Şu alemde milyarca canlı ve cansız mahluk var. Bunların içinden hiç biri “ben’’ diyemezken, sadece insanoğlu “ben’’ der. Koskoca dağ “ben’’ diyemezken, cismi küçük cürmü büyük insan “ben’’ diyebilir. Diğer varlıklar “ben’’ diyemezken insan neden ve niçin “ben’’ der? İnsanoğlunda benlik duygusu neden var.
İnsan benlik duygusu ile var olduğunun farkına varır. Geçmiş ve geleceği benliği ile idrak eder. Benliği ile geçmişin üzüntülerini, geleceğin endişe ve korkularını düşünebilir. Benlik duygusu ile kişi kendisini ve çevresini fark eder. Benlik duygusu ile hür ve bağımsız olduğunu fark eder. Benlik duygusu ile insan her şeyin maliki oldu-ğunu zanneder. Malikiyet duygusu ile insan her şeye hükmedebileceğini zanneder. O artık bir sahiptir, hükmettiği şeyler ise onun kölesidir. O artık konuşurken bile ast tabakaya üsten konuşur. Kendisini bir ilah gibi görmeye başlar. Maliki olduğunu zannettiği; makamlar, mevkiler ve kapital ile iyice şımarır. O makam ve mevkilerin sarhoşluğu ile o artık olmazsa olmaz, eşi ve benzeri bulunmayan bir Hint Kumaşı gibidir. Onun yeri doldurulamaz, o olmazsa hiçbir şey olmaz. Bu hissiyatlar ile o kişi egosunu ilahlaştırmaya başlar. Benlik duygusunun bu şekilde şişirilmesi ile zulümler ortaya çıkar. Benlik duygusu çok şımartılmış toplumlar ve liderleri kendilerini tüm dünyanın maliki olduğunu zannetmişlerdir. Yeri geldiğinde bunun için savaşmışlar, yeri geldiğinde birçok mazlumu öldürmekten geri durmamışlar- dır.
İnsana bu malikiyet hissini ”benliği’’ yani “egosu’’ verir. Egosu çok güçlü olan insanlar diktatörlükleri ile dünyayı kana bulamışlardır. Her şeyi kendilerinin hakkı olarak görmüşlerdir. Bu şekilde tarih sahnesinde; çıkardıkları savaşlar ile dünyayı kana bulayan Cengiz Handan, Hitler ve Mussolini’ye kadar birçok kişi egoları ile dünyaya kan kusturmuşlardır. Malikiyet davasında bulunan nice krala, nice sultana şu fani dünya mülk olmamıştır. Malikiyetleri hep sahte ve sanal kalmıştır. Hepsi egolarının peşinden koşarak, zulmün üstadı olmuşlardır. Şu anda dünyanın zalim devletleri malikiyet davası ile dünyayı kana bulamaya devam etmektedirler.
Benlik duygusu insana sahte bir Rububiyet ve uluhiyet hissiyatı verir. Bu Rububiyet ile insan sahte bir ilahlık davasında bulunur. Bu sahte ilahlık davası ile insan; ya kendisine tapar, ya da çok önem ve değer verdiği metalara tapar. Bu taptığı şeyler makam, mevki, koltuk, mal, mülk gibi meta nevinden şeyler olabileceği gibi; dini bir önder, ya da siyasi bir lider, ya da bir kurtarıcı da olabilir. Bundan dolayı geçmiş de paraya tapan Karunlar, kendisine taptıran firavunlar, kendisine tapılan Herküller ve Zeuslar gibi birçok sahte tanrının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.
Bir karınca; Nemrutun sarayının yıkılmasına muktedirken,
Bir sinek; Firavunun ölmesine muktedirken,
Bir dakikalık sarsıntı; Karun’un hazinelerinin gark olmasına muktedirken,
Dünyanın en güçlü lider ya da kurtarıcının ölümüne; gözle görülmeyen bir mikrop muktedirken
insan bütün bu aciz varlıkları kendisine neden ilah edinir ve neden kendisine mabut edinir?
Hazreti İbrahim gibi “ben batıp gidenleri sevmem’’ deyip masivadan yüzünü neden çevirmez?
Kritik ve cevap verilmesi gereken asıl soru budur.
Ego, ene, ben üçü de aynı manayı ifade eder. Dini terimlerde ene denilen, psikolojide ego denilen terimlerle ifade edilen mana ben duygusu yani benlik duygusudur. Bu yüzden bu üç kelimeyi de aynı anlamda kullanacağız.
Benlik duygusunun insana niçin verildiği bilinirse ve benliğin mahiyeti anlaşılırsa o zaman benlik insanı insan yapar. Ama benlik duygusunun mahiyeti ve bize niçin verildiği bilinmezse; O benlik bizi sahte bir ilah yapan cihaza da dönüşebilir. O yüzden benliğin mahiyeti nedir? Niçin insana benlik verildi? Birazcık açarak aklımıza yaklaştırmakta fayda var.
Hazreti Allah meleklere “dünyada beni temsil edecek bir varlık, yani insan yaratacağım’’ dediğinde, melekler bu günleri Allahın izin ve iradesi ile görmüş olacaklar ki! “yeryüzünde kan dökecek, fesat çıkaracak bir varlık mı yaratacaksın’’ demişlerdir. Peşinden “biz sana ibadet ediyoruz. İnsana ne gerek var’’ ? kabilinden bir serzenişte bulunmuşlardır. Yüce Allah “Ben sizin bilmediğinizi bilirim’’ demiştir.
Allah eşrefi mahlukat dediği insanı yaratmıştır. Yaratmış olduğu varlıklar içinden Allah’ı en iyi anlayacak ve tanıyacak varlık insandır. İnsanın donanımı, özelikleri ve duyguları Allah’ı en iyi şekilde idrak edecek ve tanıyacak şekildedir. Çünkü insana Allah’ı tanıyacak bir emanet vermiştir. O emanetin adı “ENE yani BEN’’ duygusudur. Evet yanlış okumuyorsunuz bize rabbimiz tanıtacak ve anlatacak manevi cihaz ene’miz yani ben duygumuzdur. Beni tanıyan (kendini tanıyan) rabbini tanır. Benlik duygusunun mahiyeti anlaşılır-sa ve maksadına uygun şekilde kullanılırsa, insan kendisini yaratan rabbini tanır. Bu tanıma meleklerinin tanımasından daha üst düzeydedir. İnsanı meleklerin üstüne çıkartır. Ama bu duygunun mahi-yeti anlaşılmazsa ve maksadına uygun kullanmazsa insanı şeytanlarında aşağısına düşürecek bir zulmün kaynağı da olabilir. Allah benlik duygusunu dağlara taşlara bütün mahlukata teklif etmiştir. Hiçbiride bu emaneti n ağırlığından dolayı benlik duygusunu yüklenmekten korkmuş ve tek insan kabul etmiştir.
Kainat kapıları görünüşte açık gibi görünse de aslında kapalıdır. Bu kapıları açacak anahtar insanın elindedir. İnsan kendisine verilen Ene’yi bir anahtar gibi kullanabilirse, kainatta rabbini tanıtan bir çok hazineyi bu anahtar ile açabilir. Bu sayede hem rabbini tanır, hem de kainatın gizli hazinelerini onunla keşfeder. Rabbimize ait isimleri, sıfatları ve icraatları tanımamamızı ve anlamamızı sağlayacak işaret ve örnekler ene’mizin içine konmuştur. Bu işaret ve örnekler cüzi bir şekilde benliğimizin içine konulmamış olsaydı, biz rabbimizin birçok isim ve sıfatını anlayıp idrak edemezdik. İnsan bu ene’sinin içine konmuş olan o örnekçikler, işaret ve sıfatlarla bir kıyaslama yapar. O şekilde kainatı ve kainatı yaratan rabbinin isimlerini, sıfatlarını, faaliyet ve fiillerini anlamış olur. Bu kıyaslamaya vahidi kıyasi denir. Barometre kendisindeki örnekle kıyaslama yapar. Dış ortamın basıncını ölçer. Termometre kıyaslama yapar dış ortamın ısını bu şekilde ölçer. Birçok ölçü birimi ile bizler bu kıyaslamayı yaparak bilgi ve fikir sahibi oluruz. Bu şekilde ilim ve fende inkişaf ederiz. Örneğin dünyanın enini ve boyunu biz enlem ve boylam adını verdiğimiz aslında olmayan ve varmış gibi kabul ettiğimiz çizgilere bölerek anlayabiliyoruz. Burada ene aynı şeyi yapar kendisine emanet olarak verilen işaret ve örneklerle bir sınır çizerek ve kendisindeki örneklerle kıyas yaparak yaratıcının isim ve sıfatlarını anlamamızı sağlar.
Her yeri kapsayan, kuşatan ve sınırları belli olmayan bir şeye bu şekilde bir sınır ve hudut çizmezsek anlayamayız. Hiç gece olma-saydı, gündüzü anlamazdık. Gece yani karanlık ışığa bir hudut çizer. Suda yüzen bir balığın suyu anlaması zordur. Su üstüne çıkarsa bir sınır çizeceği için suyu anlamış olur. işte ene de rabbinin sıfatlarını ve isimlerini bu şekilde sınırlar çizerek anlayabilir.
Rabbimizin ilim, irade, kudret, hakim ve rahim gibi bir çok ismi ve sıfatı vardır. Bu isim ve sıfatlar kuşatıcı, sınırsız ve her şeyi kapsayıcıdır. Bu isim ve sıfatların bir zıddı ve benzeri yoktur. Bu yüzden bir sınır çizilmezse ne olduğu bilinmez ve anlaşılmaz. Bu sınırı insandaki ene veya benlik çizer. Ene kendisine emanet olarak verilmiş olan hayali rububiyeti (hayali ilahlık mevhumu ile) bir sınır çizer. Ene’de; malikiyet, kudret, irade, ilim, merhamet gibi Allaha ait soyut sıfatlar cüzi ve sanal olarak bir tarzda bulunur. Bu yüzden enenin iyi yönü, kendisindeki sınırlı sıfatçıklarla, Allahın sınırsız sıfatlarını kıyaslama yaparak bu şekilde anlamış olmasıdır. Bu şekilde kainat kapıları insana yavaş- yavaş açılmaya başlar. Kötü yönü ise; ego bu cüzi sıfatlara ayna olduğunu bilemeyip, kendisinden kaynaklandığı zannına kapılırsa, kendisini bir ilah gibi zanneder. Günlük hayatta ve sosyal hayatımızda bu şekilde egosu tavan yapmış kendisini ilah gibi gören birçok kişi ve kişilerle karşılaşabiliyoruz.
Örnekle açıklamak gerekirse Allahın her şeye malik olduğunu ene kendisindeki malikiyet duygusu ile anlar. Ben nasıl şu eve maliksem, Allah’da şu kainata maliktir der.
Ene benim nasıl cüzi ilmim varsa, bu cüzi ilmimle araba yapıyorsam uçak yapıyorsam aynen öylede Allahın’da külli bir ilmi var. O ilimle bütün canlıları yaratır der. Kendisindeki cüzi ilimle, Allahın külli ilmini anlamış olur.
Benim kudretim var şu evi kudretimle yaptım. Allah da külli kudreti ile şu kainatı ve galaksileri yapmıştır der. Kendisindeki cüzi kudretle Allahın külli kudretini tanımış olur.
İşte ene bir ayna gibi, bir ölçü birimi gibi, bir kıyas birimi gibi bu şekilde çalışırsa ve çalıştırılırsa insanın tekamülüne sebebiyet verir ve kainat sarayının gizli hazinelerinin kapılarını bu şekilde açmış olur.