Atandığım şehre gitmek için İstanbul Harem’den otobüs biletimi aldım. Gidip çalışacağım yeri görmem gerekiyordu. Ancak, gideceğim şehrin haritadaki yerini tam olarak bilmiyordum. Hareket saatine daha vardı. Gazete bayisine yöneldim ve stantda yer alan gazeteleri gözden geçirmeye başladım. Gazetelerden biri ek olarak Türkiye haritası veriyordu. Tam da aradığım bir şeydi. O gazeteyi aldım. Oturup bir şeyler içilebilecek yer aradım. Hemen yakınındaki bir kafeye girdim. Çayımı alıp bir masaya oturdum. Çayımı yudumlarken bir taraftan gideceğim şehrin haritadaki yerini bulmaya çalışıyordum…
Batı karadenizde, Zonguldak’a yakın bir yerlerde olmalıydı. Kısa bir süre sonra gideceğim şehri buldum. Demek, yeni görev yerim burasıydı. Gazetenin diğer sayfalarına da şöyle bir göz attım ve okumadan katlayıp masaya bıraktım. Aradığımı bulmanın sevinci ve ilk defa göreceğim şehrin merakı ağır basıyor, diğer haberler beni pek de ilgilendirmiyordu…
Otobüsün hareket saati yaklaştığında gazeteyi masada bırakarak otobüse doğru yöneldim… Pencere yanındaki koltuğa oturdum. Otobüs hareket ederek yola koyuldu.
…Çoktan İstanbul’un o gürültülü kalabalığından uzaklaşmıştık… Ben ise yüzüm pencereye dönük yemyeşil bir manzaranın içinde bir kuş misali süzülüyor gibiydim… Sararmaya başlayan ağaçlardan dökülen son baharın habercisi yapraklar, ayrı bir harmoni oluşturuyordu…
Otobüs Bolu’da kısa bir moladan sonra, yoluna devam ederek Gerede’ye yaklaştığında Samsun yoluna saptı. Hemen hemen üç saattir süren yolcuğum yemyeşil bir manzara içinde devam ederken bilmediğim bir yere doğru yol almamın heyecanı da katlanıyordu.
Bir müddet daha yol aldıktan sonra Samsun yönünden ayrılarak yön levhasının Karabük ve Safranbolu’yu gösterdiği sola ayrılan yola döndük… Yol biraz daha daralmıştı… Etraf yine yeşillikti ama engebeliydi. Yokuş aşağı kıvrımlı yoldan ilerlemeye başladık… Bazı köy yakınlarında otlayan sığır sürüleri büyük bir keyifle yeşil ve taze otların tadını çıkarıyorlardı.
Otobüs, Eskipazar’ı geçtikten bir müddet sonra bir tünele yaklaştı. Tünelin girişindeki levhada “Cildikısık Tüneli” yazıyordu.
Tünelden sonra bir müddet daha kıvrımlı yoldan ilerlemeye devam ettik…
Fabrika bacalarından havaya karışan yoğun duman ve bir kaç metre yüksekliğindeki alevler, merak ettiğim şehre geldiğimin habercisiydi.
Kardemir, karadeniz ikliminin hakim olduğu şehrin girişini kendi rengine boyamakla meşguldü…
Çevreye, griye çalan metalik bir renk ve fabrika bacalarından yükselen duman kokusu hakimdi…
Bacalarından yükselen dumanıyla Kardemir, rayları üzerinde yol alan büyük bir lokomotifi, yemyeşil dağların eteklerine kadar sıralanmış binalar ise, ona bağlı olan vagonları andırıyordu…
Hava kapalıydı ve çiseliyordu.
Otobüs terminaline yaklaştıkça göğün alçaldığını ve metalik bir tülün üzerimi kapladığını hissettim…
Demek, Karabük burasıydı.
Burada beni nelerin ve nasıl bir hayatın beklediğini merak ederek ıslak yoldan ve genzimi yakan puslu havanın ortasında şehrin merkezine doğru yürümeye başladım…
Bu adımlar, yeni bir yolculuğa atılan ilk adımlarım olmalıydı…
Bir o kadar yalnız, bir o kadar da gizemli…
Geleceğe yolculuk devam edecek…
Kalın sağlıcakla…
İbn Battuta: 24 Şubat 1304 – 1377 yılları arasında yaşayan ünlü seyyah. Rıhlet-ü İbn Battûta diye bilinen seyahatnâmenin yazarıdır.
NOT: Yazılarımı aynı zamanda aşağıya bağlantı adresini bırakacağım kişisel blogumda da görüntüleyebilirsiniz:
https://kuzyakabilisimtarihkultur.com/