Vaiz Muharrem DEMİR


DUA Kulluğun Özü

"... “Kulluğun özü” olarak nitelendirilen dua hakkında Yüce Rabbimiz, “Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim.” (Mü’min, 40/60.) buyurarak müminin kendisine yönelmesine her an karşılık vereceğini hatırlatır..."


Ebû Ümâme’den rivayet edildiğine göre, “Yâ Resûlallah, hangi dua daha çok kabule şayandır?” diye sorulmuş, Peygamber Efendimiz, “Gece yarısından sonra ve farz namazların arkasından yapılan dualar.” diye cevap vermiştir. (Tirmizî, Deavât, 79)

            İlk Müslüman olanlardan biri idi. Câhiliye döneminde insanları sapıklık içinde gören, putlara tapmanın boş ve bâtıl olduğunu düşünen Amr b. Abese, fıtratı bozulmamış, kalbinin sesini dinleyen, sağduyulu bir kimseydi. Amr, Mekke’de daha önce duyulmamış birtakım haberler veren bir şahsın varlığını işitmişti. Bu haber üzerine Mekke’ye gitti. İslâm davetinin gizliden gizliye yapıldığı, İslamın ilk yılları idi.

            Mekke’de Allah Resûlü’nü soran Amr’a, onu (sav) ancak Kâbe’nin yanında, gece görebileceği söylendi. Gece olduğunda Amr, Kâbe ile örtüsü arasında gizlenip Allah Resûlü’nü beklemeye başladı. Gecenin bir vakti kulağına gelen ses, Kâbe’yi tavaf eden Hz. Peygamber’in sesi idi. Amr, Hz. Peygamber’in yanına gidip ona kim olduğu, Allah’tan ne mesaj getirdiği, risâletine kimlerin inandığı hakkında sorular sordu. Sevgili Peygamberimiz de ona kendisinin Allah’ın Nebîsi, getirdiği mesajın: “Akrabaya yardım etmek, putlara tapmamak, sadece Allah’a kulluk etmek ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamak” olduğunu, (şimdiye kadar) kendisine inanan bir hür (Ebû Bekir) ve bir köle (Bilâl) bulunduğunu söyledi.

            Amr b. Abese bu görüşmede Allah Resûlü’ne tâbi olduğunu bildirmiş ve Müslüman olmuştu. Hz. Peygamber ise ona, “Sen bugün bunu yapamazsın. Benim hâlimi ve ortalığın hâlini görmüyor musun? Şimdi ailene dön ve benim meydana çıktığımı duyduğunda hemen yanıma gel.” tavsiyesinde bulunmuştu. Amr, Allah Resûlü’nün bu sözüne uyarak ailesinin yanına döndü. Yıllar sonra Kutlu Nebî’nin hicret ettiğini duyunca Medine’ye gitti. Orada Hz. Peygamber ile görüştüğünde ona, “Beni tanıdınız mı?” diye sordu. Allah Resûlü onunla Mekke’de görüştüklerini söyledi. Soru sormaya meraklı bir tabiatı olan Amr b. Abese, ilkinde olduğu gibi bu görüşmesinde de Allah Resûlü’ne namaz, abdest ve gusül hakkında sorular sormaya başladı. Sorduğu sorulardan biri de üzerinde önemle durulması gereken bir vakit olup olmadığı ile ilgiliydi: “Ey Allah’ın Resûlü! Vakitler içerisinde Allah’a daha yakın olunacak bir an var mıdır? İbadet için tercih olunacak bir saat var mıdır?” sorusuna Resûlullah (sav), “Evet” diye cevap verdi ve şöyle devam etti: “Kulun, Allah’a en yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir. O saatlerde Allah’ı zikredenlerden olmak istersen ol. Çünkü güneş doğuncaya kadarki o vakitlerde kılınacak namaza melekler gelir ve özellikle şahitlik yaparlar.” (Nesâî, Mevâkît, 35)

            Allah Resûlü’nün Amr b. Abese’ye verdiği bu cevap, Allah’ın kullarına rahmetinin ifadesidir aslında. Onun (sav) bildirdiği gibi, Allah, kullarının kendisine yönelebilecekleri özel zamanlar bahşetmiştir. “Kulluğun özü” olarak nitelendirilen dua hakkında Yüce Rabbimiz, “Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim.” (Mü’min, 40/60.) buyurarak müminin kendisine yönelmesine her an karşılık vereceğini hatırlatır. Zira dua insanın varoluş nedenidir. Kul, duası sayesinde Allah katında değer kazanır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: “(Resûlüm!) De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkân, 25/77) Ancak Allah’ın, rahmetinin eseri olarak kullarına sunduğu öyle zaman ve mekânlar vardır ki, bunlar müminin dualarının kabulü ve günahlarından arınması için birer fırsattır. İşte Allah Resûlü, Amr b. Abese’ye bu özel zamanlardan birini haber vermiştir.

            Sevgili Peygamberimizin gece yaptığı dualarından birini Hz. Âişe validemiz şöyle anlatıyordu: “Bir gece Allah’ın Resûlü’nü yatakta bulamadım, onu elimle yoklayarak aramaya başladım. O sırada elim ayaklarının tabanlarına değdi. Ayaklarını dikmiş vaziyette secde hâlindeydi ve “Allah’ım! Gazabından rızana, cezandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Sana tüm övgüleri saysam yine de bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.” diye dua ediyordu. (Müslim, Salât, 222) Sevgili Peygamberimiz ashâbını da bu vakitlerde ibadet ve duaya teşvik ederdi. Nitekim Câbir’in (ra) rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü şöyle buyurmuştu: “Gerçekten gecede öyle bir an vardır ki Müslüman bir kimse o âna rastlar da Allah’tan dünya ve âhiret işlerine ait bir hayır isterse, o isteğini Allah kendisine verir. Bu, her gece (böyle)dir.” (Müslim, Müsâfirîn, 166)

            Bir başka sefer de Peygamber Efendimize, “Yâ Resûlallah, hangi dua daha çok kabule şayandır?” diye sorulmuş, Allah Resûlü, “Gece yarısından sonra ve farz namazların arkasından yapılan dualar.” diye cevap vermişti. Bu sözleriyle O (sav), farz namazlardan sonra yapılan duaların önemine de dikkat çekiyordu. Farz namazlarını kaçırmayarak Allah’a itaatini ifade eden insana, Rahmân ve Rahîm olan Allah’tan bir müjde veriyordu. Sadece Allah emrettiği için O’nun huzurunda secdeye kapanıp boyun eğen ve sonrasında ellerini açıp isteklerini arz eden kulun duası, kabule şayan dualardandı.

            Bir hadisinde O (sav), şöyle buyurmuştur: “Allah her gece, gecenin ilk üçte biri geçtiğinde dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve "Melik benim! Melik benim! Var mı bana dua eden, onun duasını kabul eyleyeyim? Var mı benden isteyen, istediğini vereyim? Var mı benden mağfiret dileyen, onu affedeyim?" buyurur. Ve bu hâl tanyeri ağarıncaya kadar böylece devam eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 169)

            Dua, sevgililer sevgilisi Peygamber Efendimizin bütün hayatını kapsıyordu. O (sav), dua ile yatar, dua ile kalkardı. Allah’ın yarattığı her şeye karşı nimet ve şükür içerisindeydi. Bu şükrünü asla gizlemezdi. Karşılaştığı tabiî olaylar karşısında bile dudaklarından dua eksik olmaz, her vesile ile Rabbine olan bağlılığını tazelerdi. Meselâ, hilâli gördüğü zaman şöyle derdi: “Allâhü ekber! Allah’ım! Onu biz güvendeyken, iman etmişken, selâmetteyken, İslâm üzereyken ve Rabbimizin sevdiği işlerde başarılı olduğumuz hâldeyken üzerimize doğur. (Ey Hilâl!) Bizim Rabbimiz de senin Rabbin de Allah’tır.” (Dârimî, Savm, 3)

            Sevgili Nebî özellikle sabah ve akşam vakitlerinde dua ederdi. Bu vakitlerde çoğunlukla o vakte uygun içerikte dualar eder ve âdeta duaları ile o vakitleri vesile kılarak tüm hayatı anlamlandırırdı. Meselâ, hayatın âdeta yeniden dirilişini ifade eden sabah vaktinde, “Allah’ım! Senin kudretinle sabaha çıktık, senin kudretinle akşama gireriz. Senin kudretinle yaşar, senin kudretinle ölürüz... En son dönüşümüz sanadır.” diye dua etmeyi tavsiye ederdi. (Tirmizî, Deavât, 13) Akşam olunca da, “Rabbim, bu gecede olanların ve sonrasında olacakların hayrını senden dilerim. Bu gecede olanların ve daha sonrasında olacakların şerrinden de sana sığınırım.” (Müslim, Zikir, 75) diye dua ederdi. Başka bir rivayete göre de yatacağımız zaman, “Yâ Rabbi! Senin adınla yatar ve senin adınla kalkarım. Eğer canımı alırsan ona rahmet et. Eğer onu serbest bırakırsan salih kullarını nasıl koruyorsan onu da öyle koru.” diye dua etmemizi istemişti. (Tirmizî, Deavât, 20)

            Her ânını dua ile süsleyen Sevgili Peygamberimiz, Allah ile kulu arasındaki bağın daha da güçlü olduğu özel zamanlarda yapılan duaya, kulluk ve ibadete daha da önem verir, bütün samimiyetiyle Rabbine yönelirdi. Söz gelimi, onun bildirdiğine göre, ezan ile kâmet arasındaki vakit, duaların geri çevrilmeyeceği vakitlerdendi. O (sav), Allah’ın dualara icabet saati olduğunu bildirirdi. Hatta bu vakitlerde söz ve isteklere dikkat etmeleri konusunda ashâbını uyarırdı. Zira bu vakitlerde, beddualar bile kabul olunabilirdi. Câbir b. Abdullah, Resûlullah’ın bu konuda şöyle buyurduğunu bildirmişti: “Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyiniz. Olur ki, Allah’tan istenilenlerin ihsan edildiği bir zamana rastlarsınız da Allah dilediğinizi kabul ediverir.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 27)

            Dua ile zaman ve mekân arasında iki taraflı bir ilişkiden söz edilebilir. Duayı kabule şayan kılan mübarek zaman ve mekânlarla, dua ile anlam kazanan ve insanın ruhunun bütünleştiği zaman ve mekânlar... Kutlu Nebî duayla zaman ve mekânı âdeta ilmik ilmik dokurdu. İnancını zamana ve mekâna âdeta nakşederdi. Çünkü insan duayla zamana ve mekâna ruh verir. Allah Resûlü duaların kabul olduğu zaman dilimleri ile birlikte bazı özel mekânlarda yapılacak duaların da daha faziletli olduğunu bildirmiştir.

            Hz. İbrâhim çorak bir yer olan Mekke topraklarına eşi Hacer annemizi ve oğlu Hz. İsmâil’i bıraktığı zaman, “Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır.” (Bakara, 2/126) diye dua etmişti. Böylece Mekke, “ümmü’l-kurâ” (şehirlerin anası) ve “beled-i emîn” (güvenli belde) oldu.

            Müslümanlar için bir diğer özel mekân ise Medine’dir. Hz. İbrâhim Mekke için dua ettiği gibi, Sevgili Peygamberimiz de Medine’nin bereketli olması için dua etmiştir. Böylece Medine de Mekke gibi bütün Müslümanlar için duaların kabul edildiği ve ibadetlerin daha faziletli sayıldığı bir mekân olarak kabul edilmiştir.           

            Müslüman bireyin hayatına farklı bir anlam katan tüm bu zaman ve mekânların değeri, Yüce Yaratıcı ile insanlığın buluşmasına yaptıkları tanıklıkla ortaya çıkmıştır aslında. Kulun Rabbi ile buluşması olan dua ise, bu zaman ve mekânlarda yapıldığında farklı bir mahiyete bürünür. Duanın zaman ve mekân ile ilişkisi sayesinde mümin, varlıkla bütünleşir, tüm evrenle anlamlı ve derin bir bağ kurar. Dua eşliğinde her ilmiği samimiyet, huzur ve inanç ile örülen zaman ve mekân, mümine daha anlamlı bir hayat sunarak onu daima güvenli ve diri tutar. O hâlde mümin, Rabbi ile arasındaki bu bağı kuvvetlendirmek için kendisine bir fırsat olarak sunulan zaman ve mekânları değerlendirmeli ve bu sayede kulluk bilincini canlı tutmalıdır.

             

Kaynak: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR