Mehmet Emin BAKAR


İNSAN VE DAĞ

"...Muhayyel çok kez bir dağ ile karşılaştığımda sohbet eder, üzerinde koruduğu ufak çiçekleri merak ederdim. Yoksa neden bu kadar keskin ve acımasız görünürdü dağlar! Mutlak özel bir sebebi var diye bilirdim. İnsanoğluna çok uzak ama çok da yakın; saygı denen bir diyarda, kıvılcım denen bir dağ ile karşılaştım. Kıvılcım denen bu dağ ile uzun bir süre dertleştik, sohbet eyledik..."


Doğa sonuna kadar faydalanılacak

bir şey miydi?

Yoksa korunması mı gerek…

Belki anlaşabilirdik.

Konuşabilseydi doğa, belki…

Konuşmamış mıydı daha önce

Belki de biz duyamamıştık.

                “Şehrin insan çatlatan gürültüsü olmasa, belki de birbirimizi duyardık,” dedi insan.

                Duvarın önünde bu düşüncelerle hırpalanıyordu insan. Bir gözü ile duvardaki dağ manzaralı tabloya bakarken; bir gözü ile boynuna ip bağlayıp serbest bıraktığı ruhunun, tavanda daireler çizmesini seyrediyordu.

                Bu sene yaz çok sıcaktı. İnsanın ipi tuttuğu elleri terliyordu. Sandalyesi gıcırdıyor, dudakları titriyordu…

                BIRAK!

                Beyninin kıvrımlarından, serin bir sel gibi akan bu ses “BIRAK!” dedi. Bıraktı insan.

                Eğer bırakmasaydı, boynuna geçirdiği ip ruhu boğacaktı. Özgür kalan ruh önce insanın duvarından sonra dağ manzaralı tablonun içinden süzülerek geçti.

                Modern insanın doğaya muhayyel yolculuğu böyle başlamıştı. Bizler çok kez yapay doğalarda dolanır, kaybolmaya çalışırız çünkü insan gerçek doğadan 

                Biraz uzaklaşmak korkutucu gelir bize. Sanki gürültülü şehirler masummuş gibi…

                Cinayetler, trafik kazaları, korna sesleri, yüksek yüksek yapılar, çalınan zaman ve kalın duvarlar…

                Bu kadar kötü şeyin arasında kalmak modern insana güven veriyormuş ve insan yine yanılıyormuş gibi…

                İlk adım:

                Muhayyel yolculuğumun ilk adımında duvarımın hemen ötesinde ayakkabılarımı çıkardım. Biraz ilerledim, güneşle karşılaştım; içim ısındı ağaçları selamladım. Bir derenin ikramından su içtim. Devam etti yolum; bir büyük düzlük, bin dağ eteği gezdim, eteklerine oturup sohbet eyledim. Geçmişe gittim, geleceği bildim, bin diyar gezdim. Çok şey öğrendim.

                Muhayyel çok kez bir dağ ile karşılaştığımda sohbet eder, üzerinde koruduğu ufak çiçekleri merak ederdim. Yoksa neden bu kadar keskin ve acımasız görünürdü dağlar! Mutlak özel bir sebebi var diye bilirdim.

                İnsanoğluna çok uzak ama çok da yakın; saygı denen bir diyarda, kıvılcım denen bir dağ ile karşılaştım. Kıvılcım denen bu dağ ile uzun bir süre dertleştik, sohbet eyledik.

                Diyalog:

                - Bre ne saklarsın üzerinde?

                - Öğrenmek istemezsin sen insanoğlu, dön geriye!

                - Çok dağ gördüm çok dost eyledim bre kıvılcım bu öfken nedendir?

                Dağın öfkeli olduğunu anlamıştım. Amacım onu kızdırmak değil, sadece derdini öğrenmekti.

                - (Dağ) İnsanoğlu konuştun da ne iyi eyledin, sorarım sana bunca dağları oyup da ne eyledin, niyetin ne idi bunca dostumu yok eyledin.

                - Kıvılcım haklısın insanoğluyum ben. Bu diyarlara insan olmaya geldim ben. Kimi dağlar gördüm öfkesinden ağzından alev atar, kimi karpuz gibi çatlar. Kimi dağlar gördüm birbirine kavuşamayan, göz göz ağlayan…

                Bre öfkesi taşını keskinleten.  Koca dağlar gördüm, Ufak çiçekleri başının üstünde taşıyan. Amacım zarar vermek değil. Merak ederim ne var tepende?

                - (Dağ) Tıknaz denen bir diken taşırım. İnsanoğlunun hoşuna gitmez. Çokları bu nedir ne işe yarar dedi. Çokları zararlıdır diye yoluverdi. Birçoğu dikkat bile etmedi ezdi.

                - Derdini anlarım. Öfkeni de anlarım. Ama şunu bil tüm insanoğlu aynı değildir. Kimi çok düşünür, dünyaya neden geldiğini bile bilmez. Kimi düşünmeye bile cüret edemez. Kimi az insan “yaradılanı sever yaradandan ötürü” diyeceğim o ki öfken yersizdir.

                - (Dağ) öfkelenme dersin insanoğlu ne edeyim, nasıl sevdiğimi koruyabileyim.

                Kıvılcım denen bu dağın sualine cevap veremedim. Naçizane görevi ufak bir dikeni korumak olan bu dağa siz nasıl cevap verirdiniz?

                Ben içimden sessizce umut diyebildim. Herkesin düşünceli davrandığı, doğadaki hiçbir şeyin gereksiz olamadığını anladığı bir dünya umudu.

“Yaradılanı sevdim yaradandan ötürü”

 

BAYRAMINIZMÜBAREK OLSUN.

YAZARLAR