Türk basınının Nene Hatunu ve ilçemizin değerli büyüğü Esma teyzemizi 17 Aralık 2024 Salı günü ebediyete uğurladık. Halıkent bölge gazetesi yazı ailesi olarak büyüğümüzü kaybetmenin acısını ve hüznünü yaşıyoruz. Henüz çocuk yaşlarımda tanıdığım Esma teyze-mizin hepimizin hayatında bıraktığı dokunuşları vardır. Hayatı bazen bir sözüyle bazen bir ba-kışıyla özetlerdi. Esma teyzemiz ile sık sık bir arada bulunurduk. Esma teyzemiz ile yıllar ön-cesinde röportaj yapmıştık. Ancak yayımlan-madığı için sizinle bu hafta Esma teyzemizin anısına paylaşmak istedim.
Toparlanması, komprime hale getirilmesi zor söyleşilerden biri daha. Nedeni ortada; -Bu haftaki konuğumun kişiliği ve kimliği, 15.06.1933 doğumlu olan Halıkent ve Gördes Müstakil Bölge Gazetesi sahibi Esma ERDEM çünkü, her ne kadar Kütahya Simav doğumlu olsa da, konuştuğum en eski Demircililerden biri. Dile kolay; Tam 67 yılın Demircilisi!.. Sıradan bir ömrün özet-lenmesi zor olmayabilir de, Esma ERDEM; İlk gençliğinden başlayarak eşi ile birlikte hem ilçe-mizde ilk matbaayı kurmuş, gazetenin haftalık basımını gerçekleştirmiş; ilk Halıkent ismiyle Demircilileri tanıştırmış, hem de Demirci Ticaret ve Sanayi Odasının ilk kadın üyesi, vergi rekortmeni. Fedakâr bir anne, muhteşem bir babaanne, herkesle barışık, her zaman hayata tutunmamızı öğütleyen özel bir büyüğümüz. 2017 yılında Basın İlan Kurumu’na özel bir röportaj vererek, Basın Hayatı Dergisi’nin 42. sayısında TÜRK BASINININ NENE HATUNU başlığıyla okuyucusuyla buluştu. Bu çalışmada bizlerle bir de ha-yalini paylaştı basın müzesi oluşturmak. Bu aldığımız en güzel haberdi. İnşaAllah en kısa zamanda bu müzenin açılışı da gerçekleştirilecektir.
Esma teyzemizin üç evladı olmuş bir kız ve iki erkek. Kızını bebekken kaybetmiş ve oğlu Ali Cenap ERDEM’i de genç yaşlarda kaybetmiş. Cengizhan ERDEM ve eşinin adını gururla taşıyan torunu Namık Kemal ERDEM ile mutlu bir hayat süren Esma ERDEM’i kaybetmenin hüznüyle sizleri gazetemizin kuruluşunu içeren geçmişten günümüze uzanan bir yolculuğa davet ediyorum. Tüm kitap dostları ve gazete tutkunlarının tek solukta okuyup derin dünyalara dalacağı aşikar…
Esma Teyzeciğim bizlere anlatabilir misiniz Halıkent Müstakil Bölge Gazetesi günümüze kadar hangi süreçleri geçirdi neler yaşandı?
1954 yılında Simav’da rahmetli eşim Merhum Namık Kemal ile gazeteciliğe başladım ve dolayısıyla ilk matbaa kapısının içerisinden girdim. O günlerden bugüne kumpas ile tek tek el dizgisi, Entertype ve Linoteype, sallamalı baskı makinası, çinko klişe, teneke klişe, naylon kilişe, kurşun dizgi, şimşir başlık, iple bağlanan kalıp, espas, kadrat cetveli, harf kasası, Ibm dizgi ve ofset hazırlık, ofset baskı ve en son Mac ve PC'yi ve baskının Digital dahil her türlüsünü gördüm ve yaşadım. Şimdi de geniş ölçekli bir matbaaya sahibiz. Yani kendimi tarih kitabı gibi hissederken bir taraftan da baskı teknolojinin geldiği ve bizlerin de takip ettiğimiz teknoloji ile gururlanıyorum.
İlk matbaayı Simav’da biz kurduk diye başlıyor yoğunlaşmış sohbetimiz; Kurduğumuz gün de işe başladık. Rahmetli eşim Namık Kemal ERDEM küçüklüğünden beri matbaacılığa heves ediyormuş biz evlendik. Hanım senin ayağın uğur getirdi küçükten beri heves ettiğim hayalime ulaştım dedi. Çok kitap okurdu bu sebepten ona ayaklı kütüphane derlerdi. Her türlü bilgiye sahipti kendini geliştirirdi. Yeni evlendiğimizde eşim Simav Belediyesinde devlet memuru idi. Yine Simav Eynal Kaplıcalarının müstecirliğini yapıyordu.
Demirci’ye taşınma sürecini anlatır mısınız nasıl karar verdiniz?
O senelerde merhum Dr. Mehmet AKAR-SU, merhum Albay Hüseyin KAHRAMAN, merhum Hüseyin COŞAR; Halıcı Rıza UYAR ve Halıcı Recep ATLAR Beyler ile benim eşim arkadaştılar. Demirci Belediye Başkanından ( merhum Nurullah DOĞRUEL) gelen istek üzerine geldik. Arkadaşları çok ısrar ettiler. İki çocuğumuzla geldik de kiralık ev bulamadık. Örnek Otelinde bir hafta kaldık. Sonra Tortamışların (merhum Hamdi TORTAMIŞ) evinin alt katındaki işyerini kiraladık. Merhum Süreyya ÖZER amcanında evini kiraladık. Demirci’de İlk matbaayı 1957 yılında kurduk.
İlk matbaayı kurdunuz sonrası nasıl ilerledi?
Sonra 1960 yılında Merhum Ali Rıza ERTEM (dayının) evini tuttuk. Odanın birini matbaa şeklinde dizayn ettik. Araya bir perde çektik, diğer odalarda yaşadık. Matbaa, dükkan, ev bir arada sürdü o yıllarda. Demirci’ye geleli henüz 4 sene falan olmuştu 23 Nisan 1961 yılında eşim hasta oldu ve 34 yaşında kaybettik.
Ne acı ve ani bir kayıp yaşanmış sizin için neden hastalandı Merhum Namık Kemal ERDEM?
Yanımızda çalışan Eski Camilerin Muammer adında bir genç vardı. Rahmetli eşim ona çok değer verirdi sonradan hastalandı. Eşim çok üzüldü sağlığına kavuşabilmesi için elinden geleni yaptı o yıllarda okuldan arkadaşı İstanbul Cerrrahpaşa Tıp Fakültesinde Profesör Remzi ÖZCAN takibini yaptı ancak henüz 19 yaşında iken kendisini kalp rahatsızlığı tanısıyla kaybettik. Eşimin Muammer’in ölümünü duyunca bayıldığını hatırlıyorum. Sonra çok üzüldü bana kalırsa üzüntüden hasta oldu diye düşünüyorum. İstanbul’da sınıf arkadaşı İstanbul’a çağırıyor tedavi edilmesi için ancak eşim kabul etmiyor ailesini düşünüyor zaman kaybı olacak ve maddi yönden çocuklarımın rızkını harcamak istemem diyerek tedaviyi reddediyor. Zaten o yıllarda her branştan doktor yok ölüm yaşı daha genç. 1960 - 1970’li yıllarda bakınız mezar taş-larında yaşam süreleri ne kadar kısadır. Tedavisi mümkün olamayınca da kısa bir süre sonra aramızdan ayrılıyor.
Peki çocuklarınız nasıl atlattı bu zor durumu?
Cengizhan daha 1. Sınıfa gidiyordu küçük de özendiğimizden gönderdik 6 - 7 yaşların daydı henüz çocuklarım. Sokakta çember çeviriyorlardı, o yaşlardaydı yani. Cengizhan’ı babasının mezarından alamamışlar toprağını avucunda sıkıyor ve hıçkırarak ağlıyormuş. 28 yaşındaydım iki çocuğum vardı gurbetteydim, o yıllar şimdiki gibi kadınlar çalışmazdı kaldı ki matbaacılık zor ve yorucu bir meslek. Şimdiki gibi değil ki her çalışma elimizin emeği, gözümüzün nuru bir işleme gibi harf harf, satır satır oluşturuyorduk. Kendimde genç olduğumdan dükkânı aldığımda bütün kıyafetlerimi dağıttığımı hatırlıyorum. Aya-ğıma siyah çorap giydim, siyah zarlık büründüm. yaşlı gibi oldum. Matbaada zaten eşimle çalışıyorduk her detayı biliyordum. Artık tüm sorumluluk bana aitti. Matbaayı devam ettirdim benden büyükler geldi kızım dediler, benden küçükler kardeşim gibi geldi. Demirci’den hiç kötülük görmedim. Çok şükür çocuklar sözümden hiç çıkmadılar. Yalnız çocukluk yaşamadılar hep üzülürüm ev idaresi bindi daha çocuk yaşta omuzlarına. Ben de çocuklarıma öğrettim matbaacılığı. Badanalarımı, her işlerimi kendim yaparım. O yıllarda matbaaya Milletvekilleri çok sık ziyarete gelirdi ve yere ayakkabısıyla basmaya çekinirlerdi. Öyle temiz, bakımlı ve düzenli bir işyerimiz vardı. (Hala o tertip ve düzeni devam eden matbaaya uğrayınca göz gezdirir ve talimatlar verir.)
Gutenberg'den günümüze ve nereden nereye... Her şey; bilim, bilgi çağı, okuma, okutma ve öğrenim, yani insanlık için... Ne demişti Hz. Ali : "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum..." Baskı teknolojisi insanlığa neler neler öğretiyor. Bazen düşünüyorum acaba baskı ve matbaa olmasa idi neler olurdu..?
Kendi ailenizden bahsedelim nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Babamın adı Yusuf annemin adı ise Zennure. Simav Hamzabey Mahallesindeniz. Annemin dayısı Hacı Ali Efendi dayım Demirci’nin Çapraz Hocası gibiydi çok ünlüydü. Hatip dedem vardı harpte şehit olmuş. Aslında benim ailem çok variyetliydi. Babam at üstünde gezerdi. Misafirhanelerimiz vardı ta dedelerden kalma. İlkbahardan sonbahara kadar günlükçüler çalışırdı yanımızda. Yetmezdi de yakın çevreden işçiler gelirdi, araziler, mandalarımız, ineklerimiz çoktu. Fırınımızda 8 - 9 göz minehatte ekmek yapılırdı da hafta bitmeden fırın yakılır ekmek yeniden yapılırdı. Bana çok ısrar ettiler Simav’a dönmem için ama dönmedim, direndim ve başardım. Annem hep sorardı kızım bir ihtiyacın var mı diye ben asla söylemezim. Her şeyim var çok şükür derdim. Aslında soracağına çantama koysa belki alırdım ama hayatım boyunca bende yok demedim elimde olanla yetindim. Çok da köklü bir aileye gelin gittim. Annem Arnavutların Gülizar Hanım dediler mi titrerdi herkes, kayınbabam memurdu küfürler duymadım, çok efendi insan-ların içine girdim. Simav’da da sular dışarıdan geliyordu. Orada da motorla çalışıyordu elektrik. Hatta her gece on ikiden sonra sönerdi. Baraj yapılana kadar Demirci’de de sönerdi.
Hurufat ile Kitap, Gazete Basmak Hurufat, harf kelimesinin çoğulunun (hurûf) çoğulu olup kurşundan dökülen matbaa harfleri demektir. Bu dökme harfler kullanılarak yapılan baskıya hurufat baskısı veya tipografya denilir. Hurufat ile kitap, gazete basımı. Elinizde okuduğunuz gazetenin nasıl yazıldığını, daha doğrusu nasıl basıldığını gördünüz mü? Eski zamanda kitaplar hep el ile yazılır ve bunları yazanlara hattat denilirdi. Düşününüz. Şu okuduğunuz gazeteyi yazmak için kaç gün lazımdır? Hatta günlerce uğraşır ancak bir gazeteyi tedarik edemezdi. Onun için okuyup yazan da az bulunurdu. Söyleşimizin bu bölümünde sık kullanacağımız kelime olacağı için açıklamak istedim.
O yıllarda matbaacılık nasıldı? Diye soruyorum?
-Hurufat, hurufat kasası, tekne, anterlin, kumpas, baskı makinesi vs… Matbaanın unutulmaz şefi Esma ERDEM, kısa süre sonra mesleğin diğer kesimine yönlendiriyor kendisini; el pedallı sonra cereyanlı çevire çevire gazete bastık.
Karşımda yılların en eski gazetecisi duruyor ve ben hayretle anlattıklarını dinliyordum. Öyle bir meslek aşkına sahip ki bıraksan gazete basımına devam edecek yani yaşının ilerlemiş olmasına rağmen her hafta gazeteyi eksizsiz okur ve ilk baktığı ilan sayfaları olurmuş. Daha önce araştırmadığım bir alanda yeni bilgiler öğren-menin heyecanıyla zamanın akışına aldırmadan sohbet ediyorduk sizlerin de dikkatini çekeceğinden eminim işte o yıllarda kumpas;
Kumpas mürettip bir kitabı dizeceği zaman o kitabın müsveddesini gözünün önüne koyar. Eline “kumpas” denilen kenarlı ve ayarlı cetvel tahtasına benzer madenden bir alet alır, kasanın gözünden boş yani harfsiz bir maden parçası alıp kumpasa koyar. Sonra dizeceği kelimenin ilk harfini koyar, sonra ikinci, üçüncü harfleri koyar ve her kelimenin sonunda bir boş yani yazısız bir harf koyar. Böylece kumpasta satırlar oluşur. Kumpas dolduktan yani birkaç satır dizdikten sonra bu satırları usulca, dağıtmadan bozmadan alıp “gale” yahut “tekne” denilen bir tekne üzerine yerleştirir ve bu şekilde devam eder. Yazı istenildiği kadar dizildikten sonra “çift” denilen iki ucu sivri ve küçük bir maşa ile mürettibin yazıyı dizerken gözden kaçırdığı veya fazla dizdiği birtakım yanlışlar düzeltilir.
Matbaa harfleri nasıl oluyor peki?
Matbaa harflerinden bahsediyoruz şimdi de Fakat kitaplarınızın böyle tahtaya sayfa kazınıp kalıp yapılarak basıldığını zannetmeyiniz diye ekliyor. Günden güne basma işi ilerledi, makineler icat edildi, hurufat ayrı ayrı döküldü. Bu harfler de mühürlerde olduğu gibi terstir. Sonradan Gutenburg isminde biri buna bir çare aradı, buldu. Gutenberg’in bulduğu çare pek sadedir. Bunu bugün hepiniz görüyor ve biliyorsunuz.
Zannedersem içinizde bir mühre ismini kazıtan vardır. O mühre biraz mürekkep sürüp yahut mühür ıstampasına basıp bir kâğıda basacak olursanız mühürdeki yazı aynıyla çıkar. Elinizle on tane isim yazıncaya kadar mühürle yüzlerce isim basabilirsiniz. Fakat dikkat etmişinizdir ki mühürde yazılan yazı tersine yazılmıştır. Tabiidir ki öyle olması gerekir. Çünkü eğer mühre, doğru yazılmış olsa idi basıldığı zaman yazı kâğıda ters çıkardı Gutenberg de böyle yaptı Bir tahta üzerine yazıyı tersine kazıdı. Ve üzerini mürekkepleyip kâğıda bastı. Sonra bir sayfayı tahtaya kazıdı, bastı ve bir basışta bir sayfa yazı yazmış oldu.)
Mürettiphane, mürettipler ve hurufat kasaları dediniz?
Siz yazı yazarken harfleri nasıl yan yana getiriyorsanız gazete basmak için de ayrı ayrı dökme harfler yan yana dizilir; kelimeler, satırlar oluşturulur. Sonra bu satırlar sayfa haline konur. Dökme hurufat, küçük gözleri olan ve her gözün bir cins harfe tahsis edildiği “kasa” denilen küçük sandıklar içine konur.
(Günümüzde mürettiplerin yerinde yeller esiyor. Artık her yazar kendi yazısının mürettibi. Zira artık bilgisayarlar var. Bilgisayar teknolojisinin yaygınlaşmasıyla beraber matbaalarda çok şey değişti. Bugün kitap basmak, gazete basmak teknolojinin bereketiyle çok hızlı ve kolay yapılabiliyor. Bilgisayarda yazılıp grafiği yapılmış bir eserin basılması için saatler kâfi geliyor.)
Bağlanmış forma ekseriyetle on altı sayfa yani bir “forma” yazı dizilince, teknedeki dizili yazılardan kaç satırlık sayfa yapılacaksa o kadar satır alınıp sayfa bağlanır. Bağlanmış sayfaları “şasi” yani demirden bir çerçeve içine koyup “garnitör” denilen delikli demir parçasıyla sıkıştırır. Merdane çerçeve içindeki sayfalar makineye götürülür, üzerine “matbaa mürekkebi” denilen mürekkep sürülmüş “merdane” yi sayfaların üzerinden geçirir.
El Tezgâhı sonra su ile tavlanmış, nemli bir kâğıdı üzerine koyar, makinenin pirinç ve sacdan yapılmış levhasını kapak gibi üzerinde kapatır ve makinenin kolunu çevirerek bastırmak için yapılmış aletin altına getirip sıkıştırır. Tekrar geriye çekip levhayı kaldırır ve koyduğu kâğıda sayfalar basılmış olduğu halde çıkar. Yerine diğer bir kâğıt koyup kaç tane basacaksa böylece devam edip basar.
Matbaa Makinesi fakat zamanımızda böyle el tezgâhları terk edilmiştir. Şimdi gayet mükemmel matbaa makineleri icat edilmiştir. Bu makinelerin üst tarafından kâğıt konulup alt tarafından bir anda basılmış olarak alınır ve bir saatte binlerce kâğıt basılır. Lüzumu kadar basıldıktan sonra sayfalar makineden çıkarılıp makine yıkanır; sonra hurufat, kasadaki gözlerine dağıtılır. Bu dökme hurufat kullandıkça aşınır, bozulur, bastığı yazılar iyi çıkmamaya başlar. O zaman hurufat yeniden döktürülür.
Bugünkü matbaalarda en yaygın kullanılan usul “ofset” olup litografyanın günümüze uyarlanmış ve rafine edilmiş şeklidir. Litografya vaktiyle tipografyaya (hurufat) karşı giriştiği yarışta istediği ölçüde muvaffak olamamış, sonra meydandan çekilmişti. Bugün torunu ofset, onun yapamadığını yaparak hurufatı tarihe gömmeyi başarmış ve mutlak hâkimiyeti kayıtsız şartsız ele geçirmiştir!
(Tap: Kitap ve sair yazıları basmak işine “tab” denilir. Matbaa; Kitap basılan yerlere denilir. Matbaacı:Tab işiyle uğraşana “matbaacı” denilir.
Tıbâ’at: Matbaacılık sanatına “tıbâ’at” denilir. Mürettip: Matbaada harfleri yan yana dizene “mürettip” denir.)
1970’li yıllarda ofset matbaaların Türkiye’ye gelmesi, maliyetinin yüksek olmasına rağmen özellikle gazetelerin basımında kullanılarak başarıyı yakalaması entertipler için sonun başlangıcı oldu 90’lı yıllarda son entertipler de matbaalardan elini ayağını çekerler. Renkli baskılardaki kalitesiyle ofset, işgalini başarıyla tamamlamıştı. (Entertip: Basımcılıkta harfleri satır olarak dizen ve döken dizgi makinesi)
Hayatınızda yaşanan özel anlardan unutamadığınız bir tanesini bizimle paylaşır mısınız?
Yılın annesi seçildiğim zamanı unutamıyorum. Eczacı İrfan ERSÖNMEZ’in hanımı öğretmen Necla Hanım vardı anneler günü kutlama programı hazırlamış bende davet edildim ve iştirak ettim. O kutlamada yılın annesi olarak onurlandırıldım. Kaymakam Tahsin AYDIN Bey’in hanımı Asuman Hanım konuşma yaptılar. İki yetimini büyüten anne diyerek takdim ettiler. Kay-makamın hanımı elimden öptü. Sonra ben kürsüye çıktım. Şekiplerin Münevver BEK de o toplantıda bizimleydi. Makinenin üzerinde serili olan örtüyü işaret ediyor. Daha birçok hediyelerde vardı elbette.
ÖDÜLLER !
Vergi Dairesi 47 senelik işini devam ettiren esnaf aramış beni tespit etmişler. Bana ödül verdiler. Vergi rekortmenleri listesinde de yer aldım.
Bu örnek davranışlarınızdan dolayı sizi yürekten kutluyorum ve de tebrik ediyorum.
Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğünce Gazeteniz Türkiye ikincisi ödülünü, Manisa Defterdar-lığından 47. Yılında Teşekkür Belgesi aldınız. Aslında halen iş hayatınız devam ediyor toplantılar, imzalar, banka, gelen yazılar, ziyaretçiler zor olmuyor mu?
Senede iki kez Manisa’ya gidiyorum. Manisa Defterdarlığa, Manisa Valiliğine gidiyorum. Yalnız gidiyorum İzmir’deki torunumla buluşuyoruz. Dosyalarım var o dosyalarda evraklarımız bulunuyor. Zaten Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanlığından aldığım Sarı Basın Kartım var. O kartın imkânlarından faydalanıyo- rum.
Bizlere neler öğütlemek istersiniz yeni yetişen nesil neler yapmalı ya da yapmamalı? Hayat felsefeniz nedir?
Helal malıma haram katmıyorum. Hükümetin hakkı vardır. Her şeye yetişiyor. Hükümetten Allah razı olsun. Emekli oldum epey oldu. Sen gençsin daha diyorlar ya sırrı çalışan demir pas tutmaz derler ya ondan diyorum. Yani genç ve dinamik olmanızın nedeni çalışmak! (Ziyareti gerçekleştirdiğimizde mutfakta biber salçası hazırlığındaydı kahvaltı için özel hazırlıyordu onca telaş… çarşıdan almak olmaz kızım çabucak yaparım ben diye bir çırpıda hazırladı yani her anlamda çalışıyor etrafımızda bulunan nice gençler o telaşa girmeyip hazır tüketiyor. Bu arada çok lezzetliydi ellerinize sağlık.)
Hayat felsefem, doğrudan ayrılmamak kazancına haram katmamak. Sır tutmak. Biz gazeteciler her şeyi biliriz duyarız da söylemeyiz. Zaten sır tutamazsan gazetecilik yapamazsın. Varlığa şükür yokluğa sabır edeceksin. Sabır eden derviş muradına ermiş. Sabrın mükafatı çoktur. Sabır ya sabır diyeceksin. Allah yolunuzu şaşırtmasın. Yolunuzu aşırtmasın. Aklım ererek haram koymadık kazancımıza çok şükür. Bir huyum varsa sabır etmesini iyi bilirim. Yıllardır geleneksel olarak iftar yemekleri veriyorsunuz Allah kabul etsin. Her zaman koruyucu ve kollayıcı olarak yakınınızdakileri gözetliyorsunuz ne güzel davra-nışlar ama herkes bu paylaşımları yapamıyor haksız mıyım diyorum.
Esma teyzem diyor ki önceden veremiyorduk varken verelim. Paylaşmak güzeldir. İyi olanı da paylaşacak insan acı olanı da yoksa olmaz.
Halıkent ve Gördes Müstakil Bölge Gazeteleri basılınca neler hissediyorsunuz?
Kıvanç duyuyorum. Her hafta düzenli okurum. Önce ilanlara bakarım. Kitap okurum. Rüya tabirlerine bakarım. Şimdi pek rüya görmüyorum artık bakamıyorum. Gazete çıkınca tatlı geliyor. Çalışmaktan yılmam kıvanç duyarım.
Halıkent Radyosu ilk kurulan radyo, ilk Halıkent ismi gazeteye verildi nasıl bulundu bu isim?
Merhum Dr. Mehmet AKARSU’nun başkanlığında Demirci Protokolününde iştirakı ile bir yarışma düzenlendi. Sonra iki bayan yarışmacının önerdiği Halıkent ismini seçiyorlar. İsmi bulanlarda ödülü kazanıyor. Sonra otobüs yazıhanesi de Halıkent ismini alıyor.
Gazetenin bugüne kadar aldığı isimler sırasıyla
Yeşil Simav(1954-55-56)
Demirci’nin Sesi (1957-1961)
GERÇEK (1962-1964)
Hakiki Demirci’nin Sesi(1971-1973)
Demirci’nin Sesi (1978-1981)
Milliyetçi Vatan (1976-1980)
Selendi (1986-1989)
İzmir Kemalpaşa (1984-1989)
Halıkent Bölge Gazetesi(1983-….)
Gördes Bölge Gazetesi (1985 /.... ) hala devam ediyor.
Peki eski Demirci depremi nasıl yaşadı?
Demirci çok değişti Hacı Babanın dükkânının oralar koca koca kayaydı. Eski İtfaiye binasının oradan dere geçiyordu. Fabrikalar yoktu. Herkes halı dokuyordu. Düşün gece 24’e kadar dükkânda çalışıyordum sonra evde elemlede ip doluyordum. Hiç unutmam Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği geliyor küçük kâğıtlar olacak cilt numarası verilecek kâğıt yok. Buruşmuş kâğıtları ütüledim de öyle bastım o makbuzları. Hayatın her aşamasını yaşadım. Bugünlere öyle kolay gelmedim. Demirci depreminde yollar par-çalandı. Kapının önündeki taşlar söküldü. Sa-dece bizim kapının önünde 9 çadır kuruluydu. Sallana sallana çalıştığımızı bilirim. Gündüz girdik çalıştık. Ev kira, Bağkur’a para yatırıyoruz. Mecbur çalışacağız. Geceleri yatmaya çadıra geçmiştik. Sonradan Merhum Şekip Bek ağa-beylerin mağazasında kaldık Oğlum Âli Cenap Ağabeyin istemedi çadırda kalmayı.
Torunlarınızdan bahsedelim kaç torununuz var?
Dört torunum var. Torunlarımı çok severim. Her babaanne sever de ben itiraf edeyim daha bi fazla işte. Torunlarımın çocuklarını da gördüm çok şükür. Hepsini de çok seviyorum.
BAŞSAĞLIĞI
Halıkent ve Gördes Müstakil Bölge Gazetesi ailemizin büyüğü kıymetli Esma Teyzemizin ruhu şad, mekanı cennet olsun ailesi ve tüm sevenlerine sabırlar diliyoruz.
İlknur BURSALI