ŞAİR MAHDUMGULU
Mahdumgulu çok ünlü bir Türkmen şair. Heykeli var bir meydanda. Çağatay Türkçesiyle yazmış şiirlerini. Türkmen dilinin yazı dili olmasında büyük rolü olmuş diyor Ayşe (İlker) hanım, Mahdumgulu için.
Çaykoşan köyü Türkmen şair Mahdumgulu'nun 270 sene önce doğduğu yaşadığı köy. Mezarını ziyaret için yola çıktık. Yolda geniş düz arazilerde biçilmiş hububat ve karpuz tarlaları görülüyor.
Türkmenler karpuzu çok sever, çok ekerlermiş. Hatta fazla ürün olduğundan pekmezini bile yaparlar diye anlattı rehberimiz.
Bir bölgeden diğerine geçerken otobüs sürücümüz yol kenarlarındaki polis merkezine gidip bir kağıt belge ile imzalatıyor. Önceleri aracın içerisine girer denetim yaparlarmış. Şimdi ise ortalıkta hiç polis görülmüyor, araca giren de olmuyor..
Yolda, Sasani döneminde Hunlara karşı (Turan diye de anılıyor) korunmak için yapılan 130 km.lik duvarın izlerinden bir kısmını görüyor, resimliyoruz. Düzensiz, bazı yerlerde kesintili toprak yığınları şeklinde görünüyor yapı.
Ferahi şehrine doğru Mahdumgulu'nu ziyaret için giderken bir kontrol noktasında durduk. Sürücümüz bayrak asılı korunaklı bahçe kapısındaki zile birkaç kez bastığı halde, ancak 10-15 dk sonra kapıyı genç rütbeli bir polis açtı. Evrakları inceledi ve evrak eksikliği ve sonraki yolun kötülüğü (Bugün hava kapalı ve yağışlı. Gidilecek yolda sel varmış) gerekçesiyle aracımıza geçiş izni vermedi. Hayal kırıklığı oldu tabii ki hepimizde. Binlerce kilometreden gel, 20 km kala Mahdumgulu'na ulaşama. Bu yol üzerinden Meşhed'e devam edecektik. Neyse. Nasip. Uzaktan da olsa ruhu için okuyor, dua ediyoruz.
Geri istikamette yola devam edeceğiz. Yol uzadı. Başka istikametten de gidilirmiş Mahdumgulu'na, ama, o halde Meşhet'e varış gece yarısından sonra 3'u bulur diye konuşuldu. O zaman otele ne hacet. Arabamızın içinde istişare yapıldı ve salimen en geç gece 12.00'den önce menzile varılmasının iyi olacağında herkes hemfikir oldu. Kelale'den döndük.
Gülistan Milli Parkının yanından geçiyoruz. Yaban hayvanları ve hayatı korunmuş burada. Eskiden Pehlevinin kardeşi buraya ava gelirmiş.
Yollarda Türkiye plâkalı araca hiç rastlamadık bugüne kadarki gezdiğimiz bölgelerde. Demek ki Türkistan'a giden yol güzergâhı bu rota üzerinden değil.
TÜRKİSTAN BİR ŞEHİR Mİ,
BİR COĞRAFYA MI?
Orta Asya ifadesi Stalin'den itibaren kullanılıyor. Hatta kültürden ve siyasetten kazınamayacak bu coğrafi - siyasi isim, şehir ismi olarak kalsın da küçülsün diye, Ahmet Yesevi'nin şehri olan Yesi'nin adı kaldırılıp, yerine Türkistan adı veriliyor. Yani Sovyet döneminde doğan büyüyen insanlar, Türkistan diye bir kelime duyduklarında, onun sadece bir şehir adı olduğunu öğreniyorlar. Bu çok geniş coğrafi alanın (bugünkü Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan,Türkmenistan) adı olduğunu ise bilmiyorlar. Bilenler de mecburen susuyorlar.
Şimdi Türkistan şehri (Yesi) Kazakistan sınırları içinde. İçinde Hoca Ahmet Yesevi'nin muhteşem anıt mezarı ile Kazak Türk Üniversitesi yer alıyor. O coğrafyada Türkiye Türkçesi ile konuşan bir kişi ile karşılaşırsanız, o kişi ya Türkiye'de okumuş ya da Kazak Türk Üniversitesi mezunudur.
HORASAN EYALETİ
Kuzey, orta ve güney diye üçe ayrılıyor. Adları da Kuzey, Orta ve Güney Horasan. Biz Orta Horasan bölgesindeki Meşhet yolundayız. Şimdilerde Horasan hudutları girdik. (17.15, rehberimiz Hamit beyin verdiği bilgiler)
Yağış halen devam ediyor. Yol boyunca yeşil bitkiler, ağaçlar var ama giderek seyrekleşmeye başladı. Birden bitki örtüsü çok daha az hale geldi. Yol boyunca birkaç yüz metre yükseklikteki tepeler sarı kahverengiye dönüştü. (17.21, yerel saat)
Bu arada yağmur da devam ediyor. Yolda bir kaza mı var bilmiyoruz. 20-30 dakikadır trafik durdu. (18.24)
SEL
Yolda sel varmış. Yola taşlar sürüklenmiş. Onları temizliyorlarmış.Trafik hala akmıyor. Onar araç yavaş yavaş bırakılıyor, diyorlar. (19.00) Yanında durduğumuz trafik yer levhasında "Chamanbid" yazılı. 60-65 dk sonra trafik açıldı. Şükür. Bojnurt'a doğru ilerliyoruz. (19.05) Hava karardı. Yağış devam ediyor.
Trafik levhasında Bojnurt 15, Şirvan 35,
Meşhet 267 km yazılı.(20.18) Aşhane Polis denetim karakolu (20.35)
Şirvan üzerinden Meşhed'e devam edeceğiz. Saat 23.00'de bir yerde mola verip tavuk şiş, safranlı pilav ve salatadan oluşan akşam yemeğini -ben yemesek de olur, desem de, çoğunluk istiyor- ancak yiyoruz. Gece yarısını hayli geçe, Meşhed'deki üç gece kalacağımız Aban otele giriş yapıyoruz. Meşhed merkezli çevredeki gezi alanları ve şehirlere gidilecek yarından itibaren.
Bu arada otobüsün iki sürücüsü dışında rehberler; Hamit bey grubu bilgilendiriyor, sevk ve idare ediyor. Diğer rehber (tamamen şiveyle konuşuyor) Rahim bey grubun yemek, haberleşme gibi ikmal işlerine bakıyor. Hamit beye "Heemiiiiid" diye seslenişi, kulaklarımızda, beynimizde uzun süre kalacak sevimlilikte. Arada eklenip çıkanlar olsa da, grubun demirbaşları bunlar.
Notlar:
1. İran'da soyadı alınması Rıza Pehlevi zamanında olmuş.
2. Kadınların evlendiklerinde eşlerinin soyadını almadıklarını öğreniyoruz. (Bunu başka kaynaklardan da teyit ettik)
3. Türkiye'nin iki misli büyüklüğündeki Iran'da, mesafeler doğal olarak uzun. Yol boyunca aralıklı da olsa yerleşim yerleri var. Bizdeki gibi 112 Sağlık ve Acil yardım hizmetleri var mı öğrenemedim, sormak da aklıma gelmedi. Bir tecrübemiz ve ihtiyaç olmadı, şükür. Ambulans / Cankurtaran hizmetleri nasıl?
Meraklısına:
Bizde hatırladığım kadarıyla Ambulanslara "Cankurtaran" yazılması -bildiğim- ilk kez rahmetli Özal zamanında oldu. Sonradan kim, hangi Türkçeye vefasız ve duyarsız Sağlık Bakanı zamanında kaldırıldı, bilmiyorum. Hep hayıflanırım.
Yerli ve milli olmak için, önce Türkçe dil bilincinin olması gerek. Bunun için Ömer Seyfettin, Oktay Sinanoğlu, Attila İlhan'ı vb.de okumak gerek diye düşünürüm. Aslında bazı Türkçe kelime ve kavramları kullanmak veya yaşatmak için, bir siyasi önderin, başın veya iradenin ona sahip çıkması yetiyor. Sonra halk da kullanıyor. Çok örneği vardır.