Mehmet BOZKURT


HAYALLERİN DANSI-2

“Hayatta bir gayesi olmayan insanlar, bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar gitmezler ancak suyun akışına kapılırlar.” Seneca*


Önceki yazının konusu Alaaddin ile Samuel’in hayalleriydi.

Alaaddin bir masal kahramanı, Samuel ise gerçekti.

O zaman Alaaddin’in hayali ile devam edelim…

Alaaddin kuyunun içindeydi…

Hatırlayacak olursak garip adam sadece lambayı istiyordu Alaaddinden.

Lambaya bir an önce kavuşmak isteyen adam; “Ver onu bana!” diyerek lambayı almak üzere elini uzatıyor ve sürekli “Onu hemen ver!” diye bağırıyordu.

Ayrıca, “Lambayı hemen vermezsen seni sonsuza kadar burada bırakırım!”diyerek tehdit ediyordu.

Alaaddin: “Önce dışarı çıkmak istiyorum!” dedi garip adama…

Adam ise Alaaddin kuyudan çıkmadan önce lambayı elinden almakta ısrar ediyordu.

Alamayınca da:

Bunu sen istedin!” diyerek kuyunun girişini kapattı.

Taşla kapatırken de parmağındaki yüzüğün fırlayıp aşağıya düştüğünü fark etmedi.

Alaaddin ayağının altında bir şey hissetti. Yerden alınca, bunun bir yüzük olduğunu fark etti. Yüzüğü parmağına takar takmaz mağara gürültüyle aydınlandı ve Alaaddin’in önünde beliriveren pembe bulutun içinden bir cin çıktı!

“Dile benden ne dilersen!” diye konuşuyordu. Olanlara şaşıran Alaaddin, karşısındaki dev görüntüye bakarak sadece:

Evime gitmek istiyorum” diye mırıldandı.

Dileği göz açıp kapayıncaya kadar yerine gelmişti.

Oğlunu bir anda evin içinde gören annesi, ocağın başından kafasını kaldırarak evin giriş kapısına bakmış ve kapalı olduğunu görünce hayretle;

” İçeri nereden girdin?” diye sordu.

Alaaddin, başına gelenleri heyecanla annesine anlattı.

Annesi:

 Peki ya gümüş para ne oldu?” diye sorunca, Alaaddin lambayı annesine göstererek onca maceradan sonra elinde sadece bu lambanın kaldığını söyledi:

Üzgünüm anne, ama elimde sadece bu var.” diyebildi Alaaddin üzgün bir ifadeyle.

Yüzük o hengamede yok olmuştu.


Samuel ise, elektrik aracılığıyla nasıl haber gönderileceği konusunda hayaller kuruyor sürekli çalışıyordu.

Alfabesini bile oluşturmuştu! Adı da “Mors Alfabesi” idi.

Konuyla ilgili teknik çizimler yapıyor, bunun olabileceğini ispatlamaya çalışıyordu. Sonunda, telgrafın atası diyebileceğimiz aletin taslağını çizdi ve 2 Eylül 1837 tarihinde sanat profesörlüğü yaptığı NewYork Üniversitesi’nde halka gösterdi.

“Mors Alfabesi” denilen işaretleri bile oluşturmuştu.

New Jersey’de demir pirinç işleri yapan Albert Vail, Samuel’in bu icadına büyük bir ilgi duymuştu. Birlikte çalışmayı teklif etti. Artık işi beraber yürütüyorlardı. 1843 yılında kongre onlara otuz bin dolarlık bir yardım yapılmasına karar verdi.

Washington ile Baltimore arasına ilk telgraf hattı çekilerek 24 Mayıs 1844 tarihinde ilk telgraf gönderildi.

O tarihten itibaren, insanoğlu haberleşmeyi elektrik vasıtasıyla yapmaya başladı.

Artık uzaklarla haberleşmek kolaydı.

Telgraf, hiç şüphesiz kullanmakta olduğumuz telekomünikasyonun en eski aracıydı.

İnsanoğlunun hayalleri bitmiyordu.

Telgrafın bulunması başka buluşları tetikledi.

1900’lü yılların başlarında radyo icat edildi.

1969 yılında farklı bir gelişme daha yaşandı!

Amerika Savunma Bakanlığı bünyesine bağlı Gelişmiş Savunma Araştırmaları Projeleri Birimi yeni bir iletişim yöntemi buldu.

Bu birim, bilgisayarlar arasında iletişimin sağlanmasını gerçekleştirdi. Böylece dünyada ilk dağıtım ağı oluşturulmuş oldu. Fakat, iletişim sadece 15 bilgisayar arasında sağlanabiliyordu.

Adını da ARPANET koydular. Dilimizdeki karşılığı, İleri Araştırma Projeleri Ajansı Ağı demekti.

Günümüzdeki İnternet ilk yolculuğuna bu şekilde başlamıştı.

Hayaller birer birer gerçeğe dönüşüyordu.


Alaaddin’in annesi: “Bu lamba sağlam mı acaba, baksana ne kadar da kirli!”dedi. Temizlemek için lambayı ovuşturmaya başladı. Birden lambanın ağzından çıkan dumanlar odayı kapladı ve dumanlar arasından bir cin beliriverdi.

Başladı konuşmaya:

Yüzyıllardır bu lambanın içinde yaşıyordum. Siz beni serbest bıraktınız, artık benim efendimsiniz. Dileyin benden ne dilerseniz.” dedi. Şaşkınlıktan Alaaddin ve annesinin ağzı açık kalmış, tek söz bile edememişlerdi.

Cin bir kez daha; “Siz beni serbest bıraktınız, artık benim efendimsiniz. Dileyin benden ne dilerseniz.” dedi.

Hayatında doğru dürüst bir sofra görmemiş olan Alaaddin;

” Bize içinde etli, tatlı ve sütlü ne varsa her şeyin bulunduğu bir sofra donat!”diye emretti cine…

Emir anında yerine getirildi.

Önlerinde sultanlara layık bir sofra hazır bekliyordu.

Annesiyle birlikte ilk defa böyle bir ziyafetin tadını çıkardılar. Karınlarını nefis yemeklerle iyice doyurdular. Böyle bir ziyafeti daha önce hiç tatmamışlardı.

O günden sonra cin her denileni yapmaya başladı…

Alaaddin ve annesi çok mutluydular. Sihirli lamba sayesinde her istekleri yerine geliyordu. Artık yoksulluk günleri geride kalmıştı.

Zamanla Alaaddin de büyümüş, uzun boylu ve yakışıklı bir genç olmuştu.

Annesi oğlunun iyi bir kızla evlenip yuva kurmasını istiyordu.

Bir gün Alaaddin pazar yerinden geçerken iki kişinin taşıdığı tahtırevanın içinde sultanın kızını görmüş ve ona âşık olmuştu. Eve gidince olanları annesine anlattı, annesi de oğlu için saraya gidip sultanla konuşmaya karar verdi.

Ertesi gün, annesi sultanın huzuruna çıkmak üzere içi eşsiz mücevherlerle dolu bir kutu hazırlamıştı. Mücevherlerle dolu kutuyu çok beğenen sultan, kadını huzuruna çağırttı.

Kadının sultanın yanına geliş nedeni anlaşılmıştı.

Vezir de sultanın kızı Yasemin ile uzun zamandır evlilik hayalleri kuruyordu.

Sultanı etkilemeli kızı da almalıydı!

Yoksa Yasemin elden gidecekti!

Vezir sultanı etkileyecek sözler söylemeye başladı.

Sultan vezirin söylediklerinden etkilendi. Alaaddin’in annesinden öyle  isteklerde bulunmalıydı ki, kızını vezirine verebilsin!

Sultan Alaaddin’in annesine:

Madem oğluna kızımı istiyorsun o zaman oğlunun zenginliğini ve gücünü gösteren bir armağanla huzuruma gel.” dedi ve ekledi:

“Eğer oğlun kızımla evlenmek istiyorsa, yarın bana kırk köle yollasın. Her köle, içi değerli taşlarla dolu küpler taşısın. Bu değerli hediyeleri korumak için de peşlerinden kırk asker gelsin.

Bunları duyan kadın üzüntüyle evine geri döndü.

Sihirli lamba bu kadar büyük bir isteği nasıl karşılayacaktı?

Sultanın isteklerini karşılamak çok zordu!

Biricik oğlunun arzusunu karşılayamama korkusu sardı içini…

Hayallerin Dansı devam edecek…

Kalın sağlıcakla…


*Lucius Annaeus Seneca: İspanya, Cordoba doğumlu MÖ 4 – MS 65 yılları arasında yaşayan Romalı düşünür, devlet adamı, oyun yazarı.
*Samuel Morse: 27 Nisan 1791- 2 Nisan 1872 tarihleri arasında yaşayan, telgrafı insanlığa kazandıran ABD’li mucit, portre ve tarih sahnesi ressamı.


NOT: Yazılarımı aynı zamanda aşağıya bağlantı adresini bırakacağım kişisel blogumda da görüntüleyebilirsiniz:

https://kuzyakabilisimtarihkultur.com/

YAZARLAR