Vaiz Muharrem DEMİR


HAKLARA RİAYET: Her Hak Sahibine Hakları Verebilmek-3


               Kişiye ailesinden sonra en yakın olan komşuların hakları da unutulmamalıdır. Resûlullah (sav), “Allah'a ve âhiret gününe iman eden kişi, komşusuna eziyet etmesin.” (Buhârî, Edeb, 85) buyurarak bu hakkın Müslüman için vazgeçilmez olduğunu belirtmiştir. Yine Efendimiz, ev veya tarlada komşu olanın, komşunun evi veya tarlasını satın almada öncelik hakkına sahip olduğunu hatırlatırken, komşuluk haklarının izzet ikram ve benzeri durumlarda olduğu gibi alım satım gibi durumlarda da öncelikli olması gerektiğini bildirmekteydi.

 

               Müslüman, aile bireyleri, yakın akrabaları, komşuları yanında toplumun diğer bireylerine karşı da sorumludur. Zira Peygamber Efendimizin tasvirine göre İslâm'ın toplum anlayışına göre, inanan bireyler “birbirine sımsıkı kenetlenmiş tuğlalardan oluşan bir bina” ya veya “bir vücuda benzer. Organlardan biri hastalanınca vücudun tamamı ateşlenir ve uykusuz kalır.” Bundan dolayı İslâm, toplumun bireylerini birbirine bağlayacak ve sağlıklı bir işleyiş temin edecek prensipleri iştiyakla tavsiye eder. Yine bu nedenle Resûl-i Ekrem, “Müslüman'ın Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye katılmak, davete icabet etmek ve aksırana dua etmek.” buyurmuştur. (Buhârî, Cenâiz, 2)

 

               İslâm, toplum düzeni için bu ortak sorumluluk ve haklara karşılıklı riayet etmek gerektiğini bildirmiştir. Alışveriş gibi gündelik bir konudan, toplum idaresi gibi hayatî bir meseleye kadar sağlıklı bir ilişkinin temelinde haklar konusunun bulunduğunu ifade etmiştir. Bu doğrultuda meselâ, “Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.” (Rahmân, 55/9) emri, sıradan ve ferdî bir hak ihlâlinin önüne geçmenin ötesinde, tüm topluma sirayet edebilecek bir tehlike konusunda ilâhî bir ikazdır. Toplumsal hayatta hak ve hukuka saygısı olmayan birileri, kendi çıkarları doğrultusunda başkalarının hakkına el uzatabilir, haksız kazanç elde etmeye kalkışabilir. Bireyler de farkında olmadan haksızlığa uğrayabilirler. Hatta aldatılmak suretiyle mağdur edilen ve hak kaybına uğrayan bir insan da, bunun karşılığı olarak hakkını bir başkasından zulüm yoluyla elde etmeye kalkabilir. Dolayısıyla bu şekilde bir ihmali önlemek her şeyden evvel, toplumu idare eden yetkililerin sorumluluğu olup, bunun temin edilmesi aslında hukukun bir gereği ve kamusal bir haktır. Toplumu sevk ve idare etme gibi önemli görevlere gelen kişilerin temel sorumluluğu, tam bir adalet ile hakları gözetmek olacaktır.

 

               İnsanlara verilen haklar aynı zamanda sorumlulukları beraberinde getirmiştir. Haklar ve sorumluluklar iç içedir. Bu da aynı zamanda hakların korunmasını ve teminat altına alınmasını sağlamaktadır. Hak ve sorumluluk bilinci olan birey ve toplumlarda, hakka ve hukuka saygı egemen olacağı için haksızlıklar asgarîye inecektir. Hakkaniyete dayalı sosyal ilişkiler, beraberinde hem müreffeh bir hayatı hem de âhiret yurdunda kurtuluşu getirecektir. Bunun aksi olan haklara tecavüz ve hukuksuzluk hâli ise hem sosyal hayatta kaos ortamını doğuracak hem de âhiretin kararmasına sebep olacaktır. Allah Resûlü'nün, “Zulümden sakının! Çünkü zulüm kıyamet gününde karanlıklar olacaktır.” (Müslim, Birr, 56) hadisi bu durumu çok güzel izah etmektedir.

 

               Hakların gözetilmesi konusunda insanın muhatabı sadece insan değildir. Kendisinin emrine verilen, kendi faydası için yaratılmış olan hayvanlar da bu titizlikten pay almak durumundadır. Bu noktada, insanın yararına verilmiş her bir hayvan çeşitli haklara sahiptir. Söz gelimi iyi beslenmeli, iyi muamele görmeli, itilip kakılmamalı, hatta kesimi dahi acı ve ızdırap vermeyecek şekilde yapılmalıdır. Zira O, Allah tarafından insana verilmiş bir emanettir. Öyleyse hayvanın kendisi yanında bu emanetin asıl sahibi de dikkate alınmak durumundadır. Dolayısıyla bir hayvana eziyet bile, neticede Allah'ın haklarını ihlâl mânâsına gelir. Sırf eğlence olsun diye hayvanlara eziyet edenlerin Allah Resûlü tarafından kınanmasının sebebi de budur.

               İnsan sadece çevresindeki canlıların değil cansız varlıkların da hakkına riayet etmek durumundadır. Bu bağlamda bitkilerin de korunmaya hakkı olduğuna işaret eden Peygamberimiz kuraklık zamanında hayvanlar için sığınak görevi gördüklerini hatırlatarak ağaçların kesilmesini yasaklamıştır. Diğer taraftan o, savaşa çıkan ordusuna haddi aşmamaları, ihtiyarları öldürmeme leri, ibadetgâhları yakmamaları gibi hususlarda talimat verirken ağaçları kesmemelerini de emretmiştir. Ayrıca Peygamberimiz (sav) genel kullanıma açık olan yolların bile bir hakkı olduğundan söz etmekte ve yol kenarında oturanların harama bakmamak, gelip geçeni rahatsız etmemek, selâm verenin selâmını almak, iyiliğe yönlendirip kötülükten alıkoymak gibi yola ait hukuka riayet etmesini istemektedir.

               Hak - bâtıl mücadelesi açısından düşünüldüğünde inananlar için “Hak”, gün gibi aşikârdır. Yüce Allah'ın beyan ettiği gibi, “Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” (İsrâ, 17/81) Hak din olan İslâm ile Hakk'ın kelâmı olan Kur'an'ın gelişi böyledir. Fakat bunun kabulü, her şeyden evvel bir iman ve tasdik işidir. Bilerek Hakk'ı kabul edenler kadar, bile bile inkâr edenler de her zaman olmuştur.

               Toplumsal hayatın özellikle hukukî alanlarda herkesi hak arayışına mecbur bıraktığı bilinen bir gerçektir. Fakat bu noktada, neyin hak ve hakikat olduğu, neyin gerçek dışı olduğu konusu bazen çok karmaşık olabilmektedir. Böyle durumlarda, hak ve hukukun üstünlüğünü savunan, bunu hayata geçirebilme adına mücadele verenler dahi bazen yanılabilir. Nitekim bir beşer olarak Peygamber Efendimizin, Yüce Allah'a, “İhtilâf edilen durumlarda bana hak olanı göster.” (Müslim, Müsâfirîn, 200) şeklindeki duası bunu göstermektedir.

               İnsanlar farkında olarak veya olmayarak bazen hak ihlâli yapabilirler. Bu durumlarda kişi, Peygamber Efendimizin “Kim kardeşine haksızlık etmişse, onunla helâlleşsin...” (Buhârî, Rikâk, 48) emri gereği Allah'ın huzuruna çıkıp sıkıntı yaşamadan önce yaptığı haksızlığı gidermeli ve mağdur ile helâlleşmelidir. İnsan başkasının hakkına el koymak suretiyle dünyalık kazan mış olabilir.

               Ancak bu yolla âhiret saadetini kaybedeceğini unutmamalıdır. Zira bu öyle âdil bir dengedir ki günü geldiğinde Allah Teâlâ boynuzsuz koyuna eziyet eden boynuzlu koyundan bile hesap soracaktır. Hesap ve mahkeme gününde hakka riayet eden de, haksızlık eden de, mutlaka yaptığının karşılığını görecek ve bu konudaki tutum ve amelleri en ince ayrıntısına kadar değerlendirilecektir.

               Her insanın, ilişki içinde olduğu diğer varlıklara karşı dikkat etmesi gereken görev ve sorumlulukları, kim veya ne olursa olsun sahibine karşı ödemek durumunda olduğu borçları vardır. Tüm bu haklar, görevler, sorumluluklar ve borçlar karşılıklıdır. Yani insan, muhataplarından birine karşı bir açıdan sorumlu ve borçlu iken bir başka açıdan alacaklı konumundadır. Bu durum, insanın var oluşunun ayrılmaz bir yönüdür. Konusu ve kapsamı ne olursa olsun her türlü hakka riayet eden insan, aslında doğrunun, hakikatin yani Hakk'ın yanındaki yerini almış demektir. Dolayısıyla hayatımızın her ânında Hak'tan yana tavır almakla ve Hakk'ı savunmakla sorumluyuz.

               “Yâ Rabbi bize eşyayı olduğu gibi göster. Hakk'ı hak bilip Hakk'a uymayı, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan kaçmayı nasip eyle.”          

                            KAYNAK : HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR