Vaiz Muharrem DEMİR


GEÇMİŞ ÜMMETLER-3


               Sevgili Peygamberimizin geçmiş ümmetlerle alâkalı tavrı, aslında onun Ehl-i kitaba mensup din ve milletlere yönelik tavrından farklı değildi. Ehl-i kitaba olan tavır da bizzat onların kendilerine değil düşünce dünyalarına, din ve kültürlerine yönelikti. Nitekim Hz. Peygamber’in geçmiş kültürlere bakışının genel hatlarını belirten hadisler, genelde geçmiş kültürlere bir karşı duruşu ifade etmekte, daha özelde ise Yahudi - Hıristiyan kültürüne muhalif bir tavrı yansıtmaktaydı.

               Geçmiş ümmetlere bakışında Allah Resûlü, onlara muhalefet etmeyi, onlara benzememeyi emir ve tavsiye etmekteydi. Ancak bununla geçmiş ümmet ve milletlerin inanç, hüküm, örf, âdet ve kültürlerinden İslâm’ın tasvip etmeyip yasakladığı hususlar kastedilmişti. Bir hadisinde Hz. Peygamber, “Ümmetim, kendilerinden öncekilerin (ümmetlerin) yolundan karış karış, arşın arşın gidinceye kadar kıyamet kopmaz.” buyurmuştu. Bunun üzerine, “Ey Allah’ın Resûlü, Farslar ve Bizanslılar gibi mi?” diye sorulunca, “Onlardan başka kim olabilir?” buyurmuştu. Bu hadiste “Farslar ve Bizanslılar”, devrin en büyük iki devleti olması sebebiyle özellikle zikredilmişti. Ebû Saîd el-Hudrî’nin naklettiği başka bir hadiste de Peygamberimiz (sav), “Muhakkak siz, önceki ümmetlerin âdetlerini karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Hatta onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar siz de onları takip edeceksiniz.” buyurmuş, Yahudi ve Hıristiyanları mı kastettiğini soran oradaki sahâbîlere, “Başka kim olabilir?” cevabını vermişti.

               İslâm’da diğer din ve kültürlere ait inanç, anlayış ve hükümler, Kur’an ve sünnet esaslarına göre değerlendirilmiştir. Bu itibarla Müslümanların din ve inanç esaslarına zarar vermeyecek bir tarzda yabancı kültürlerle irtibat kurmalarına engel olunmamıştı. Bilakis Müslüman’ın, geçmiş diğer kültür ve medeniyetlerin istifadeye lâyık yönleri hakkında bilgi sahibi olması teşvik edilmiştir. “Hikmetli söz, müminin yitiğidir; onu nerede bulursa, on(u öğrenmeye ve uygulamay)a en lâyık olan da odur.” (Tirmizî, İlim, 19) hadisinin işaret ettiği mânâlardan biri de bu olsa gerektir.

               Gerek Kur’an’da, gerekse hadislerde geçmiş ümmetlerle alâkalı olarak değinilen önemli hususlardan birisi de onlara verilen ilâhî cezalardır.

               Maddî ve manevî olarak farklı şekillerde gerçekleşen bu cezaların başlıcaları şunlardır: Tufan, sel, maymun ve domuza dönüştürülme, zorluk ve darlık, (gürültülü ve şiddetli) sarsıntı, tufan, çekirge, haşere, kurbağa ve kan gönderilmesi, denizde boğulma, soğuk ve şiddetli bir rüzgâr, taş fırtınası. Bu cezaların verildiği geçmiş ümmet ve milletler Kur’an ve sünnette bazen genel ifadelerle “nice nesiller” olarak geçerken bazen de Nuh kavmi, Lût kavmi, Âd (kavmi), Semûd (kavmi), Medyen (halkı), Res halkı, Eyke halkı ve “Tübba" kavmi olmak üzere isimleriyle zikredilmiştir.

               Aslında bu cezaların verilmesinin esas nedeni, kavimlerin peygamberlerini, istedikleri mucizeleri getirmelerine rağmen yine de inkâr etmeleri, onları yalanlamak için çeşitli desiseler kurmaları ve peygamberlerine eziyet etmeleri, hatta öldürmeleri idi. Bu helâk, bazen Firavun, Kârûn, Hâmân gibi kavmi içerisinde tiranlıkları ve taşkınlıklarıyla sembol olmuş kimselere verilmişti. 

               Kur’an bu kavim ve kişilerin helâk edilme şekil ve sebeplerini de bize bildirmiş ve her fırsatta, anlayanlar için bunlarda büyük öğüt ve ibretler olduğunu hatırlatmıştır. Böylece Müslümanların tarihsel bilinçleri, geleceğe yönelik olarak da diri tutulmaya çalışılmış, tarihî olaylardan ibret almaya vurgu yapılmıştır. Bu cezaların verilme nedenleri arasında geçmiş ümmetlerin peygamberleri yalanlamaları, peygamberlerle ve getirdikleri ilâhî mesajla alay etmeleri, verilen nimetlerin şükrünü eda etmeyip nankörlük yaparak şımarmaları, babalarının bâtıl dinlerinde ısrarcı olmaları, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaları, öğrenme amacı taşımayan gereksiz çok soru sormaları ve peygamberleri hakkında ihtilâfa düşmeleri, kendilerine gönderilen ilâhî kitapların bazı kısımlarını diğerleriyle cahilce kıyas etmeleri gibi hususlar zikredilmiştir.

               Kur’an ve sünnette geçmiş ümmet ve milletlere uygulandığı haber verilen bu cezaların yanı sıra bilhassa İsrâiloğulları’na diğer milletlere nazaran pek çok nimetler, imtiyazlar verildiği, Hz. Yakub’un kendisine haram kıldığı dışında her türlü yiyeceğin onlara helâl kılındığı bildirilmekteydi. Bu itibarla Kur’an’da sık sık İsrâiloğulları’ndan, bu nimetlere şükretmelerinin beklendiği ifade edilmiştir.

               Çoğu zaman da küçük bir fırsatta onların Allah’a ortak koşma eğilimi gösterdikleri haber verilmekteydi. Bu meyanda onların denizden geçirilmek suretiyle Firavun’un zulmünden kurtarıl maları, alçaltıcı bir azaptan kurtarılmaları, güzel bir yurda yerleştirilmeleri ve temiz rızıklara kavuşturulmaları, bulutla gölgelenmeleri ve herhangi bir zahmet göstermelerine gerek olmaksızın kudret helvası ve bıldırcın eti ihsan edilmesi, kayanın bağrından onlar için kaynak suyu çıkarılması, her türlü bakliyat ürünlerinin ve sebzenin onların istifadesine sunulması zikredilmiştir. Buna karşılık hayvanların iç yağının onlara yasaklanmış olduğu ancak onların, bu yasaktan kurtulmak için kendi akıllarınca bunu satarak parasını yemeleri de kınanmıştır. 

               Diğer taraftan Resûlullah geçmiş bütün ümmetler ve peygamberlerle ümmeti ve kendisi arasında mukayeseler yapmaktaydı. Meselâ, “Sizden önce gelen ümmetlere göre sizin (dünyadaki) kalışınız, (bütün bir güne oranla) ikindi namazından güneşin batışına kadarki müddet gibidir.” hadisinde, geçmiş ümmetlere nispetle bu ümmetin ömrünün kısalığına vurgu yapmıştı. Bu mukayeselerde geçmiş peygamberlerle ortak dinî uygulamalara işaret ediyor, zaman zaman da bu ümmetin geçmiş ümmetlere üstün kılındığını, üstün kılınma yönünü ve sebebini belirtiyordu. 

               Yatsı namazının —bazı rivayetlerde bu namaz ikindi namazıdır — bu ümmetin diğer ümmetlere üstünlük sebebi olduğu ve bu namazı yeryüzünde kılan başka bir ümmetin olmadığını beyan eden hadis buna örnek olarak sunulabilir. Aynı mukayese, cuma namazının önceki ümmetlere de farz kılındığı ancak düzenli kılınmasının bu ümmete nasip olduğunu ifade eden hadiste de yapılıyordu. Bazen de bu mukayese, çokluk yönünden Müslümanlar ile Hz. Musa’nın ümmeti arasında yapılmaktaydı. Yine Âd kavminin batı (debûr) rüzgârı ile helâk edildiğini belirten Hz. Peygamber kendisine Sabâ rüzgârı ile yardım edildiğini ifade ederek bir karşılaştırma yapmıştı. 

Resûl-i Ekrem, cezalandırılmış kavimlerin kullandıkları arazilerden ashâbının faydalanmamasını, su içtikleri kuyulardan su içmemelerini istemişti. Özellikle Tebük Seferi dönüşü Salih Peygamber’in kavmi olan Semûd’un helâk olduğu Hicr vadisinde konakladıklarında ashâbına bu yönde bir uyarıda bulunmuştu. Tabiatıyla içinde bulunulan ortamın insanların hissiyatına tesir edebileceği hatırlatılmakta ve onların düştükleri bu durumdan ibret alınmasına vurgu yapılmaktaydı. Nitekim Peygamberimiz bu kavimlerin mekânlarının ibret almak ve onların düştükleri bu hâl konusunda gözyaşı dökerek ibret almak için ziyaret edilebileceğini de belirtmiştir. Bu tavır aynı zamanda tarih bilincini diri tutma konusunda Müslümanlara son derece önemli bir uyarı niteliği taşımaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde yeryüzündeki geçmiş ümmet ve milletlerle ilgili mekânların ziyareti konusunda şu mukaddes beyanlar yer almaktadır:

               “Onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı?” (Rûm, 30/9) 

               “Sizden önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.” (Âl-i İmrân, 3/137) 

               KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR