Vaiz Muharrem DEMİR


DÜNYA AHİRETİN TARLASI

"...Yerleri ve gökleri, bitkileri ve canlıları, geceyi ve gündüzü var eden Allah, son olarak insanı da yaratarak onun dünyadaki serüvenini başlatır..."


               “Önce Allah vardı; O’ndan önce hiçbir şey yoktu. Arşı suyun üzerindeydi. Sonra O, gökleri ve yeri yarattı.” (Buhârî, Tevhîd, 22) Bu hadisi, yaratılış hakkında soru soran Yemenli bir gruba hitaben söyler Allah Resûlü. Yerleri ve gökleri, bitkileri ve canlıları, geceyi ve gündüzü var eden Allah, son olarak insanı da yaratarak onun dünyadaki serüvenini başlatır. Ancak zayıf bir yapıda yaratılır insan. Aceleci, hırslı ve kendi isteklerine hâkim olamayacak bir tabiatı, yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökebilecek bir potansiyeli vardır. Fakat Yüce Allah ona değer verip kendi ruhundan üfler. Onu yeryüzünün halifesi kılar ve yaratılışın hikmeti olan kulluk imtihanı ile onu baş başa bırakır.

               İnsanın yaratılış gayesinin gerçekleşeceği ve imtihana çekileceği mekân olarak “yeryüzü” seçilir. Ardından insana birbirini takip eden iki hayat verilir. İlki dünya hayatıdır. Yani Allah’ın insana verdiği iki hayattan birincisi… Yani insanoğlunun ölümden önce yaşadığı hayat… Yani geçici, ölümlü ve fâni hayat… İnsana verilen ikinci hayat ise, âhiret hayatıdır. Bu, ölümden sonraki hayattır… Bu, en son hayattır… Bu, ebedî, ölümsüz ve bâki olan hayattır…

               Dünya ve âhiret hayatı, birbirinin devamı olan iki hayattır. İnsan ilk olarak dünya hayatına gözlerini açtığı için bu hayata “yakın hayat” anlamında “dünya hayatı”, dünyaya gözlerini yummasının ardından son olarak âhiret hayatına intikal ettiği için bu hayata da “sonraki hayat” anlamında “âhiret hayatı” denmiştir.

               Dünya hayatı, ebedî hayat olan âhiret hayatının kazanılacağı ve şekilleneceği yegâne yerdir. Bu nedenle insanın sonraki hayatta (âhirette) bulacağı şey, ilk hayatında (dünyada) iken elde ettiği şeydir. İnsan, dünya hayatında kendisi için ne gibi bir hayır işlerse, âhirette Allah katında onun karşılığını bulacaktır. “Dünya âhiretin tarlasıdır.” şeklindeki hikmetli sözde de ifade edildiği gibi, cennet, tohumunu bu dünyada ektiğimiz bir bahçe, cehennem de ateşini bu dünyadan götürdüğümüz bir yangın yeridir. Şu hâlde dünya hayatı son derece önemlidir ve kişinin yaşantısı doğrultusunda iyi ya da kötü olarak bir değere sahiptir.

               Buhârî’nin naklettiğine göre, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde, Bahreyn dolaylarındaki büyük Arap kabilelerinden Abdülkays kabilesine mensup olan Câbir (veya Cüveybir) isminde zeki ve güzel konuşma kabiliyetine sahip bir kişi, bir ihtiyacı nedeniyle Hz. Ömer’e gelir. Ona ihtiyacını anlattıktan sonra dünyayı kötüleyen ve küçük gören bir konuşma yapar. Bu arada Hz. Ömer’in yanında beyaz saçlı ve beyaz elbiseli bir zât da vardır. Câbir sözünü bitirince, o zât ona şunları söyler: “Bütün söylediklerini münasip görebilirim, ancak dün-yayı kötüleyen sözlerini değil! Sen dünyanın ne olduğunu biliyor musun? Dünya öyle bir yerdir ki, orada bizim âhirete götüreceğimiz tedarikimiz ve azığımız vardır. Orada, âhirette karşılığını göreceğimiz amellerimiz vardır.” Bunun üzerine Câbir, kendi ifadesiyle, “dünya hakkında kendisinden daha bilgili olan” bu zâtın kim olduğunu sorar Hz. Ömer’e. Müminlerin Emiri, “Bu zât, Müslümanların efendisi Übey b. Kâ’b’dır.” cevabını verir. (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 168) Übey b. Kâ’b, Rabbimizin övgüsüne mazhar olan ve ilmi sebebiyle Allah Resûlü tarafından takdir ve tebrik edilen bilge bir sahâbîdir.

               Bir başka bilge sahâbî Hz. Ali de, dünya için, “Allah’ın peygamberlerinin mescidi, vahyin iniş yeri, meleklerin namazgâhı, Allah dostlarının mekânı, Allah’ın rahmetinin kazanıldığı ve cennetin hak edildiği yer” ifadelerini kullanır ve dünyaya olumsuz bir gözle bakılmamasını tavsiye eder. (İbrâhim el-Beyhakî, el-Mehâsin ve’l-mesâvî, 386)

               Dünyanın konumu ve değeri hususunda en açık bilgiler Kur’ân-ı Kerîm’de yer alır. Dünya ile ilgili âyetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, ne dünyevîleşmenin (sekülerleşmenin) ne de uhrevîleşmenin (ruhbanlaşmanın) İslâm açısından arzu edilen bir şey olduğu; bilakis asıl vurgunun dünya ve âhiret arasındaki denge üzerine olduğu görülür: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma!” ( Kasas, 28/77)

               Bazı âyetlerde ise, dünyanın bir oyun ve eğlence, bir süs, insanlar arasında bir övünme vesilesi, mal ve evlât sahibi olma isteği ve aldatıcı bir meta olduğundan söz edilir. Ancak bu âyetler, bilhassa dünya hayatından başka hiçbir hayata inanmayan ve dünyaya âdeta taparcasına bağlı olan kimselere hitap etmektedir. Onların dünyaya olan aşırı tutkularını törpülemek, onları mânevî ve uhrevî bir hayata hazırlamak için durumlarına uygun bir üslûp kullanılmıştır.

               Kötülenen, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşanan bir dünya hayatıdır. Küçümsenen, zevk ve menfaatlerin Allah’ın rızasından üstün tutulduğu bir dünya hayatıdır. Onaylanmayan, âhiret karşılığında satın alınan bir dünya hayatıdır. İstenmeyen, rahata ve zevke dalarak eğlenceyi ve geçici hevesleri dinleri hâline getiren kimselerin dünya hayatıdır. Böyle bir dünya hayatı, Allah katında bir sineğin kanadından daha değersiz, küçük kulaklı ölü bir oğlaktan daha kıymetsizdir.

               Oysa insan, dünyayı imar etmekle sorumlu kılınmıştır. Hatta A’râf sûresindeki bir âyete göre, dünya herkesten önce müminler için yaratılmıştır ve mümin olmayanlar, dünyanın nimetlerinden müminlerden dolayı istifade etmektedirler. Âhirete gelince, o elbette sadece müminlerindir: “De ki: Allah’ın, kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kılmış? De ki: Bunlar, dünya hayatında müminler içindir. Kıyamet gününde ise, yalnız onlara özgüdür.” (A’’râf, 7/32)

               Allah Resûlü’nün ve müminlerin dünya ile aralarına koydukları bu bilinçli mesafe ve bu konudaki bazı hadisler, kimi zaman dünyayı mutlak olarak kötülemenin ve ondan bütünüyle el etek çekmenin gerekçesi olarak sunulabilmiştir. Oysa dünya nimetlerine mesafeli yaklaşmanın da bir ölçüsü vardır. Servet biriktirmeyi onaylamadığı bilinen sahâbîlerden Ebû Zerr’in naklettiği bir hadise göre, Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Zâhid olmak (dünyaya rağbet etmemek), kişinin helâl olan şeyleri kendisine haram kılması veya malını dağıtıp tüketmesi demek değildir. Bilakis zâhid olmak, elinde olan şeylere, Allah katında olanlardan daha fazla güvenmemek demektir.” (İbn Mâce, Zühd, 1)

               Bu çerçevede müminlerin dünyaya bakışını şekillendiren hadislerden biri de, “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” (Müslim, Zühd, 1) şeklindedir. Ebû Hüreyre vasıtasıyla Peygamberimizden nakledilen bu hadisin yorumu sadedinde şerhlerimizde anlatılan son derece çarpıcı bir olay vardır. Rivayete göre hicrî 9. asrın gözde hadis âlimi ve Mısır’ın baş kadısı olan İbn Hacer el-Askalânî, bir gün atının üzerinde heybet ve ihtişam içinde çarşıdan geçerken, yağ satan ve üstü başı kir içinde olan bir Yahudi yanına gelir. Atının yularından tutarak ona, “Ey şeyhülislâm, sen Peygamberinizin “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” dediğini iddia ediyorsun; fakat sen nasıl bir zindandasın, ben nasıl bir cennetteyim?” diye sorar. Bunun üzerine İbn Hacer ona şu cevabı verir: “Allah’ın âhirette bana hazırladığı nimetlere bakarak ben şu an zindanda sayılırım. Allah’ın âhirette sana hazırladığı acıklı azaba bakarak da sen cennette sayılırsın.” Bu cevap üzerine Yahudi Müslüman olur.

               Şu hâlde dünya, müminlerin zillet ve âcizlik içinde değil, bilakis izzet ve vakar içinde yaşayacakları bir yerdir. Onlardan beklenen, dünya hayatını mâmur etmeleri, bunu yaparken de rızıklarına kefil olan Allah Teâlâ’ya kulluk etmeyi ve ahreti unutmamalarıdır. Kısacası, dünya konusunda müminlerden istenen, ölçülü ve dengeli olmaktır. Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Allah karşısında takva sahibi (sorumluluğunuzun bilincinde) olun ve dünyevî isteklerinizde mutedil davranın. Çünkü hiç kimse kendisi için takdir edilen rızkını yiyinceye kadar ölmeyecektir, rızkı gecikse bile! Öyleyse Allah karşısında takva sahibi olun ve dünyevî isteklerinizde mutedil davranın. Helâl olanı alın, haram olanı terk edin.” (İbn Mâce, Ticâret, 2)

 

               Kaynak: HADİSLERLE İSLAM

 

YAZARLAR