Ahmet İNCE


İNSAN NE KADAR HÜRDÜR?


Kölelik düzeni, artık çok eski devirlerde kaldı. İnsanın emeğini, ruhunu, hareket kabiliyetini boyunduruk altına alan idare biçimleri ve iktidar sahipleri de eski devirlerde kaldı. İnsanın hürriyeti, yaşadığı toplumun kanunları vasıtasıyla bir şekilde teminat altına alınır. Günümüz toplumlarına bu yönüyle bakıldığında, insanların hür olduğunu söyleyebiliriz.

            Buna rağmen, insan gerçek anlamda hür müdür? Soruyu bir başka yönüyle sormak isterim: Hür olduğunu zanneden insan, aslında adı konmamış bir esaret mi yaşıyor?

            Eski kölelik düzeni geride kaldı derken; modern zamanların yeni kölelik düzeninde, insanın hürriyetini kaybetmesi hep kafamı kurcalamıştır. Zira hür olduğunu zanneden insanların, eskisinden beter bir esarete düşmesinin, anlaşılabilir bir tarafı olması olmalıdır.

            Bunu araştırıyorum.

            Paraya, servete, güç ve iktidara tapınanlar bir tarafta. Onlara kul olanlar da öbür tarafta. Kula kulluk edilen bir düzende, insanın hür olması mümkün müdür? Kula kulluk yapılan bir düzende; hak ve hukuk arızalıdır, liyakat sancılıdır, vicdan gölgelidir.

            O zaman şu soru akla geliyor: Nedir hürriyet, nedir insanın hür olması?

            Sizi sıkmadan, konuya girmek istiyorum.

            Bakara suresinin 186. ayeti; düşünen, akıl yoran ve tefekkür edenler açısından çarpıcı bir ayettir. Müthiş şekilde insanı titreten ve bir o kadar da mest eden bu ayete geçmeden önce, birkaç şey söylemeliyim.

            Bakara suresinde, 183 ile 187 arasındaki ayetler oruçla ilgilidir. Toplam 5 ayetin dışında, Kur’an’da oruçla ilgili başka ayet yoktur. 186. ayet direkt oruçla ilgili olmamasına rağmen, araya girmiştir.

            Kur’an araştırmalarında benzer durumu, diğer konularda da gördüm. Mesela bir konu üzerinde iki ayet ardı ardına anlatılırken, üçüncü ayet farklı bir konuda geliyor. Bir anda ne alaka diyorsunuz. Fakat bütünlük içinde okuduğunuzda, öyle olmadığını anlıyorsunuz. Bu anlatım, Kur’an’ın örneği olmayan muhteşem üslubundan kaynaklanıyor.

            Dünyanın hiçbir eğitim sisteminde, Kur’an’daki gibi bir öğrenme ve öğretme metodu bulunmuyor.

            Bakara 183, 184, 185 ayetleri oruçla ilgili hükümleri ardı ardınca veriyor. Sonra hiç ilgili görünmeyen 186. ayet geliyor. Bir anda şaşırıyor gibi oluyorsunuz. Ama bu ayeti diğer 4 ayetle birlikte okursanız, önünüze muazzam bir hakikat çıkıyor.

            Şimdi o ayeti veriyorum:

            “Kullarım sana beni sorarlarsa, ben onlara yakınım. Beni yardıma çağıranın çağrısına cevap veririm. Onlar da benim çağrıma cevap versinler ve bana güvensinler ki olgunlaşabilsinler.” (Bakara, 186)

            Ayet, “kullarım” hitabıyla başlıyor. Bir merhamet, bir şefkat hissi vermiyor mu? Şefkat ve merhametten daha yakın ne olabilir insana? Merhametiyle ve şefkatiyle bize yakın olan kim? Elbette Rabbimiz. Bize yakınlık mesafesi nedir diye merak edersek, cevabını yine bir başka ayette buluruz. “Allah bize şah damarımızdan daha yakındır.”

            Sahibimiz O. Biz kuluz. Kulluk yalnızca Ona’dır. İnsanın bu bilgiye ulaştıktan sonra, hayatını buna göre tanzim etmesi imanın baş hakikatidir. Yalnızca Rabbine kul olmanın şuuruna varanlar; ancak Ona ibadet eder, ancak Ona kulluk eder, ancak Ondan yardım diler, ancak Ona sığınır.

            İşte böylelerinin çağrısına yani yardım talebine, Allah mutlaka karşılık verir. Zira Rabbimizin çağrısına; bu iman hakikatiyle kullar da cevap vermiştir. Yeryüzünde bunun örneği olacak bir sözleşme yani akit yoktur. Kanun ve yönetmelik yoktur.

            Rabbimiz; ‘merhameti ve şefkatiyle’ bize ‘şah damarımızdan daha yakın’

            Kul, Rabbinin çağrısına kulak verip, gereğini yapıyor.

            Bundan daha muhteşem bir güven duygusu olabilir mi? Dünyadaki bütün güven duyguları alt üst olabilir. Allah ile kul arasındaki güven duygusu, zerre miskal sarsılmaz.

            Dolayısıyla bu ayet bize şunu anlatıyor. İnsanın gerçek hürriyeti, Rabbine kul olmasıyla gerçekleşir. İnsan, Rabbinin emrettiği şekilde kul olabilirse, her türlü kula kulluktan kendisini kurtarır. Zira emsalsiz bir sözleşmenin tarafıdır. Zira eşi görülmemiş bir güven duygusuna sahiptir. Ve daha harikuladesi, bu sayede olgun bir insandır.

            Günümüzde tarikat, cemaat yapılanmaları içinde olanlar kime kulluk ediyor acaba? Ayetlerin bu kadar açık hükmüne rağmen, aracılara sarılıp medet umuyor. Şirk batağının içinde Rabbiyle arasına aracı koyup, Allah’tan başkasına kulluk eder hale geliyor.

            Mevki, makam ve güç ve iktidarı kutsayanlar, aslında neye kulluk ettiklerinin farkına varamıyor. Onlar statülerine kulluk ederken, aciz kullarda onlara kulluk ediyor. Bu yüzden ideolojik, siyasi ve dini yapılar; kendilerine kulluk edilecek bir hüviyet kazanıyor.

            Para, servet ve zenginlik bugün itibarıyla insanların en büyük övünç vasıtası değil mi? Servetine, zenginliğine kulluk edenlerle dolu bu dünya. Hâlbuki onların cümlesi, bu dünya hayatında insanın sınanması içindir. İnsanın sınandığı konulara kulluk eder hale gelmesi, ne hazindir.

            Şu ayete dikkat çekmek isterim.

            “Mallarınız ve evlatlarınız sadece sınanmanız içindir; büyük armağan Allah’ın yanındadır. Ne kadarına gücünüz yeterse o kadar Allah’tan çekinin. Dinleyin; itaat edin, kendi iyiliğiniz için infak edin. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa umduğunu bulur. Allah’a güzel bir ödünç verirseniz, O onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar, Allah iyiliği karşılıksız bırakmaz ve yumuşak davranır.” (Teğabun, 15)

            Servetlerini biriktirip, ona kulluk edenlerin durumunu Kur’an şöyle anlatıyor:

            “Altını ve gümüşü kasalarda saklayıp, Allah yolunda infak etmeyenleri can yakıcı bir azap ile müjdele.” (Tevbe, 34)

            Servet ve zenginlik kendisine kulluk edilecek bir şey değildir. Böyle olursa çok tehlikelidir. Bu tehlikeyi Kur’an açıklıyor:

            “Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Güzel davranın. Allah güzel davrananları sever.” (Bakara, 195)

            Bütün mesele Allah’ın çağrısına kulların cevap verebilmesidir. Çünkü Allah kullarına yakındır. Kul cevap verdi mi, gerisi Allah’a aittir. Tıpkı şu ayette olduğu gibi:

            “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren bir taneye benzer. Her başakta yüz tane vardır. Allah, hayra harcayana kat kat verir. Allah’ın imkânları geniştir, her şeyi bilir.” (Bakara, 261)

            Ne kadar hürüz?

            Bakara 186. ayete bakıp bir değerlendirme yapalım.

YAZARLAR