Ahmet İNCE


Gülümser İlker İçin!

"Yüzü “Gül” misali, narin ve berraktı. Türk irfanının bütün güzelliklerine “Ser” darlık etti. Memleket eşrafından; özü bir sözü bir Nalbant Ali, geleceği görmüşçesine, kızına “Gülümser” ismini boşuna vermemişti."


            Genç denilebilecek yaşta, eşi Hüseyin İlker’i kaybetti.
            Azim ve gayretle hem hayata, hem iki oğluna sarıldı. Yüksünmeden, aman demeden, kimseye diş saydırmadan, büyük bir mücadele verdi. Halı tezgâhının başında kirkit sallarken, hep onları düşündü. Halı yevmiyeleriyle, çocuklarını hayata hazırladı.
            İyilik, merhamet, sevgi, tevazu ve say sayabildiğin kadar; onun hem ruhunda, hem lisanında sınır konulamayan güzelliklerdi. Eğer onunla komşu iseniz, eğer onunla bir aradaysanız, bu sınırsızlığa hayret ederdiniz.
            Ve şu soruyu sorardınız; bir insan nasıl böyle olabilir?
            Benim uzun yıllar, tecrübeyle keşfettiğim bir hakikat vardı. Ne okullarda ders konusu olmuş, ne de kitabı yazılmıştı. Yaşaya yaşaya keşfettim onu. Türkün irfanıydı o hakikat.
            Gülümser İlker, işte en parıltılı bir halkasıydı.
            O hakikati tarif etmek, kelimelere dökmek zordur. Ancak yaşanır ve öğrenilir. 40 yıla yakın bir akrabalık beraberliğinde, o parıltılı halkadan çok şey öğrendim, çok şey istifade ettim.
            Lisanı, yüreğinin bir yansımasıdır. Yavrum, kuzum vazgeçilmez hitabıdır.
            Ne okul, ne hoca görmüştür. Peki, bu yürek enginliğini kimden öğrenmiştir? Rütbesiz, unvansız bu ustalık, neyin eseridir acaba? Sırası geldiğinde bir işçi, sırası geldiğinde bir ustadır.
            Son nefesine kadar, oğullarından torunlarına bu öğretiyi sürdürme adına, tedrisata devam etmiştir. Silsile itibarıyla bakın hepsine, aynı çizgileri, aynı renkleri görürsünüz.
            Bende derin iz bırakan bu irfan abidesinin, en çok sükûtuna hayran kalırdım. Hoş olmayan şeylerin, söylendiği bir ortamda sükût ederdi. Gül yüzündeki ifade, sükût heybetiyle şekillenirdi. Konuşmadan, söylemeden tavrını ortaya koyardı.
            İşçiliği insanadır. Ustalığı da insanadır.
            Prof. Dr. Süleyman Sami İlker’i, Türk Bilim hayatına armağan etmiş bir annedir o. Eserine hürmetle bakıp, saygı gösterebilen kaç anne kaldı dünyamızda. Oğluna bir ömür, “Sami Bey” diye hitap etmesi, eserine saygı duyan bir annenin ince işçiliğidir.
            Vakit geldi, süre tamamlandı. En zor anlarında ve hastalığında bile güzeldi. Kuş misali uçup gitti aramızdan.
            Ondan çok şey öğrendik. İnsan olmanın bütün unsurlarını, yıllarca ciğerimize teneffüs ettik.
            Yegâne teselli, Türk irfanının bu parıltılı halkasının, evlatları ve torunları silsilesinde yaşıyor olmasıdır. Diyebilirim ki bu bahtiyarlık Gülümser İlker’e aittir.


            Allah gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.

YAZARLAR