİR kapatılamazdı.
Direniş sürüyordu…
Karabük halkı, gelecek nesillerin unutamayacağı şanlı bir direnişin destanını yazmaktaydı…
Kalın sağlıcakla…
NOT: Yazılarımı aynı zamanda aşağıya bağlantı adresini bırakacağım kişisel blogumda da görüntüleyebilirsiniz: