Mehmet BOZKURT


GELECEĞE YOLCULUK-2

“Çaresizlik nedir bilir misin? Kalbin kanatlandığı yere, bedenin gidememesidir.” Şems*


Geleceğe yolculuk devam ediyor…

Ağustos ayı sonlarıydı…

Hava çiseliyordu ve ağırdı.

Şehrin ana caddesi kalabalık, caddelerde gün sonu telaşı hakimdi…

Bu telaşlı kalabalığın arasında gidiyorken, kalabileceğim bir otel arıyordum.

Sonunda bir otel bularak odamı ayırttım. Daha sonra otelden çıkarak ana cadde üzerinde biraz dolaştım. Kalabalık azalmıştı. Daha da geç olmadan bir şeyler yemeliydim. Bir lokantada akşam yemeğimi yedim ve otele tekrar geri döndüm.

Ertesi sabah kalktığımda gün ağarmıştı. Pencerenin dışında bir sis perdesi vardı. Kahvaltıdan sonra, bu gece için de resepsiyondan yerimi ayırtarak otelden ayrıldım.

Şehirde hareketlilik başlamıştı. Şehrin ana caddesinde yürümeye başladım. PTT caddesinde sıralanmış iş yerleri, yeni günü karşılamanın tatlı telaşı içindeydi.

Şehrin merkezinde, daha önce hiçbir yerde karşılaşmadığım türde afişler dikkatimi çekti.

Doğup büyüdüğüm şehirde de bir zamanlar buna benzer büyük bez bir afiş asılmıştı.

O afiş, 1980 ihtilal liderinin şehrimizi ziyaretinde asılmıştı. Tam onun görebileceği bir yere… Hem de büyük harflerle… İhtilal lideri bu yazıyı görecek ve bu geri kalmış şehre yardım edecekti!.. Şehrin yaşamakta olduğu sıkıntıları sonlandıracaktı!.. Şehir, lidere kısaca ” elimizden tut, yardım et!” diyordu… O da yardım elini uzatacaktı. Belediye balkonundan halka hitap ederek umutlar vaat eden lider, o afişi görüp ne anladı bilmiyorum ama, şehirde daha sonra ne gibi gelişmeler olduğunu anlamak için ihtilal liderinin ziyaretinden sonraki ekonomik verilere bakmak yeterliydi!..

İhtilal lideri görsün de halimizi anlasın, yardım etsin kabilinden asılan bir afişti sonuçta…

Ziyaret sona erince artık görünmez oldu.

Belki de yerinden alınarak bir köşeye atılmıştı.

Aslında, yerinden kaldırıldığı sanılan o afiş, zaman içinde büyüyüp harfleri daha da belirginleşerek bugün bile tüm ihtişamıyla asılı durmaktaydı!..

Biraz dikkatle bakılsa görülecekti:

BATI ANADOLU’NUN ŞARK’INA HOŞ GELDİNİZ

Batı Anadolu’nun şark’ı!..

Yıllar sonra karşılaştığım afişte ise, daha farklı bir ifade vardı.

Kaybetme korkusu…

Elde olanı yitirme…

PTT caddesindeki afişlerde, tutunulan bir kıymetin elden kayıp gitmemesi için gösterilen çabanın feryat ve çığlığı vardı.

Bir yakarış vardı;

Tüm şehir çocuklarının, babalarının, annelerinin…

Elden kayıp gitmekte olan ekmek kapısının kapanmaması için yapılan…

Vicdanlara hitap eden ve gönülleri titreten…

Bu afişler, dikkatle bakıldığında çok şeyler anlatıyordu…

Binlerce babaya ekmek veren kapıya kilit vurulacaktı!

Ekmek kapıları kapanacaktı!

Bu kapı öylesine bir kapıydı ki ;

Onüç haneli bir köyü koca bir şehre çevirmişti.

Öylesine büyütmüş ve geliştirmişti ki, o küçücük köy koca bir İl olmuştu.

Köy olduğu yıllarda bağlı olduğu ilçe, şimdi bu ile bağlı bir ilçeydi artık…

Durum tersine mi dönecekti?

Bir cumhuriyet şehri, tekrar tren istasyonu etrafında kümelenmiş bir köye mi dönüşecekti?

Başladığı noktaya!..

Bu ekmek kapısı ki, koca şehri besliyordu…

İşte o afişlerde bu üzüntünün feryadı vardı.

Dahası;

Evine ekmek götüremeyecek çaresiz bir babanın,

Boynu bükük bir baba eline bakamayan çoluk çocuğun dayanılmaz yürek sızısının,

Bundan sonra kendilerini nelerin beklediğini bilememenin verdiği tedirginliğin,

Kelimelerle ifade edilemeyen sessiz çığlıkların,

1938 yılından bu yana atan ve şehre kan pompalayan kalbin durmaması için gösterilen çabanın,

İfadesi vardı.

Velhasılı,

Koca şehrin feryadı beş kelimeye sığdırılmıştı:

KARDEMİR KAPANMASIN BABAM İŞSİZ KALMASIN

Perde misali gözlerimin önünü kaplayan afişin görüntüsüyle birlikte cadde boyunca, çalışacağım yeni iş yerime doğru yürümeye başladım.

Şube, şehir merkezindeydi.

Şubeye geldim ve çalışanlarla tanıştım. Faaliyetler ile ilgili genel bilgi edindim.

O gün akşam da otelde kalarak ertesi gün eşyalarımı toplayıp bu şehre tekrar dönmek üzere görev yaptığım ve ayrılacağım şehre, Erzurum’a yola çıktım…

Karabük’ten, tekrar dönmek üzere ayrılırken şehrin dumanlı havası geride kalıyor, her yanı yemyeşil ağaçlarla kaplı dağların arasında yol alıyordum…

Hava berraktı ve ruha dinginlik veriyordu…

Manzaranın verdiği huzurla, sessizce yolculuğun tadını çıkarmaya çalışıyordum…

Ancak, afişteki çocuğun bakışları bu güzel manzarayı gölgeliyordu…

Hangi yöne baksam o bakışlar karşımdaydı…

Bu çocuklar, ilerde nasıl bir yolculuğun hikâyesini anlatacaklardı?..

Belki de o afişler, anlatacakları hüzünlü hikâyelerin habercisiydi…

Anlaşılan, yol hikâyeleri hiç bitmeyecekti…

Kalın sağlıcakla…


*Şemsi Tebrizi: (Mevlana Muhammed) 1185 – 1247 yılları arasında yaşamış ve sürekli bir arayış içerisinde olmuş, aradığını da Mevlana’da bulmuştur.


NOT: Yazılarımı aynı zamanda aşağıya bağlantı adresini bırakacağım kişisel blogumda da görüntüleyebilirsiniz:

https://kuzyakabilisimtarihkultur.com/

YAZARLAR