Ahmet İNCE


İTİBAR VE TASARRUF!!


               Yıllar önce Mehmet Şimşek, aynı görevdeyken şöyle demişti: “çatı akıyor”. Aradan yıllar geçti, şimdi yeniden görevde. Ancak çatı akmaya devam ediyor ve durum son derece nazik. Enflasyonla baş edilemiyor. Bütçe açık, cari denge bozuk, dış ticaret açık, ödemeler dengesi kaygı verici ve elbette dahası ve dahası..

               Gelir adaletsizliği had safhaya çıkmış. Geçim işkenceye dönmüş. İmalat sanayisinde kaygı verici gerileme var. İşsizlik hızla artıyor. Bazı sektörler yurt dışına çıkıyor. Tarım çökme noktasına gelmiş. Piyasalar alev alev yanıyor. Karşılıksız çek ve senet miktarlarında patlama var. Vatandaş kredi kartlarına sarılmış, borç batağının içinde kıvranıyor.

               Dahasını saymaya gerek görmüyorum. Bu tabloda gündeme gelen ne? Elbette tasarruf. Öncelikle devlet tasarruf yapacak. Açıklanan tasarruf paketi, bugünkü duruma ilaç olmaz. Olmadığı da ortada. Devletin daha fazlasını yapması lazım. Ama yapmıyor.

               Deniyor ki itibardan tasarruf yapılmaz.

               Tasarruf ve itibar kavramlarını, bugüne ait mi sanıyorsunuz. Bunun hem tarihi geçmişi ve hem karakteri var. Aslında dün ve bugün arasında bir fark yok. Bunu anlatmak istiyorum.

               Tanzimat’ın önemli isimlerinden, Keçecizade Fuat Paşa’dan bahsetmek istiyorum. Üstat Cemil Meriç, onun için şöyle diyor: “Kaht-ı ricalden (Devlet adamı eksikliğinden) bahsederiz. Fuat Paşa gibilerinin kıymetini bilebildik mi?”

               Özelliklerini buraya yazsam, sayfa dolar. Fransa imparatoru 3. Napaolen onun için şöyle demişti: “Hiçbir mevzu yoktur ki onu Fuat Paşa kadar zarif ve veciz anlatabilen bir diplomat, dünyanın başka bir yerinde bulunabilsin..”

               Fransa Başbakanı Mantauban da, Fuat Paşayı şöyle anlatmıştı: “Corneille kadar haş-metli, Racinne kadar zarif, Moliere kadar nüktedan.. Onun yanında Fransızca konuşmaktan adeta sıkılıyorum. Bir hatamı zarif bir nükte ile hatırlatacakmış gibi geliyor..”

               Sultan Abdülaziz’in 46 gün süren Avrupa seyahatinde, Fuat Paşa Hariciye Nazırı olarak yer aldı. Fransa’daki gelişim ve ihtişam, Sultanın gözlerini kamaştırdı. Dönüşte Fuat Paşaya sordu: “ Frenklerin bizden ileri olmalarının sebebi nedir?”

               Fuat Paşa günlerdir bu soruyu bekliyordu. Sözünü sakınmaz ve çekinmezdi. Şöyle cevap verdi:

               “Haşmetmeab! Memalik-i şahaneniz Avrupa’nın sahip olduğu tabii zenginliklerden kat be kat üstündür. Türkiye halkı daha zeki ve daha vefakâr, sabırlı ve merttir. Avrupalıların sahip olduğu meziyetlere sahiptir. Yalnız bizim halkımız maariften mahrumdur, ümmidir. Çalışma imkânı bulamıyor, imar ve ümran mahkûmuyuz.

               Bunlardan kurtulabilmek için takip edilecek yol, ancak meşveretle, tebai şahaneleri içinden en layık olanlarını, bir meclis halinde toplayıp, onlara yetki ve sorumluluk vermekle olur. Avrupa terakkisi, memleket içindeki idare tarzı ne olursa olsun, bu temelden ilham alınmasında ve ilim - irfana kıymet vermesindedir. İLK YAPILACAK ŞEY, BÜTÇE MUVAZENESİ VE İSRAFIN MEN’İDİR. Devlet imar ve ıslahata ancak bu suretle muktedir olabilir.”

               Fuat Paşa bu konuşmasını Sadrazam Ali Paşa’ya anlatır. Onlara göre yapılması gereken; hazine açığının kapatılması için, eldeki altın ve gümüşlerin darphaneye gönderilerek para haline getirilmesi, borçların faizlerinin ödenmesi, başlatılan demiryollarının tamamlanması, yeni mekteplerin açılması idi. Bu hamiyet ve feragat yarışı, ancak Padişahın liderliğinde başarılı olabilirdi.

               Neticede; Sultan Abdülaziz’in israflarına karşı çıkılması, Nazırlar Meclisinde kabul edilir. Ama Padişaha gerekli tedbirleri kim söyleyecektir? O gün Fuat Paşa, Ali Paşa birlikte saraya giderler. Sultan Aziz, Harem-i Hümayun’un para sıkıntısı içinde olduğunu söyler.

               Görüşmenin sonraki safhasını, Charles Mismaire’nin ‘Soirees Constantinople’ (İstanbul Geceleri) isimli eserinden dinleyelim:

               “Fuat Paşa şöyle der: ‘Sevketmeab! Büyük amcanız şehit Selim Han, hazine boş ve Ordu ve Donanma için akçe şart olduğunda, Saraydaki altın ve mücevherleri darphaneye göndermişti. Bugünkü şartlar daha ağırdır. Fedakârlık numunesi mülk-ü milletin sahibinden gelecektir.”

               Azametli ve aşırı alıngan Sultan Aziz, kaşlarını çatar ve şöyle der: ‘Yani Paşa, Sultanların su içtikleri altın tasları darphaneye gönderip, onlara bakır tas mı verelim dersin..’

               Fuat Paşa hiç çekinmeden, şu cevabı verir: ‘ Padişahım, maazallah bir inhilal olup da, ortamızda Zat-ı Melukaneleri, çaresiz ve perişan, Konya ovalarına doğru çekilirken, hanım sultanlar bu altın taslarla ayrılık çeşmesinden su mu içecekler..’ “

               150 yıldır devam eden bir hikâye bu. Enflasyonlarla, devalüasyonlarla boğuşan bir milletiz. Ortalama 20 yılda bir araç teker patlatıyor. Bunun tarihi kökenleri var. Sermaye gücümüz yeterli değil. Tasarruf yapamıyoruz. Değişen dünyada rekabet gücümüz son derece sınırlı. Baş edemediğimiz bir döviz sorunuyla boğuşuyoruz.

               Bir devletin itibarı parasıyla, ekonomisiyle ölçülür. Paran, para değilse, ekonomin hep çalkantılıysa, itibardan bahsedebilir misin?

               İtibar ve tasarruf tartışmaları bugüne ait bir şey değil. 1,5 asırdır benzer kavramları konuşuyor ve tartışıyoruz.

               Önce devlet azami biçimde tasarrufa gidecek. Bu ayan beyan görülecek ve vatandaşta buna eşlik edecek. Vergi yüklemeleriyle, bugünkü ağır tablodan çıkmamız mümkün değil.

YAZARLAR