Sait İNAN


HEP Mİ, DİP Mİ?

“Hep olmak” ya da “Dip olmak” gailesidir bütün bir yaşam…


                “Hep olmak mı, dip olmak mı?”. William Shakespeare çağımızda yaşasaydı “To be or not to be” yerine belki de bu soruyu sorardı. Çağdaş insanımızın kendine sorduğu bu soru neticesinde şekilleniyor eylemlerimiz. İlk bakışta birbirine zıt değilmiş gibi duran bu iki kavram, görmeye çaba ettiğimizde iki uç noktayı açıkça gözlerimizin önüne seriveriyor.  “Bakmak” ve “Görmek”… Evet… Edebilerin ve felsefilerin üzerinde ısrarla durdukları iki eylem… Fakat bunun üzerinde durmayacağım çünkü çağdaş insanımız ne baktığının ne de gördüğünün farkındadır zaten.

                “Hep olmak” ya da “Dip olmak” gailesidir bütün bir yaşam… Her şeyin farkında olduğunu zanneden çağdaş insanımız, genel-geçer rağbet gören her şeye onca tutunmuş ki “hayatın enleri” listesinde yer almak için yarışa koyulduğunun ve her sabah bunun için uyandığının farkında bile değil.

                Adeta herkes birbirinin fotokopisi… Giyim kuşam, yeme içme, üslup, zevkler, nefretler, duygular, … hepsi birbirinin kopyası.

                Her mekanda bangır bangır en son çıkan müzik parçasını defalarca başa sarıp sarıp kulakları kanarcasına dinlerken örnek vermek gibi olsun; Hacı Arif Bey’in “Olmaz ilaç sine-i sad pareme” eserini nostaljik ve modası geçmiş buluyorlar. Kabul ediyorum. Galiba günümüzde “sevmek”, nostaljik ve de modası geçmiş bir eylem. 

                Bu yıl modada hangi kazak bir numaraysa dört farklı rengini birden satın alıyor, moda olmayan diğerlerini rafa kaldırıp tekrar giymek için moda olacağı zamanı bekliyor.

                En çok okunan popüler yazarların kitaplarını indirimde olanlar reyonundan satın alıp kitap kapağını sosyal medyada paylaşmazsa olmaz tabii.

                İşte bu yazılanların, doğrusu yaşananların tamamı “Hep Olmak” gailesindendir. Oysa “Dip Olmak” öyle değildir. Dip yalnızlarındır ve yalnız “yalnız” olanlarındır. Hep söylerler zirveler tek kişiliktir derler. Oysa zirveler, HEP orada olmak isteyenlerle doludur, kalabalıktır.

                Bakalım “Dip”te neler var? Dipte tebliğ, dinginlik, esenlik, inziva, us ve kurtuluş vardır. Buzdağının görünmeyen yüzüdür dip.

                Alemlere rahmet olan Hz. Peygamber (sav), insanlığı büyük bir müjdeye hazırlarken müşriklerin zulmünden sığınmak için Hira’da, bir örümcek ağının ardında dipte idi.

                Döneminin en iyi edebi ürünlerini vermiş olan Hoca Ahmet Yesevi 63’ünden sonra dipte idi.

Bugün hastane, okul ve sanat merkezlerinin duvarlarını süsleyen tabloların ustası Van Gogh en güzel tablolarını yaptığında dipte idi.

                Koca Calut’u bir sapan ve yüce bir iman gücü ile yeren seren Genç Davud, dipte idi.

                275 kilogramlık mermiyi topun ağzına sürmekten başka bir çaresi kalmamış Koca Seyit kemikleri çatırdarken dipte idi.

                Bu dünyada duyulacak yegâne şeyi notalar olan Beethoven 9. senfonisini bestelediğinde yüzünü piyanosuna yaslamış, titreşimleri hissederken sağırdı ve dipte idi.

                Zekası ile alay edilen Albert Einstein atomu parçaladığında dipte idi.

                Yunus,  Hacı Bektaş’ın kapısına varıp buğday dilerken ona Tapduk Emre’nin eşiği gösterildiğinde dipte idi. Aynı Yunus o eşikten adımını dışarıya atıp Anadolu’nun tamamında nam saldığında dipte idi.

                Ülkesi ilhak edilmiş, vatandaşının yiyecek ekmeği kalmamış Mustafa Kemal, kurtuluş çarelerini ararken dipte idi.

                Gayrısı koca bir soru… Gerisi laf-ı güzaf.

                “Hep mi, dip mi?”

YAZARLAR