Mehmet BOZKURT


HALKIN GÜCÜ

“Ya el ele, ya ölüme.” Bertrand Russell*


Karabük halkı ayaktaydı…

Direniyordu…

KARDEMİR çalışanları başta olmak üzere onları takip eden tüm sivil toplum örgütleriyle birlikte…

Bu yürüyüş kutlu bir yürüyüştü.

Bu yürüyüşün ayak seslerini tüm kulaklar, kalkan tozu tüm gözler gördü.

Herkes sesin geldiği yere bakmaya başladı…

Kapatılmaya mahkûm edilen KARDEMİR, bu mahkûmiyetten kurtarılmalıydı!

Yoksa, demire hayat veren KARDEMİR’in hayat damarları bir bir koparılacaktı.

Bu ses Ankara’da da yankılandı.

Dönemin hükümeti yeni bir şeyler yapmalıydı!

Direnişe destek çıkan kamuoyu baskısı artıyordu.

Oluşan toplumsal tepki ve kamuoyu baskısı, dönemin hükümetini bu konu üzerinde tekrar düşünmeye yöneltti.

Başbakan Yardımcılığı bünyesinde bir kurul oluşturulacaktı.

Konuyla ilgili tüm kurum ve kuruluş temsilcilerinden oluşan bir kurul.

Kurulun adı ise:

“Karabük İnceleme Kurulu” olacaktı.

Öyle de oldu.

Karabük zoru başarmıştı.

Bir davaya inanıldığında nelerin başarılabileceği tüm dünyaya gösterilmişti.

Bu kurul, KARDEMİR’İN kapatılma gerekçelerinin ne kadar sağlıklı olduğunun tekrar ele alınmasını sağlayacak ve tartışmaya açacaktı.

İnceleme kurulunun çalışmaları sonucu farklı raporlar hazırlandı.

Raporlar tartışılıyor ve değerlendiriliyordu…

Tüm değerlendirilmeler sonucunda; hükümet geri adım attı ve KARDEMİR’İN kapatılmasından vazgeçti!

Kapısına kilit vurulmasının gerektiği tarihte, yani 30.12.1994 tarihinde Özelleştirme Yüksek Kurulu yeni bir karar aldı.

KARDEMİR kapatılmayacak özelleştirilecekti!

Bu Karabük halkı için inanılmaz bir başarıydı!

Ellerinden kayıp gitmekte olan ekmek kapısı artık ellerindeydi.

Kapanmamıştı…

Özelleştirme Yüksek Kurulu konuyla ilgili tüm kurum ve kuruluş temsilcileriyle birlikte çalışıyordu.

Aradan üç ay geçti.

Uzun bir üç ay!

Takvimler 30 Mart 1995 tarihini gösteriyordu.

KARDEMİR bir anonim şirkete dönüştürülmüş, yeni adı KARDEMİR A.Ş. olmuştu.

Yeni bir çocuk doğmuştu!

Halkın gücü galip gelmişti.

Zafer kazanılmıştı.

KARDEMİR bu şirkete devredildi.

Kaç liraya?

1 (bir) liraya.

Evet, yanlış okumuyorsunuz, sadece bir Türk Lirasına!

Veya;

Şirket, sembolik bir değerle fabrikayı satın almıştı.

Hem de daha önce görülmemiş bir modelde.

Bunun adına da “Karabük Modeli” denildi.

Kısaca, bir ticari işletme bedelsiz olarak çalışanlarına ve yöre halkına devredilmişti.

Bunu ne sağladı?

8 Kasım 1994 ruhu.

Direniş başlıklı yazımda bahsetmiştim bu ruhtan.

Hayatı durdurma” eylemlerinden…

Fabrikanın temel atma töreninde köy muhtarı İbrahim Ertan’ın İsmet Paşa’ya ; ” Paşam, tarlalarımızı alıyorsunuz, peki karşılığında bize ne vereceksiniz?” sorusuna nasıl bir cevap verdiğini tekrar hatırlayalım:

Biz şimdi buraya bir hazine gömüyoruz. Sizler her gün gelip bu hazinedenbirer altın alarak evinize gideceksiniz.”

İsmet Paşa’nın sözünü ettiği hazine kapatılmaktan kurtarılmış, tekrar Karabüklülere teslim edilmişti.

Yöre halkı her gün hazineden birer altın alıp evine gitmeye devam edecekti.

KARDEMİR’İN yöre halkına devrinden sadece iki ay sonra Karabük bir adım daha ileriye giderek Türkiye’nin 78. ili oldu.

İller arasındaki yerini aldığında ise takvimler, 6 Haziran 1995 tarihini işaret etmekteydi.

Yatırımlar hızla devam ediyordu.

Çocuk, delikanlılık çağına geldi!

Yatırımlarına yenilerini katan KARDEMİR, 2 milyar doların üzerinde yatırım yaparak üretim kapasitesini artırdı.

Dün kapatılması planlanan KARDEMİR, bugün pazara sunduğu ürünlerle Türkiye’nin otomotiv, savunma sanayi ve raylı sistemlerdeki milli hedeflerine odaklanıyordu.

2 binli yılların başında 600 bin ton olan çelik üretimi bugün 2,5 milyon tona ulaşmıştı.

Hedef ise 3,5 milyon ton.

Bugün, Türkiye’nin ilk 500 sanayi kuruluşları arasında 24. sırada bulunan bir kuruluştan bahsediyoruz.

Kapatılmasını önlemek ve üretimini sürdürmek için, işçisi-emeklisi, esnafı-memuru ve öğrencisi ile büyük bir sahiplenme duygusu içinde verdikleri mücadele sonunda çalışanları ile birlikte tüm Karabüklülerin kurduğu bugünkü ekmek kapısından,

KARDEMİR’DEN bahsediyoruz!

Bu sonuca ulaşmayı sağlayan, mücadele eden Karabük halkından…

Ve bu halkın gücünden…

1937 yılından bu güne yapılan mücadelelerden…

Eşi benzeri olmayan tek bir modelden.

“Karabük modeli”‘nden…

Bu bir süreçti.

Direnişle geçen bir süreç.

Halkı arkasına alan bir direniş.

Ve zafer.

Bu süreçten alınması gereken dersler var!

İnanılan bir dava, birlik ve beraberlik, dayanışma ve sahiplenme duygusu.

Bunları harmanlar, içine halkın gücünü de katarsanız;

Doğu Roma imparatorunu esir alırsınız,

Konstantinopolis atınızın önünde diz çöker, İstanbul olur.

Osmanlı ordusunun Yedinci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa’nın;

“Halk dediğimiz şey, bugün kadınlardan, sakat erkeklerden ve çocuklardan ibarettir.

…İdari mekanizma otoritesini kaybetmiştir. Umumi hayat anarşi içindedir. Bütün memurlar rüşvet kabul ediyor ve her türlü yolsuzluğa alet olmaya hazır bulunuyor. Adalet mekanizması tamamıyla durmuştur. Emniyet kuvveti işlemez haldedir. İktisadi hayat korkunç bir süratle çöküntüye doğru gidiyor. Yaşamak zorluğu, en iyilerin ve en namusluların mukaddeslik duygularını sarsıntıya uğratıyor.

..Ordumuz çok zayıf düşmüştür. … Elli dokuzuncu Tümen’in erlerinden yüzde ellisi o kadar zayıf ve aciz kimselerdir ki, ayakta duracak halleri yoktur. Geride kalanlar onyedi ile yirmi yaşları arasında tam gelişmemiş gençlerden veya kırk beş ile elli beş yaşları arasında yaşlılardan ibarettir. En iyi şekilde kurulmuş tümenler, cepheye varmadan mevcutlarının yarısını kaçış veya hastalık nedeniyle kaybediyorlar. Ordu derde çare bulamaz.”

diye raporladığı,

Osmanlı Devleti’nin Bahriye Nazırı Rauf Bey’in ise;

” Askeri terhis ediyorsunuz. Hükümet terhis ettiği askerleri memleketlerine kadar göndermekle yükümlüdür… Siz bunu yapmıyor, hepsini perişan bir durumda bırakıyorsunuz. Adam karavanadan, kışladan ayrılmış, yiyecek ekmeği, barınacak çatısı yok. Aç ve bi-ilaç sokaklarda dolaşıyor. Ben, Tepebaşı’nda yabancıların bunlara sadaka verdiklerini gözlerimle gördüm. Bunlar ne İttihatçı, ne İtilafçı. Cepheden cepheye koşarak, ateşler içinde yüzerek, vatana karşı olan borçlarını ödemişler, ama şimdi ölümden beter bir sefalete mahkûm edilmektedirler…”

diye daha dramatik bir şekilde ifade ettiği bu halkın gücü; günü geldiğinde toplanır tek yürek olur, yeniden bir milli mücadele başlatır, kuvvetli ve tam donanımlı ordulara geri adım attırarak yeniden küllerinden doğar ve yeni bir devlet kurar!

Tarihin bize anlattığı budur.

Dünya tarihi bu tür örneklerle doludur.

“Karabük modeli” ile yeniden doğan KARDEMİR’İN bugün hayatına devam ediyor olması Karabük halkının eseridir.

2018 yılında üretimden net satışları 5,5 milyar lirayı aşan KARDEMİR, bugün şahlanmış, hedefine ilk 20’nin içinde olmayı koyarak hızla koşmaktadır…

Bu başarı, 13 haneli bir köyken bugün iller arasında sıkça adından bahsettiren Karabük’ün halkının direnişinin başarısıdır.

İnanmış ve davasına bağlı halkın direniş ve mücadelesinin sonu bu şekildedir ve yönü mutlaka zafere dönüktür.

İnancını kaybetmiş, birlik ve beraberliğini, sahiplenme duygusunu yitirmiş bir halkın yönü ise kesinlikle bellidir.

Rüzgârın yönü.

Karabüklü çocuklar başlatmıştı bu mücadeleyi…

“KARDEMİR kapanmasın babam işsiz kalmasın” diyerek…

Zafere uzanan yolun mimarıydılar…

Gelecek nesiller, Karabük halkının yazdığı bu başarı hikâyesini ibretle okuyacak ve sürekli anlatacaklardır!

Hiç kuşkunuz olmasın!

Kalın sağlıcakla…


*Bertrand Arthur William Russell: 18 Mayıs 1872 – 2 Şubat 1970 tarihleri arasında yaşayan, Britanyalı filozof, matematikçi, tarihçi ve toplum eleştirmeni.


NOT: Yazılarımı aynı zamanda aşağıya bağlantı adresini bırakacağım kişisel blogumda da görüntüleyebilirsiniz:

https://kuzyakabilisimtarihkultur.com/

YAZARLAR