3. BÖLÜM –
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI:
BİR SAVAŞIN TANIKLIĞI
ZAFERİN SESSİZ TANIKLARI –
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI
Harekâtın başlangıç anını nasıl hatırlıyorsunuz?
Cenevre’deki barış görüşmelerine göre ya harekât devam edecek veya anlaşma yapılacaktı.12 Ağustos’ta gizli olarak harekât emri geldi. Bizim takımın ne yapacağı, ne olacağı belli idi. Harekat olacaksa ”ZAFER” anlaşma olacaksa “TEMEL” idi.
3 – 4 gündür huzursuzduk, uykusuzduk; bekliyorduk. Hareket emrinde uçakların 00.60’da geleceği, hedefleri bombalayacağı; harekâtın topçu atışıyla başlayacağı planlanmıştı. Kulağımız telefondaydı. Gece saat 04.00’da telefon çaldı: “Burası tümen nöbetçi amirliği — Komutanım, ZAFER” dedi. Bir ses: “Alay Komutanı Nihat TOPRAK.” “ZAFER, hayırlı olsun” dediler ve kapandı. Biz de kendimize göre hazırlıklarımızı yaptık; uyku kalmamıştı.
“Uçaklarımızı görünce ne hissettiniz?”
“Türk jetleri gökyüzünü kapladığında gözlerim doldu. Lefkoşa’ya bombalar yağarken sevincimden ağladım. O an, zaferin bizim olacağına inandım.”
Gökyüzü mavi değildi artık; özgürlüğün rengiyle, barışın umuduyla boyanmıştı.
Beklenen sabah nasıl geçti?
Sabahı, yani uçakları görmek için bekledik. Herkes daha önce hazırlanmış avcı boy çukurlarındaydı; kimse dolaşmıyordu. Sabah çorbasını bile mevzilerde dağıttık. Beklenen saat nihayet geldi; gökyüzü uçaklarla kaplandı. Gruplar hâlinde gidiyorlardı — güneye, batıya, doğuya. Sanayi bölgesinin bombalandığını gördük; ben sevinçten ağlıyordum, “başlarına bir şey gelmesin” diye dua ediyordum.
Bombardıman anındaki duygu ve gözlemleriniz nasıldı?
Uçaklar yan yatıp bombayı bırakıyordu; bıraktıkları yerde duman minare gibi yükseliyordu. Alevlerin, dumanların arkası kesilmiyordu. Uçaklar coşkuyla dönerken diğerleri görevlerini yapıyordu. Yaklaşık yarım saat kadar sürdü.
Harekât sırasında telsiz ve telli iletişimde bir sorun yaşandı mı?
Evet. Harekât esnasında telsiz susması vardı. Hiçbir telsiz cihaz çalıştırılmayacaktı, irtibatlar telli olacaktı. Biz zaten tümenle telli irtibat hakkındaydık.Ancak hareket başladıktan sonra tümenden irtibatımız koptu; meşguliyet, konuşma yoktu. Hatta bakım için kimin geleceği belli değildi.
İrtibatın kesilmesi askerlerinizi nasıl etkiledi?
Birbirimize baktık; her taraf gürültü, patırtı içindeydi. “Ben kendim giderim” dedim; askerlere, “Benimle gelecek olan gelsin” diye ayağa kalktım. Onlar da hep birlikte benimle gelmek istediler. Hat içinden geçen mermiler kuru otları yakmaya başlayınca herkes korktu.
İlerlerken yaşadığınız tehlikeler oldu mu?
Evet araçla ilerlerken gerimizdeki bölgelerden ateş ediliyordu; kime, nereye nişan verdikleri belli değildi. Birlik komutanına haber verecek birini gönderdik; neredeyse vurulacaktık, hatta kendi askerimizin ateşiyle zarar görme tehlikesi vardı. Bir tank gördük; attığımız isabetle 500 metrelik kısmı kopmuş, kullanılamaz hâle gelmişti.
Binanın terasında 39. Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Bedrettin DEMİREL’i dürbünle harekâtı izlerken gördüm. O da Lefkoşa tarafındaki yanan yerleri, Sanayi bölgesinden çıkan dumanı izliyordu. Hemen irtibatı sağlayıp yerimize döndük; o anda büyük bir huzur duydum.
Sizce o günkü koşullarda en zor olan neydi?
Belirsizlik. Yolda yürüyorsun, her an bir pusu olabilir. Geceleri köylere girdiğimizde terk edilmiş evleri görüyoruz. Bazen yiyecek buluyoruz, bazen hiçbir şey yok. Ama en zoru, “Acaba sabaha çıkacak mıyız?” sorusuydu. Yine de biz görevimizi yaptık.
Geriye dönüp baktığınızda ne düşünüyorsunuz?
Bugün hâlâ o günleri düşündüğümde gözümün önüne yıkılmış evler, yanan araçlar geliyor. Ama bir yandan da asker arkadaşlarımın dayanışması, o günkü cesaretimiz geliyor. Biz vatan için görevimizi yaptık. Şimdi o günleri gururla anıyorum.
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında ilk olarak hangi bölgede görev aldınız?
Değirmenlik köyünde yaşananları unutmak mümkün değil. 14. Piyade Alayı’ndan Muhabere Başçavuş Cafer YILDIRIM’dan da dinlemiştik. Biz köyden geçtikten sonra köyü temizlemeleri ve kontrol etmeleri gerekiyordu. Yüzlerce asker kaçağı, Rum asker yakalanmıştı. Direnenler temiz-lenmiş, teslim olanlar Kolorduya gönderilmişti. O köyden tedbirli geçmezsek Belki bizi de avlayacaklardı belki de Rumlar kor-kup dokunmadılar.
Köy halkının size yaklaşımı nasıldı?
Bazı köylülerden çok yardım gördük. Örneğin Salih dayı vardı. “Allah ondan razı olsun” derim. Bizim takıma yiyecek getirirdi, moral verirdi. Türk köylerine vardığımızda halk bizi bağrına basıyordu. Kadınlar yemek yapıyor, çocuklar ellerimizi tutuyordu. Bir asker için bundan daha büyük moral olamaz. “O küçücük ellerde, bir milletin kocaman duası vardı. ”
O dönem askerlerinizin moral durumu nasıldı?
Açık söylemek gerekirse çok zor günlerdi. Sürekli uykusuz, huzursuz, diken üstünde beklerdik. Ama yine de birbirimize destek olduk. Her ne olursa olsun şükrederdik. Çünkü en çok korktuğumuz şey, kazasız belasız intikalin tamamlanamayaca-ğıydı. Ama Allah’a şükür, “Omorfo”ya intikali kazasız atlattık.
Savaş bitmişti, ama hafızalarda hiç bitmeyecek bir yangın bırakmıştı.
Geriye dönüp baktığınızda, size en çok kalan nedir?
En çok kalan şey, sorumluluk duygusu… Hem bir eş, hem bir asker, hem de bir insan olarak büyük sınavlardan geçtik. O yıllarda yaşadığımız her şey, bugün ülkemizin bağımsızlığını ve güvenliğini daha iyi anlamamı sağladı. Bize verilen görevleri yaparken aslında tarih yazdığımızı sonradan anladım.
Sayın Ahmet EVREN-SEL, Kıbrıs’taki görev günlerinizde hem cephe gerisinde hem de kişisel olarak zorlu süreçlerden geçtiğinizi biliyoruz. Özellikle Ankara’dan gelen o telefon, hayatınızın unutulmaz anlarından biri olmuş. Bize o günü anlatır mısınız?
Evet, o gün hafızamdan hiç silinmez. Binaya girerken sağ tarafta, kumlu taşlı bir bağ yolu vardı. Bizim yerimiz, o portakal ağaçlarının altındaydı. Bir gün tam oradayken telefon geldi. Ankara’dan arayan ses bana, “Eşiniz GATA’da ameliyat oldu” dedi. O an içimde bir sızı hissettim, ne olduğunu anlayamadım. Hemen hastaneyi aradım, araştırdım. Filiz apandisit ameliyatı olmuş. Birkaç gün uğraştıktan sonra nihayet Filiz’le konuşabildim ama aklım hâlâ Ankara’daydı. Hemen izin alıp yanına gitmeye hazırlandım.
Ankara’ya dönüş süreci de başlı başına bir hikâye olmuş sanırım?
Kesinlikle öyle. Askerî uçakla gidecektik; toplam 11 subaydık. Adana’da indiğimiz hava alanında bir havacı Yarbay, uçağın kapısında bizi bekliyordu. “Aslanlarım, koçlarım, kahramanlarım, gazilerim!” diyerek hepimize tek tek sarıldı. Nereye gideceğimizi öğrenip kendi elleriyle araç ayarladı, bizi uğurladı. İşte o an, insanın içini ısıtan o saygı ve sevgi duygusunu iliklerime kadar hissettim.
Eşiniz ve çocuklarınızla buluştuğunuzda neler hissettiniz?
Filiz’i ve çocukları görmek bütün yorgunluğumu aldı. Sayılı gün çabuk geçti ama o kısa izin bana büyük moral verdi. Döndüğümde Kıbrıs artık ilk zamanlardaki gibi değildi. Savaşın tedirginliği azalmıştı ama yine de temkinliydik. Bir süre sonra Filiz de çocuklarla birlikte yanıma gelmeye karar verdi. Onlar Kıbrıs’a gelen ilk askerî ailelerden biriydi. Zor günlerin ardından onlarla birlikte yaşamak, hayata yeniden bağlanmak gibiydi.
DEVAM EDECEK