Vaiz Muharrem DEMİR


HİBE Gönüllü Bağış

"...Sevgili Peygamberimiz, hem insanlar arasındaki kardeşliği en üst düzeye çıkarmak, hem de fakir ve zengin arasındaki kaynaşmayı tesis etmek için diğerkâmlık, paylaşma, ihsan, vefa gibi erdemli davranışların yanında, karşılıksız bağış yapmayı da tavsiye etmiştir..."


               Bir yolculuk esnasındaydı. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, bindiği hırçın deveyi zapt edemi-yordu. Deve birden hızlanıyor ve ta kafilenin önüne geçiyordu. Devenin sahibi Hz. Ömer ise, biraz da kızarak oğlunun bindiği deveyi durduruyor ve onu tekrar arka tarafa sürüyordu. Bu durumu gören Peygamber Efendimiz, Hz. Ömer’e, “Bu hırçın deveni bana satar mısın?” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer derhâl, “Deve senindir ey Allah’ın Resûlü.” dedi. Ancak Peygamberimiz sözünü yineleyerek deveyi kendisine bedeli mukabilinde satmasını söyledi. Hz. Ömer de emre uydu ve deveyi sattı. Hz. Resûl, Abdullah’a seslenerek, “Ey Abdullah! Şimdi bu deve senindir. Artık ona istediğini yapabilirsin.” buyurdu. (Buhârî, Büyû’, 47) Abdullah bu duruma çok sevinmişti, artık bindiği deve onundu. Hem de çok sevdiği Resûlullah"ın kendine hibe etmesiyle devenin kıymeti bir kez daha artmıştı gözünde...

               Satın aldığı deveyi Abdullah’a hibe ederek onu sevindiren Allah Resûlü, bu hâdise ile kendisine bir şey bağışlanan kişinin, o şey üzerinde tam yetki sahibi olduğunu da beyan etmişti. Peygamber Efendimiz, aynı şekilde hicretin dördüncü yılında cereyan eden Zâtü’r-Rikâ’ Gazvesi’nden dönüş yolunda, Câbir b. Abdullah"ın yorgun düşen devesini kendisinden satın almak istediğini söylemiş, Medi-ne’ye vardıktan sonra ücretini ödemiş, hemen arkasından Câbir’e, “Para da deve de senindir!” demiş ve devesini ona hibe etmişti. ( Buhârî, Cihâd, 49)

               Hibe, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek bağışta bulunmak ve Allah’ın kendisine bahşettiği nimetleri, diğer insanlarla paylaşmaktır. Kişinin değişik vesilelerle malından bir kısmını başkalarına vermesi, çeşitli adlarla anılsa da, üzerinde ısrarla durulan önemli ibadet türlerindendir. Bu, bazen zekât şeklinde mecburî olabileceği gibi bazen de kişinin kendi isteğine bırakılmış olabilmektedir. İsteğe bağlı bağışlardan biri de, kişinin malını hayatta iken karşılıksız olarak başkasına vermesi anlamına gelen hibedir. Sadaka, hediye, atıyye, nıhle gibi “karşılıksız verme” anlamına gelen bütün kavramlar hibe olarak ifade edilebileceği gibi, her birinin daha dar, özel anlamlarının olduğu da söylenebilir. Örneğin, sadaka karşılıksız olarak Allah rızası için fakir ve ihtiyaç sahiplerine verilen mal için kullanılırken, hediye daha çok muhatap ile sevgi bağı oluşturmak, toplumsal bağları güçlendirmek yahut devletlerarası ilişkiler çerçevesinde diplomatik teâmüllere uymak gibi amaçlarla verilen mallar için kullanılmaktadır. Özel ayrıntıları ifade edebilmek için ayrı ayrı kullanılan bu kavramların bazı hadis rivayetlerinde kısmen birbirinin yerine de kullanıldığı görülmektedir.

               Sevgili Peygamberimiz, hem insanlar arasındaki kardeşliği en üst düzeye çıkarmak, hem de fakir ve zengin arasındaki kaynaşmayı tesis etmek için diğerkâmlık, paylaşma, ihsan, vefa gibi erdemli davranışların yanında, karşılıksız bağış yapmayı da tavsiye etmiştir. Nitekim kendisinden bir şey isteyeni asla geri çevirmemiş, yanında verebileceği bir şeyler varsa vermiş; yoksa başka zaman vereceğini söyleyerek isteyen kişinin gönlünü almıştır.

               Peygamberimizin dostları, “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.” ( Âl-i İmrân, 3/92) âyetinin gereği olarak ömürleri boyunca “verme”yi kendilerine şiar edinmişlerdi. Öyle ki, bu âyet indiğinde, Ebû Talha, “Ey Allah’ın Resûlü! Rabbimiz mallarımızdan dağıtmamızı istiyor. Seni şahit tutarım ki ben Beyrûhâ adlı bahçemi Allah yolunda verdim.” deyince Pey-gamberimiz (sav), “Bu ne kârlı bir maldır! Bu ne kârlı bir maldır!” diye onu takdir ettikten sonra bahçeyi onun akrabalarından fakir olan Hassân b. Sâbit ve Übey b. Kâ’b’a vermesini istemişti.

               Resûlullah (sav), maddî bakımdan rahatlatmak ve yakınlık kurmak için insanlara hibe verdiği gibi, onları İslâm’a yakınlaştırmak için de bağışta bulunabiliyordu. Bir defasında yanına gelen bir şahsa bu amaçla bir koyun sürüsü hibe etmiş ve onun kavmine ilâhî mesajı götürmesine vesile olmuştu. Aynı şekilde yeni Müslüman olan Hevâzin kabilesinin temsilcilerine savaş esirlerini hibe etmeye karar verip ashâbına da dileyenlerin esirleri hibe edebileceğini bildirmiş, böylece onların gönüllerini hoş ede-rek sevgilerini kazanmayı hedeflemişti.

               Peygamber Efendimiz, çeşitli nedenlerden dolayı bir şeyler isteyenlere de mal hibe ediyordu. Bedir Savaşı’ndan sonra Sa’d b. Ebû Vakkâs, elinde bir kılıçla Allah Resûlü"nün yanına gelip kılıcı kendisine hibe etmesini istemişti. Ancak Hz. Peygamber, “Bu kılıç ne senindir, ne de benim.” buyurarak ganimet mallarını taksimattan önce hibe edemeyeceğini bildirmişti. Bir müddet sonra, “ (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: Ganimetler, Allah’a ve Resûlü"ne aittir.” ( Enfâl, 8/1) mealindeki âyet nâzil olunca Allah Resûlü, Sa’d b. Ebû Vakkâs’ı çağırıp, “Sen istediğinde o kılıcı sana verme yetkisine sahip değildim, ancak şimdi bunu sana verme yetkisini aldım.” dedikten sonra kılıcı ona hibe etmişti. (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 8)

               Resûlullah, boynunda iz bırakacak kadar hırçın bir tavırla gömleğini çekiştirip sonra da kendisine bir şeyler verilmesini isteyen bedevîye bile şefkatle davranmış ve gülümseyerek ona bağışta bulunulmasını emretmişti. Ancak Huneyn ganimetlerinden kendisine de verildiği hâlde defalarca bunun artırılmasını isteyen Hakîm b. Hızâm’ı itidale çağırarak, büyük bir hırs ve açgözlülükle dünya malına tamah etmenin, insanın iç dünyasında yapacağı tahribata dikkat çekmişti.

               Sağlıklı iletişim içerisindeki bireylerden oluşmuş bir toplumun sosyal sıkıntıları çözme kabiliyeti daha fazladır. Bu nedenle Allah Resûlü Müslümanları birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermeye çağırır, “Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir.” buyururdu. (Müslim, Birr, 58) Çünkü gönülden yapılan bağış, bir ihtiyacı karşılamanın ötesinde, veren ve alan arasında sıcak bağlar kurulmasına vesile olarak toplumsal kaynaşmaya katkı sağlamaktaydı.

               Allah Resûlü bazen ashâbından varlıklı olanlara çağrıda bulunarak, onları kamuda ortak kullanılmak üzere hibeye teşvik ederdi. Hz. Osman’ın Rûme Kuyusu’nu satın alarak insanların ondan ücretsiz istifade etmelerini sağlaması, bu teşviklerin maksadına ulaştığını gösteriyordu. Bazen de ihtiyaç sahibi birisinin sıkıntısının giderilmesi için hibede bulunulmasını isteyen Allah Resûlü, “Kim darda kalan borçluya zaman tanırsa yahut (alacağının tamamını veya bir kısmını) borçluya bağışlarsa, Allah onu, başka hiçbir gölgenin (himayenin) olmadığı kıyamet gününde kendi arşının gölgesinde (himayesinde) gölgelendirecektir.” (Tirmizî, Büyû’, 67) buyuruyordu.

               Hz. Peygamber, aynı zamanda hibenin şeklini ve sınırlarını da açıklamıştır. Bu bağlamda her şeyden önce, kişinin kendi ailesini ve çocuklarını düşünmeden malının hepsini hibe etmesinin doğru bir davranış olmadığını vurgulamıştır. Sa-hâbeden Tebük savaşından geri kalıp da pişman olan ve tevbe eden Kâ’b b. Mâlik de tevbesi kabul edildikten sonra Kutlu Nebî’ye gelip, “Allah Teâlâ’nın tevbemi kabul etmesine karşılık bütün malımı Allah ve Resûlü’ne hibe etmek istiyorum.” deyince Kutlu Nebî, “Hayır, malının bir kısmını kendine bırakman daha hayırlıdır.” (Buhârî, Vesâyâ, 16) buyurmuştu. Böylece Hz. Peygamber, bir yandan bağış yapmaya teşvik ederken, öte yandan bunun sınırının ne olması gerektiğini de öğretiyor, kişiyi, bağış yapmadan önce sorumlu olduğu aile bireylerini düşünmeye sevk ediyordu.

 

               Hibenin esas itibariyle insanlar arasında sevgi, dostluk ve yardımlaşmayı teşvik eden ve geliştiren hoş bir davranış olduğu dikkate alınarak, bu güzelliği gölgeleyecek her türlü tavırdan kaçınmak gerekir. Bu konuda sık karşılaşılan bir durum olarak, çocuklar ve aile bireyleri arasında adalet gözetilmeksizin yapılan hibelerin yol açtığı tatsızlıklara dikkat çekilebilir. Anne ve babaların sağlıklarında çocuklarına yaptıkları hibede, onlar arasında adalete riayet etmeleri, her şeyden önce Resûl-i Ekrem’in uygulama ve tavsiyelerinde yer alan bir husustur. O (sav), anne ve babanın, çocuklarına hibede bulunduklarında âdil davranmaları gerektiğini; bir çocuğuna hibede bulunup diğerlerini bundan mahrum bırakmamaları gerektiğini ısrarla vurgulamıştır. Nitekim sahâbeden Beşîr b. Sa’d, oğlu Nu’mân’a malından bir kısmını hibe etmiş ve Peygamber Efendimizi buna şahit tutmak istemişti. Hz. Peygamber ona, “Öteki çocuklarına da bunun benzerini bağışladın mı?” diye sormuş, “Hayır.” cevabını alması üzerine ise, “Allah’tan korkun, çocuklarınız arasında adaleti gözetin!” buyurarak, Beşîr’den yaptığı hibesinden geri dönmesini istemişti. O da diğer çocuklardan ayrı olarak sadece Nu’mân’a ettiği hibeden vazgeçmişti. (Buhârî, Hibe, 12-13) Bu bağlamda İslâm âlimleri de, evlâtlar arasındaki bağış ve hediyede, cinsiyet dâhil herhangi bir ayrımcılığa gidilmemesi noktasında uyarılarda bulunmuşlardır.

               Yapılan bağıştan geri dönülmesini de yasaklayan Resûlullah (sav), bağışlananın eline geçmesinden sonra, her ne sebeple olursa olsun bağışın geri alınmasının ne kadar çirkin ve kötü bir iş olduğunu anlatmak için ağır bir benzetmeye başvurmuş, hibesinden dönen kimseyi, kusup da sonra dönerek kusmuğunu yiyen köpeğe benzetmiştir. Yaptığı hibeyi bedeli mukabilinde geri almak isteyen Hz. Ömer’i de bu davranışından şiddetle menetmişti. Hz. Ömer, cihad etmesi için adamın birine bir at bağışlamıştı. Daha sonra adam o atı satmak istemişti veya atın bakımını iyi yapamamıştı. Hz. Ömer de parasını verip atı geri almak istedi. Durumu Hz. Peygamber’e danıştı. Resûlullah onu bundan menederek şöyle buyurdu: “O, bu atı sana bir dirheme verse dahi satın alma. Çünkü hibesine dönen kişi, kustuğu şeyi yemeye dönen köpeğe benzer.” ( Buhârî, Cihâd, 137)

 

               Sonuç olarak hibe; hediye, sadaka, vakıf gibi karşılığını Allah’tan bekleyerek yapılan ba-ğışları ifade eden genel bir kavramdır. Hibenin, bağışlayan ve bağışlanan açısından insanî ve ahlâkî bakımdan nasıl olması gerektiğini ise Peygamber Efendimizin sünneti belirlemektedir.

 

               Kaynak: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR