Vaiz Muharrem DEMİR


FİRAVUN, HAMAN ve KARUN: Tevhidin Amansız Üç Düşmanı-2


               Hz. Musa'nın tevhid vurgusuna Firavun'un, “Eğer benden başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim.” (Şuarâ, 26/29 şeklindeki tehdidi de yine arzularına bağlanıp kalınan “ben” ve “nefis” ile ilgilidir. Düşüncesi, akıl yürütmesi koyu bir kibrin rengine bürünmüştür: “Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız?” (Mü’mi-nûn, 23/46-47)

               Yüzyıllardır ilâhlık vasfıyla kendi dünyalarını yönetmeye alışmış bir nesilden gelen Firavun, “gerçek” ve “tek” olduğu söylenen bir Allah'ın iradesine teslim olmayı ve bu iradenin altına girmeyi düşünememişti bile! Hemen Musa'ya döner. Onu mağlup ve mahcup duruma düşüreceğinden emin bir şekilde, gerçekten Allah tarafından gönderildiğine delâlet edecek mucizeler ister. Hz. Musa hemen beyaz el (yed-i beyzâ) ve asâ (asâ-yı Musa) mucizelerini gösterir. Fakat kalbi inanmamaya şartlanmış, gönül gözü kapalı, basireti bağlı Firavun'un cevabı küfrün alışılmış ve bildik yanıtıdır. Çevresinde bulunanlara döner ve der ki: “Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır!” (Şuarâ, 26/34)

               Firavun, sihir yaptığını düşündüğü Hz. Musa'ya aynı yoldan cevap verebilmek için ülkenin bütün büyücülerini toplar. Amacı, Musa'nın yalan söylediğini, tek ilâhın kendisi olduğunu kanıtlamak; idaresini, insanlar üzerindeki hâkimiyetini devam ettirebilmektir. Musa'nın doğru söylüyor olabileceğini aklından bile geçirmez. Çünkü bu, tek kelimeyle, işine gelmemektedir. Bu sebeple Musa'yı, kendi emri altındaki sihirbazlar ile yarıştırmayı düşünür. Eğer sihirbazlar onu alt edebilirse Musa'nın, Allah adına değil sırf kendi çıkarı için mücadele ettiği ortaya çıkacaktır. Daha objektif karar verebilmeleri amacıyla müsabakanın bir bayram günü, kuşluk vakti toplanan halkın gözleri önünde yapılması kararlaştırılır. Fakat netice hiç de Firavun'un istediği gibi olmaz; Musa'nın asâsı, sihirbazların birer hile ve göz aldanmasına dayalı oyunlarını yutmuş, Firavun değil belki ama sihirbazları hakikati anlamıştır. Hemen secdeye kapanıp imanlarını ikrar ederler: “Biz âlemlerin Rabbine iman ettik. Musa ve Harun'un Rabbine!” (A’râf, 7/115-122)

               Firavun, çevresindeki iman çemberinin gittikçe büyüdüğünü ve kendi hareket alanını daralttığını fark etmiştir. Problemi hâlâ aynı yerde aramakta, aynı şeyleri sorgulamaktadır: Dünyası, buradaki hâkimiyeti, nefsi, benliği, görmeye alıştığı ilâh muamelesi. Gerçeği kabullenmeye yanaşmaz ve sihirbazlara haykırır: “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Şüphesiz bu, halkını oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz!” (A’râf, 7/123)

               Bundan sonra Firavun en iyi bildiği şeye, şiddete başvurur. Sihirbazları, ellerini ve ayaklarını çaprazlama kestirip sonra da astırmakla tehdit eder. Ancak sihirbazlar hakkı bulmuştur. Firavun'u en can alıcı noktasından vururlar: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin. Şüphesiz ki biz, günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri affetmesi için Rabbimize inandık. Allah'ın vereceği mükâfat daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” (Tâ-Hâ, 20/72-73)

               Tam bu esnada Firavun'u daha da şaşırtan bir sahne yaşanır. Hanımı Hz. Âsiye de Musa'ya ve Rabbine iman ettiğini haykırmaktadır. Halbuki yıllar önce sırf kendisine duyduğu sevgi nedeniyle Musa'yı bağışlamıştır. İşte bu noktadan sonra Firavun, başka hâl çaresi kalmadığına hükmedecek ve işe kendi yakın çevresi ile başlayacaktır. Öncelikle hanımı Hz. Âsiye imanından dönmesi için korkunç bir işkenceye tâbi tutulur. Firavun, eşi için yere dört kazık çaktırır. Sonra karnının üzerine büyük bir değirmen taşı koydurur. Can verene kadar işkence edilir. Başka bir rivayette Hz. Âsiye'ye güneşin altında işkence edildiği, Firavun'un adamları onun yanından ayrılınca meleklerin kanatlarıyla gölge yaptıkları, Hz. Âsiye'nin de cennetteki evini seyrettiği anlatılmaktadır. Neticede Âsiye, bu işkence karşısında imanından vazgeçmez, aksine durumunu, varlığına ve birliğine iman ettiği Yüce Rabbine havale eder. İmanından dolayı bizzat kendi kocasının işkencelerine maruz kalan bu kadını Allah da övecek, duasını ve yakarışını imanı uğrunda korkunç muamelelere maruz kalanlara örnek gösterecektir. Firavun'un dünyasını geçici bilip hiçe sayan Hz. Âsiye, Rabbine şöyle seslenmiştir: “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” (Tahrîm, 66/11)

               Allah Resûlü, asırlar sonra cennet kadınları içinde onu anacak ve şöyle buyuracaktı: “Yeryüzü kadınlarından İmrân'ın kızı Meryem, Huveylid'in kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fâtıma ve Firavun'un karısı Âsiye (örnek olarak) sana yeter.” (Tirmizî, Menâkıb, 61)

 

               Firavun'un başka bir zulmünü Hz. Peygamber ashâbına şöyle anlatmıştır. Kıssaya göre Firavun'un kızının hizmetkârı olan ve “Mâşita” adıyla anılan mümin bir kadın vardır. Bir gün Firavun'un kızının saçını tararken tarak elinden düşer ve alırken, “Bismillâh” der. Firavun'un kızı, kadına, “Babam Firavun’un ismiyle mi demek istiyorsun)?” diye sorar. Kadın, “Hayır! Benim Rabbim ve babanın Rabbi olan Allah’ın ismiyle demek istiyorum).” der. Bunun üzerine Firavun'un kızı, “Bunu babama haber vereceğim.” der ve olanları babasına anlatır. Firavun, kadını yanına getirtir. Kadına, “Ey Kadın! Senin benden başka Rabbin mi var?” diye sorar. Kadın, “Evet! Benim Rabbim de senin Rabbin de Allah'tır.” der. Firavun, bunun üzerine bakırdan tandır yapılıp kızdırılmasını, kadının ve çocuklarının o tandırın içine atılmasını emreder. Kadın, ölüme razıdır ancak Firavun'a, “Senden bir dileğim var.” der. Firavun, “İstediğin nedir?” diye sorar. Kadın, “Benim ve çocuklarımın kemiklerini birleştirip gömmendir.” der. Firavun, “Bunu yerine getirmek, bize düşen bir hak ve vazifedir.” der. Sonra da çocuklarını annelerinin gözü önünde birer birer tandıra attırır. Henüz emzikli bir bebek olan son çocuğu atılırken bir an tereddüt yaşayan kadın, bebeğin dile gelerek “Anneciğim korkusuzca atla! Çünkü dünya azabı âhiret azabından daha hafiftir.” demesi üzerine kendini ateşe atar. Hz. Peygamber, Mi'rac gecesinde çok hoş bir koku hissedince Cebrail'e bu güzel kokunun mahiyetini sormuş, Cebrail (as) da bu olayı anlatarak bu güzel kokunun, Firavun'un kızının saçlarını tarayan kadının ve çocuklarının kokusu olduğunu bildirmiştir. İbn Mâce'nin rivayetinde bu kokunun, kadının, iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin kokusu olduğu ifade edilmektedir.

 

               Hz. Âsiye'nin, sihirbazların ve iman edenlerin maruz kaldığı bu muameleler, dünya kurulduğundan beri inananların karşılaştığı zulüm ve işkence dönemlerine bir yenisinin eklendiğini göstermektedir. Hayatı bu dünyadan ibaret sayıp saltanatlarını korumaya çalışanlar, her zaman olduğu gibi ortamı ve şartları değerlendirmekte, Firavun'a akıl verip onu kışkırtmaktadırlar. Nitekim önde gelen bazı adamları Firavun'a, bu topraklarda böyle fesat çıkarıp kendisini ve tanrılarını hiçe sayan Musa ve taraftarlarını rahat bırakmaması gerektiğini hatırlatırlar. Firavun planını yapmıştır: “Onunla (Musa ile) beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın.” (Mü’min, 40/25) “...Biz, onların üzerinde ezici bir güce sahibiz!” (A’râf, 7/127) “Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma çağırsın! Çünkü ben, onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.” (Mü’min, 40/26)

 

               KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR