Vaiz Muharrem DEMİR


FAL KEHANET BÜYÜ UĞURSUZLUK : İNANÇ ZAAFİYETİ

"... Allah'ın bakanların ibret alıp kendisini hatırlamaları için süslediği gökyüzü ve yıldızlar, câhiliye dönemi insanı için yalnızca geceleyin yollarını aydınlatan birer kandil değildi. Bu insanlar, meteorolojik olaylar, iklim değişiklikleri, bitki örtüsü gibi tabiat olaylarının yanı sıra, bereket ve kıtlığın oluşmasına da sebep olarak gördükleri yıldızlara fazlaca ehemmiyet vermişler, ilkel inançları doğrultusunda onlara ilâhlık isnadında bulunmuşlardı..."


                Câhiliye devri insanları, kimi zaman kâhinlerden medet umuyor, büyüyle kendini avutuyor, çoğu zaman da fallara başvuruyordu. Çeşitli varlıklara uğur ve uğursuzluk atfediyor, Allah'ın yaratarak kullarının hizmetine sunduğu güneş, ay ve yıldızların hareketlerinden çeşitli anlamlar çıkarmaya çalışıyordu. İnsanları tüm bu câhiliye inançlarından temizlemek için gönderilen Allah Resûlü, ashâbıyla birlikte olduğu her an, onları eski inanç ve alışkanlıkları konusunda uyarıyor ve bunların yerine İslâm'ın öğretilerini anlatıyordu.

                Sevgili Peygamberimiz, bir gece, ensardan bir toplulukla birlikte otururken, kayan bir yıldız görmüş ve etrafın birden aydınlanmasına neden olan bu yıldızla ilgili ashâbına şu soruyu sormuştu: “Câhiliye döneminde bunun gibi bir yıldız kaydığı zaman sizler ne derdiniz?” Ensar, “Allah ve Resûlü bilir. Biz bu gece büyük bir adam doğdu ve bu gece büyük bir adam öldü derdik.” cevabını verirler. Bunun üzerine Resûlullah, “Yıldız ne bir kimsenin doğumu ne de ölümü için kayar! Allah Teâlâ bir şey hakkında hüküm buyurduğu zaman arşı taşıyan melekler tesbih ederler. Arkasından onlardan sonra gelen gök ehli tesbih eder. Ta ki tesbih şu alt semanın sakinlerine ulaşır. Sonra arşı taşıyanların arkasından gelenler arşı taşıyanlara, 'Rabbiniz ne buyurdu?' diye sorarlar. Onlar da ne buyurduğunu kendilerine haber verirler. Böylece gökyüzü sakinleri birbirleriyle haberleşir. Nihayet haber şu alt semaya ulaşır. Ve cinler işitileni kaparak onu (kâhin) dostlarına aktarır ve yıldızla taşlanırlar. Bu bilgiler geldiği şekilde aktarılmış ise gerçektir. Fakat bunlara ilâvelerde bulunurlar ve yalan karıştırırlar.” (Müslim, Selâm, 124.)

                Allah'ın bakanların ibret alıp kendisini hatırlamaları için süslediği gökyüzü ve yıldızlar, câhiliye dönemi insanı için yalnızca geceleyin yollarını aydınlatan birer kandil değildi. Bu insanlar, meteorolojik olaylar, iklim değişiklikleri, bitki örtüsü gibi tabiat olaylarının yanı sıra, bereket ve kıtlığın oluşmasına da sebep olarak gördükleri yıldızlara fazlaca ehemmiyet vermişler, ilkel inançları doğrultusunda onlara ilâhlık isnadında bulunmuşlardı.

                Oysa gökten ve yerden rızık veren tek Yaratıcı olan Allah'a secde eden yıldızlar, ne birinin doğum veya ölümünü haber vermekte ne tabiat olaylarını idare etmekte ne de uğur veya şansa sebep olmaktaydılar. Bu bâtıl inanışları tevhid ile saf dışı bırakan Allah Resûlü, yıldızların yağmur yağdırarak insanları rızıklandırdığı düşüncesini de reddediyordu. Yıldızlardan yağmur bekleme fikrini ümmetinin câhiliyeden kalma inanışları arasında sayıyordu.

                Nitekim ashâbıyla Hudeybiye'den Medine'ye döndüğü gece yağmur yağmış, hâlâ eski alışkanlıklarının etkisinde olan bazı insanlar da gökyüzündeki yıldızlarla yağmur arasında ilişki kurmuşlardı. Bunun üzerine Allah Resûlü, sabah namazından sonra ashâbına dönerek şöyle dedi: “Rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz?” Ashab: “Allah ve Rasulü daha iyi bilir!” dediler. Rasulullah şöyle devam etti: Allah Teâlâ, şöyle buyurdu: “Kullarımdan bir kısmı mümin, bir kısmı da kâfir olarak sabahladı.” 'Allah'ın lütfu ve rahmetiyle yağmur yağdı.' diyen bana iman etmiş, yıldızı(n yağmur yağdırma gücünü) reddetmiştir. 'Yıldızın doğuşu veya batışı ile yağmur yağdı.' diyenler ise beni inkâr etmiş, yıldıza iman etmiştir.” (Buhârî, İstiskâ, 28)

                Câhiliye döneminde insanlar cehaletten, inançsızlıktan veya göktekilerin yeryüzünü yönettikleri şeklindeki ilkel inançlardan dolayı güneş, ay ve yıldızlar gibi gök cisimleriyle ilgili çeşitli bâtıl fikirlere sahip olmuşlardı.

                Nitekim oğlu İbrâhim'in vefatı ile o gün gerçekleşen güneş tutulması arasında bir bağ kurulması üzerine Allah Resûlü, bu yanlış düşünceyi hemen reddederek şöyle demiştir: “Güneş ve ay hiç kimsenin ölümünden ya da hayatından dolayı tutulmazlar. Lâkin onlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. Siz, onların tutulduklarını gördüğünüz zaman hemen namaz kılın.” (Buhârî, Küsûf, 13)

                Câhiliye devrinde görülen Allah'a ortak koşarak cinlere sığınma inancı âyetlerde reddedilmektedir. Nitekim bir âyet-i kerimede, “...Cinler gaybı bilselerdi o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” buyrulmakta, cinlerin gaybdan haber verme konusundaki âcizlikleri ve gaybın ancak Allah tarafından bilindiği birçok âyette kesin bir dille ifade edilmektedir.

                Allah Resûlü, kâhinlerin bir doğru söze yüzden fazla yalan katan insanlar olduğunu söyleyerek ashâbını onlara gitmekten nehyetmiş, bu yolla kazanılan paranın haram olduğunu bildirmiştir. Kâhinlere giderek sözlerine inanmayı, “...Kim de bir kâhine gider ve onun sözlerini tasdik ederse Muhammed'e indirileni inkâr etmiş olur.” buyurarak kesin bir dille yasaklamıştır.

                Kehanet düşüncesi ve kâhinlere başvurma alışkanlığının yaygınlığından dolayı insanlar, dini tebliğ etmeye başladığı zaman Allah Resûlü'nü kâhin veya deli olmakla suçlayıp onun sözlerini de kâhin sözü olarak nitelemişlerdi. Oysa Hz. Peygamber'i görme ve ilâhî vahyin eşsiz kelâmını işitme fırsatını elde edince bu fikirleri değişiyordu.

                Nitekim Ezd-i Şenûe kabilesinden olan ve hastalara okumakla tanınan Dımâd isimli zâta Mekkeli bazı sefihler, “Muhammed delidir.” demişler, o da ona okursam belki şifa bulur diye düşünerek Allah Resûlü'ne gelmişti. Ancak onun sözlerini işittikten sonra, “Vallahi, ben kâhinlerin sözlerini de sihirbazların sözlerini de şairlerin sözlerini de dinledim ama seninki gibi hiçbir söz işitmedim. Bunlar gerçekten söz deryasının derinliklerine ulaşmış. Ver elini sana İslâmiyet üzerine biat edeyim!” diyerek iman etmişti.

                Tüm peygamberler gibi Hz. Peygamber de büyü gibi bâtıl inançlarla mücadele etmiş, bu tür davranışları kesin bir dille yasaklamıştır. Buna rağmen, insanların Allah Resûlü'ne dahi büyü yapmaya teşebbüs ettikleri, Hz. Peygamber'in bu durumdan Cenâb-ı Hakk'ın yardımıyla kurtulduğu şeklindeki rivayetler kaynaklarda yer almaktadır. Peygamber Efendimiz Allah'tan başkasından medet umulması dolayısıyla büyüyle şirkin ilişkisine şöyle dikkat çekmiştir: “Helâk eden şeylerden kaçının: Allah'a şirk koşmak ve sihir yapmak!” (Buhârî, Tıb, 48) Ayrıca Allah Resûlü, “Kim düğüm yapar sonra ona üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirk koşmuş olur. Kim de (kendisini koruması için nazarlık ve benzeri) bir şey takarsa o taktığı şeyin korumasına havale edilir.” (Nesâî, Muhârebe, 19) buyurarak büyük günahlar arasında saydığı büyüye inanmayı kesin bir şekilde yasaklamıştır.

                Câhiliye Arapları arasında oldukça yaygın olan bir bâtıl inanç da falcılık uygulamasıydı. İslâm öncesinde Araplar arasında pek çok çeşidiyle yaygın biçimde uygulanagelen ve gaybdan haber alma yöntemi olarak kullanılan fal yöntemleri mevcuttu. Bu dönem halkı, kum üzerine çizgiler çizerek, kuş uçurarak, taşları veya hurma çekirdeklerini yere vurarak veya fal oklarıyla gelecekte yapacakları iş hakkında karar verirlerdi. İnsanlar savaşa girme, yolculuğa çıkma, nikâh, ticaret, nesep tayini, kan davası gibi önemli birtakım kararlar almadan önce genellikle fal oklarına  başvururlar, çekilen ok doğrultusunda verilen kararı putların onayladığına inanırlardı.

                Çağlar öncesinde Sevgili Peygamberimizin kaldırmak için büyük mücadele verdiği bâtıl inanç ve uygulamalar, şekilsel birtakım değişiklikler olsa da hemen her zamanda ve toplumda ortaya çıkmaya devam etmiştir. Dinî inançların zayıflığı, cehalet ve merakla birleşince, insanın bilinmeyeni öğrenme arzusunun da etkisiyle, hayal gücünü zorlayan bâtıl inançlar kolayca yayılmaktadır. Bunun yanında farklı din ve kültürlerin barındırdığı bâtıl düşüncelerden etkilenilerek veya insanın içinde bulunduğu psikolojik durumun etkisiyle, esrarengiz ve mistik imaja sahip olan nesne ve varlıklardan medet umulabilmektedir.

                Fal ve büyü için her şeyi bildiklerine inanılan kâhin, büyücü, medyum ve falcılara başvurulmakta, geleceği öğrenmek için yıldızlardan anlam çıkarılmaya çalışılmaktadır. Rakamlara, günlere, hiçbir gücü ve kudreti olmayan varlık ve nesnelere kimi zaman uğursuzluk atfedilerek onlardan korkulmakta, kimi zaman da uğur veya şans getirdiğine inanılan bir boncuğa olağanüstü güçler yüklenerek onlarla korunmaya çalışılmaktadır.

                Ağaca bağlanan çaputtan, havuza atılan paradan veya yakılan mumdan dahi medet umulabilmektedir. Adı her ne olursa olsun akla ve mantığa uymayan, dine aykırı, gerçek sebeplere ve ilâhî bilgi kaynaklarına yönelmekten insanı alıkoyan bu boş inanç ve hurafeler, insanın zihnini işgal ederek asılsız korku, endişe, beklenti ve inançlarla doldurmaktadır.

                Günümüzde aktüel biçimde artan çeşitleriyle bâtıl inançlar, insanların dinî itikatlarının yerini alır hâle gelmiştir. Oldukça farklı ve etkili sunuş teknikleriyle insanların ilgi ve merakını celbeden bâtıl uygulamaların, modern iletişim araçları ve teknolojinin yardımıyla her alanda reklamı yapılabilmektedir. Bir eğlence unsuru imiş gibi gösterilen ve insanların önemsemeyerek rüzgârına kapıldıkları bu bâtıl inanç ve hurafeler, hem maddî ve mânevî olarak sömürülüp istismar edilmelerine neden olmakta hem de dinî inançlarını bozmaktadır.

                İslâm dini bu tür inanç ve davranışlara dinin özü olan tevhid inancıyla uyuşmaması nedeniyle tamamen karşıdır. Zira kullarını her an koruyup gözeten, onlara her şeyden daha yakın olan, dualarına icabet eden ilâhî kudret yerine âciz varlıklara sığınmak düşüncesi, hem dinin aslına hem Müslüman şahsiyetine ve hem de insanın saygınlığına aykırıdır. Allah Teâlâ, insanları her türlü bâtıl inançtan arındırma gayreti içinde olan kutlu elçileri vasıtasıyla, her şeyin tek olan Allah'ın bilgisinde ve kudretinde bulunduğu inancını bütün zamanlara ilân etmektedir. Böylece, hak olan Allah'ın dininin karşısında, tüm bâtıl inançların yok olmaya mahkûm oldukları bildirilmektedir.    

Kaynak: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR