Vaiz Muharrem DEMİR


HİCRET-2


               Peygamberimiz (sav) ve Hz. Ebû Bekir, mağarada üç gün saklandılar. Bu süre zarfında Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah da her gece onlarla birlikte kaldı. Zeki bir genç olan Abdullah, karanlık basınca mağaraya geliyor ve Kureyşlilerin plânlarını Resûlullah ile babasına haber veriyordu. Herhangi bir şüphe uyandırmamak için de seher vakti yanlarından ayrılıyor, geceyi Mekke’de geçirmiş gibi Kureyşlilerle birlikte sabahlıyordu. Hz. Ebû Bekir’in kölesi Âmir b. Füheyre ise mağaraya yakın bir civarda koyunlarını otlatıyor, akşam vakti biraz geçtikten sonra onlara süt getiriyordu. 

               

               Allah Resûlü’nü öldürmek üzere evini basan fakat onu bulamayınca tuzaklarının boşa çıktığını anlayan müşrikler, Hz. Ali’yi ve Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ’yı sıkıştırmışlar ama kendilerinden bir şey öğrenememişlerdi. Bunun üzerine Mekke’nin en iyi iz sürücülerini yanlarına alarak Peygamberimizi (sav) aramaya başladılar. İzler onları Sevr mağarasına doğru götürüyordu. Bir ara müşrikler mağaraya o kadar yaklaşmış lardı ki Hz. Ebû Bekir telaşlandı ve “İçlerinden birisi eğilip baksa bizi görür!” dedi. Peygamber (sav) de ona, “Yâ Ebâ Bekir, üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun?” (Buhârî, Fedâilü ashâbi’n-nebî, 2) diye karşılık verdi. Müşrikler, mağaranın ağzına kadar geldikleri hâlde içerisine bakmadan dönüp gittiler. Çünkü Allah, bu iki yolcuyu görünmez ordularla destekleyerek korumuş, onlar da bakmadan geçip gitmişlerdi. 

 

               Cenâb-ı Hak, işte böyle bir anda Elçisi’nden yardımını esirgememişti. Kur’ân-ı Kerîm’de bu sahne şöyle anlatılmaktadır: “Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada iken o, arkadaşına, "Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir." diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/40) 

 

               Sevr mağarasında geçen üç geceden sonra Rebîülevvel ayının dördünde pazartesi sabahı güneşin ilk ışıklarıyla birlikte kılavuzları Abdullah b. Uraykıt, onları alıp Mekke’nin alt tarafından geçirerek sahil yoluna götürdü. Muhtemelen bu yolu, sıkça kullanılan kervan yolu yerine daha az tercih edilmesinden dolayı güvenli olacağını düşündükleri için takip etmişlerdi. Üzerlerine doğan güneşi fark edemeyen Mekkeliler, âlemlere rahmet olan bir hazineyi ellerinden kaçırıyorlardı.

 

               Yolculuk kızgın güneş altında kâh vadilerden kâh tepelerden geçilerek devam ediyordu. Bu sırada hicret yolcularının Ümmü Ma’bed, Evs b. Hucr gibi yardımsever ve misafirperver kimselere rastlamaları bir nebze olsun sıkıntılarını gidermelerine vesile olmuştu. Fakat bazen de müşrikler tarafından onları bulana vaad edilen ödül nedeniyle kendilerini takip eden ve zor anlar yaşatan kimselerle karşılaşıyorlardı. Bunlardan Peygamber Efendimize ve Hz. Ebû Bekir’e en çok yaklaşma fırsatını elde eden ise Sürâka b. Mâlik idi. Fakat onları yakalamak üzere yaptığı her hamlede atı kuma saplanmış, kendisi de yere düşmüştü. Bu durum karşısında dehşete düşen Sürâka, sonunda Resûlullah’tan af diledi ve ne ihtiyaçları varsa gidereceğini söyledi. Peygamberimiz ise onun yardım teklifini kabul etmedi, ondan yalnızca yolculuklarını gizlemesini istedi. Bunun üzerine Sürâka, Allah Resûlü’nün affına karşılık, arkadan gelecek olanları bırakmayacağına dair söz verdi ve sözünden de dönmedi. 

 

               Medine’ye doğru yol alırken Cuhfe’ye geldiklerinde Allah Resûlü’nün gönlüne doğup büyüdüğü, ilk tebliğini yapmış olduğu yerden, Allah’ın evi Kâbe’den ayrılmanın hüznü düşmüştü. Sevgili Elçisi’nin özlemini ve hüznünü bilen Rabbi bunun üzerine ona, “dönülecek yere” yani Mekke’ye tekrar döneceğini müjdeledi. 

 

               Mağaradan ayrılışlarının üzerinden sekiz gün geçmişti. Kubâ’ya varmadan önceki en son tepeye ulaştıklarında, önlerinde Peygamber Efendimizin rüyasında gördüğü hicret yurdu Medine şehrinin yeşillikleri uzanmaktaydı.

               

               Peygamberlerinin yola çıktığını haber alan Medineli Müslümanlar, her gün Hârre denilen yere sabahleyin güneş doğmadan gelerek sıcak bastırıncaya kadar ufku gözetliyorlardı. Ancak beklenen Nebî, henüz teşrif etmemişti. Rebîülevvel ayının sekizi, bir pazartesi günüydü. Yine saatlerce süren bekleyişten sonra öğle sıcağında evlerine dönmekte olan Medineli Müslümanlar, kafileyi gören bir Yahudi’nin, “Ey Araplar! İşte beklemekte olduğunuz önderiniz!” diye haykırışıyla tekrar toplandılar. Silahlarını kuşanarak hemen Peygamber’i (sav) karşılamaya koştular. Efendimizin teşrifi Müslümanları büyük sevince boğdu. Kimileri evlerinin damına çıkmış, kimileri de yollara dökülmüş, âlemlere rahmet olarak gönderilen Nebî’yi karşılıyorlardı. Kadınlar ve çocuklar hep bir ağızdan,

“Veda tepelerinden dolunay doğdu bize!

Allah’a çağıran bir davetçi oldukça,

Şükür etmemiz gerekir hâlimize!” diye şiirler okurlarken kimileri de mızrakları ile sevinç gösterisinde bulunuyorlardı. 

 

               Allah Resûlü Kubâ’da Amr b. Avfoğulları’ndan Gülsüm b. Hidm’in evinde bir müddet misafir olarak kaldı. Bu süre içerisinde Kubâ Mescidi inşa edildi. Bu arada Hz. Ali de Resûlullah’a yetişti. Peygamberimiz birkaç gün sonra Medine’ye hareket etti. Rânûnâ vadisine gelindiğinde Sâlim b. Avfoğulları’na cuma namazını kıldırdı. Bu, onun Medine’de kıldırdığı ilk cuma namazıydı. Allah Resûlü namazdan sonra Medine’ye ulaştı. Erkekler ve kadınlar evlerin üstlerine çıkmış, çocuklar ve hizmetçiler yollara dökülmüşlerdi. “Yâ Muhammed! Yâ Resûlallah!” nidalarını coşkuyla haykırıyorlardı. Nitekim Enes b. Mâlik, o günkü sevincini şöyle ifade etmekteydi: “Ben, Resûlullah’ın Medine’ye girdiği günden daha güzel ve daha parlak bir gün görmedim.” 

 

               Herkes Allah’ın Sevgili Elçisi’ni misafir etmek için can atıyor ve bu nedenle birbiriyle tartışıyordu. Hz. Peygamber, kimseyi kırmamak için devesi Kasvâ’nın serbest bırakılmasını istedi ve o nerede çökerse oraya misafir olacağını söyledi. Sonunda Kasvâ, hurma serip kurutulan ve Neccâroğulları’ndan Sehl ve Süheyl adlı iki yetim kardeşe ait olan bir yerde çöktü. Bunun üzerine Resûlullah, evi oraya en yakın kişi olan Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye misafir oldu. Mescidi inşa edilene kadar da onun evinde kaldı. 

               İşte bu kutlu göçün adıydı hicret.

KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM

YAZARLAR