Vaiz Muharrem DEMİR


DOĞRU SÖZLÜ OLMAK -1-


        İslâm nuru, Mekke topraklarını aydınlatmaya başlayalı üç yıl olmuştu. Bu esnada sayıları az da olsa müminler, gizliden gizliye Allah'a kulluk ediyor ve ibadetlerini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Risâlet dördüncü yılına girerken Allah, Elçisi'nden daveti daha da genişletmesini, yakın akrabalarını uyarmasını istedi. Bu gerçekten zor bir görevdi. Acaba nasıl bir tepki vereceklerdi? Allah Resûlü'nün (sav) davetini kabul edip sahte ilâhlarını bırakacaklar mıydı, yoksa atalarının dininde ısrar mı edeceklerdi?

 

        Resûlullah (sav), önce en yakın akrabalarını yani Abdülmuttalib oğullarını İslâm'a davet etti. Sonra da Safâ tepesindeki yüksekçe bir yere çıkıp olanca sesiyle, “Yâ Sabâhâh! Yâ Sabâhâh!” diye haykırdı. Araplar bu kelimelerin ne anlama geldiğini çok iyi bilirlerdi. Düşman saldırısı nın an meselesi olduğunun haykırışlarıydı bunlar.         Hz. Muhammed'in bu çağrısını işitenler gelip karşısına dizildiler. Gidemeyenler de olup bitenleri öğrenmek için adamlarını gönderdiler. Resûlullah (sav), “Ben size, "Şu vadinin arkasında size saldırmak isteyen süvari birlikleri var." desem bana inanır mısınız?” diye sordu. Hep bir ağızdan, “Evet, inanırız... Biz senin bugüne kadar yalan söylediğini hiç görmedik.” diye karşılık verdiler. “O zaman,” dedi Hz. Peygamber, “Ben sizi şiddetli bir azaba karşı uyarıyorum.” Bu, belki de kalabalığın hiç beklemediği bir şeydi, bocaladılar. Resûlullah'a (sav) önce amcası Ebû Leheb karşı çıktı, sonra da diğerleri. (Buhârî, Tefsîr, (Şuarâ) 2) Halbuki onlar çok iyi biliyorlardı ki Hz. Muhammed (sav), o güne kadar herhangi bir şekilde yalan söylememişti ve o gün de yalan söylemiyordu. Zaten ona, “Yalan söylüyorsun.” da diyememişlerdi. Çünkü o, doğruluk timsaliydi, “Muhammedü'l-Emîn” idi.

 

        Sevgili Peygamberimiz, “emin” vasfıyla bilinip, doğruluğun müşahhas bir örneği olduğu gibi, onun temsil ettiği İslâm dini de bir erdem olarak doğruluğu benimsemiş ve teşvik etmiştir. İslâm dininde, Allah'a ve Peygamberi'ne inanarak özü sözü bir olanlar anlamında “sadıklar” için çeşitli mükâfatlar hazırlanmıştır. Zira imanla doğruluk arasındaki sıkı bağ, başta insanın Rabbine karşı sadık olmasını, O'nu tasdik etmesini, sonra da niyet ve eylemleriyle tutarlı ve doğru bir yol izlemesini gerektirmektedir. Ancak bu şekilde sırât-ı müstakîme yani dosdoğru yola ulaşılabilir. Bu nedenle söz ve davranışlarında dosdoğru olup ya landan kaçınmak, Hz. Peygamber'in en önemli özelliklerinden biri olduğu kadar müminlerin de en belirleyici vasfı hâline gelmiştir. Söz gelimi bir mümin hoşlanılmayan bazı özelliklere sahip olabilir, olaylar karşısında korkak tavırlar sergileyebilir ama onun yalancı biri olması asla kabul edilemez. Çünkü müminin kalbi, imanın ve doğruluğun merkezi olmalıdır. Nasıl ki küfrün yuvalandığı bir kalpte iman, hıyanetin kök saldığı bir kalpte emanet bulunmazsa, yalanın kararttığı bir kalpte de doğruluk barınamaz. Zira Hz. Peygamber, “Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz.” (İbn Hanbel, II, 349) buyurmuş, “Mümin yalan söyler mi?” sorusuna ise şu cevabı vermiştir: “Konuştuğu zaman yalan söyleyen kimse, Allah'a ve âhiret gününe (tam mânâsıyla) inanmamıştır.” (Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-ummâl, III, 874)

 

        İnsanın söz ve davranışlarında doğruluğu esas alıp yalandan kaçınması hem dinî / ahlâkî hem de dünyevî açıdan gereklidir. Fert ve toplumun sağlıklı bir hayata sahip olması için insan ilişkilerinde yalandan uzak durularak dürüstlüğün esas alınması gerekmektedir. Zira bir toplumda yalan, dedikoduya, dedikodu da insanların birbirine karşı nefret beslemesine ve nihayetinde düşmanlığa yol açar. İnsanların kamplara ayrıldığı ve düşmanlığın hüküm sürdüğü bir ortamda ise emniyet içinde yaşamak imkânsız hâle gelir. Dolayısıyla, bireysel ve toplumsal açıdan huzurlu olmak için yalandan sakınmak önemlidir. Bu durum, bireylerin kendi iç tutarlılıklarını sağlayarak vicdanen rahat olmaları için de gereklidir. Yalan, insan fıtratına aykırı olduğu için, günah kirinden uzak, saf bir mümin kalbi yalan söylenirken rahatsız olur, doğruluk karşısında ise sükûnet bulur. Allah Resûlü bu durumu şu sözlerle ifade etmiştir: “Seni şüphelendireni bırak, şüphelendirmeyene bak. Çünkü doğruluk kalbin (tereddütsüz biçimde) huzura ermesidir. Yalancılık ise şüpheden ibarettir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 60) Bu sükûneti sağlamak adına insan konuştuğu zaman dikkatli davranmalı, her düşündüğünü ve duyduğunu dile getirmede acele etmemelidir. Aksi hâlde buna yalanın karışma ihtimali çok yüksektir. Allah Resûlü (sav) insanları bu duruma düşmekten şu sözleri ile uyarmaktadır: “Her duyduğunu söylemesi kişiye yalan olarak yeter!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80)

 

        Söz ve davranışlarıyla ümmeti için “en güzel örnek” olan Sevgili Peygamberimiz, kendisi yalandan uzak durduğu gibi, müminlere de yalanı yasaklamış, yanında birisi yalan söylese o kişinin hemen tevbe edip günahından arınmasını istemiştir. Çünkü Hz. Peygamber, yalan söyleyen kişinin münafıklığın üç alâmetinden birini taşıdığını haber vermektedir: “Münafığın alâmeti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler, vaad ettiği vakit sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder.” (Buhârî, Edeb, 69) Bununla birlikte Efendimiz (sav) yalanın insan ilişkilerine verdiği zararı şöyle dile getirmektedir: “Bir konuda seni tasdik ettiği (sana inandığı) hâlde kardeşine yalan söylemen ne kadar büyük bir ihanettir!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 71)

 

        Yalan konusunda çok hassas davranan Allah Resûlü, (sav) insanları yalandan ve ona götürebilecek her türlü davranıştan sakındırmıştır. Hatta bunlara, birçok kimsenin önemsemediği, çocuklara yalan söylemeyi ve yalan söyleyerek şaka yapmayı da dâhil etmiştir. Nitekim bir defasında Resûlullah (sav), bir annenin çocuğunu çağırıp, “Gel sana bir şey vereceğim.” dediğini işitince kadına, “Ona ne vereceksin?” diye sormuş, “Kuru hurma.” cevabını alınca da şöyle buyurmuştur: “Dikkatli ol, ona bir şey vermemiş olsaydın, bu senin için bir yalan olarak yazılacaktı.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80) Öte yandan Allah Resûlü (sav), “Yalancılıktan kaçının. Çünkü ister ciddi olsun, isterse şaka yollu olsun yalan söylemek Müslüman'a yakışmaz.” buyurarak konunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. (İbn Mâce, Sünnet, 7) O, doğru söz lülük konusunda o kadar titizdir ki, “İnsanları güldürmek için yalan söyleyen kimselere yazıklar olsun.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80) buyurarak, şaka yaparak da olsa bir insanın yalanı terk etmediği sürece tam anlamıyla mümin olamayacağını haber vermiştir. Rabbini tasdik ederek böylece hem kendisini yaratana, hem de tüm mahlûkata karşı dürüst davranma sözü veren mümine yalan söylemek yakışmaz. Zira Peygamber Efendimizin tanımıyla, “insanların kendisinden emin olduğu kişi” olan mümin, aynı za manda Allah'a inanan ve O'na ibadet eden insandır. Ancak yalan söylemek, yapılan ibadetlerin şuuruna tam olarak varılamadığını gösterir. Bu şekilde yalanla ibadetler de âdeta tehlikeye atılmaktadır. Nitekim Allah Resûlü (sav), oruçlu olduğu hâlde yalanı terk etmeyen şahısların aç ve susuz kalmalarına Allah'ın ihtiyacı olmadığını bildirmiştir. Böylelerinin oruçtan nasibi sadece aç ve susuz kalmak olabilir. Oysa başta namaz ve oruç gibi en önemlileri olmak üzere ibadetler, Müslümanları daha iyi bir kul olmaya sevk etmelidir.

 

                  KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR