Ahmet İNCE


KABİR AZABI VAR MI???


               Geleneksel din anlayışımıza göre; öldükten sonra bir kabir hayatının varlığından bahsedilir. Kimisinin kabri cennet bahçelerinden bir bahçe, kimisinin ki cehennem çukurlarından bir çukurdur. Samimi Müslümanlar arasında; kabir hayatım ne olacak korkusu, ciddi bir soru işaretidir.

                Bu konuyu niye yazıyorum?

                Birincisi; inanış ve itikat olarak, Müslümanlar büyük bir çıkmazın içine sokulmuştur. Bunun kadar vahim olan ikincisi ise, konunun ticari ve sosyal bir statü olarak kullanılmasıdır.

                Kabirdeki halim nice olur diye acze düşen Müslümanlar, asırlardır din tüccarlarının ve din simsarlarının kucağına oturmuştur. Kabir sualinde yanında olacağım diyen şeyhler, pirler, ulular, insanların parasını ve emeğini hep sömürmüşlerdir.

                Vatandaş ne yapsın? Camilerde anlatılır. Yarım yamalak hocalar tarafından anlatılır. Kur’an’ı kendinden uzaklaştırmış, Kitap ve hikmetten yoksun bir Müslümanlığın geldiği nokta, aslında büyük bir dramdır.

                O zaman,  can acıtıcı soruyu sormak istiyorum: Kabir azabı var mı?

                Bugüne kadar, gösterilen kaynakların tamamı uydurma hadis üzerinedir. Kur’an’dan yapılan tek alıntı, Mümin suresinin 46. ayetidir. Bu ayetin anlamını anlayamadıkları için, anlamak istedikleri şekilde anlam vermişlerdir. Kabir hayatı vardır diyenlerin ve bunu topluma kabul ettirenlerin, Kur’an’dan gösterebildiği tek bir delil yoktur.

                İşin garip tarafı; Kur’an’ın söylemediğini, Muhammet Aleyhnisselama söyleterek büyük bir vebalin altına girmişlerdir. O resul, Kur’an’ın bildirmediğini, var diye insanlara bildirir mi?

                Kabir azabı var mı? yok mu? Kur’an ışığında anlatacağım. Zira Kur’an şöyle diyor: “Size bir kitap indirdik; ihtiyacınız olan bilgiler ondadır. Aklınızı kullanmayacak mısınız” (Enbiya, 10)

                Aklı kullanarak, Rabbimizin emrettiği şe-kilde ihtiyacımız olan bu bilgiyi Kur’an’da bulanlardanım. Bu yazı bittiğinde; kabir azabı var mı yok mu, rahat biçimde kararı siz vereceksiniz.

                Öncelikle; Kur’an daima iki durumdan bahseder. Dünya hayatı ve ahiret hayatı. Hiçbir ayette, üçüncü bir durumdan yani kabir hayatından bahsetmemiştir. Şu ayetler, üçüncü bir ha-yatın ya da durumun olmadığını açık ve seçik olarak anlatmaktadır:

                “Artık yemin ederim o şafak vaktine, ge-ceye ve derleyip topladığı şeylere ve dolunay şeklini aldığı zaman ki Ay’a.

                SİZ BİR DURUMDAN DİĞERİNE GEÇECEKSİNİZ.” (İnşikak, 16–19)

                İnşikak suresinde, genelde kıyamet ve ahiretle ilgili geniş bilgiler vardır. Allah; bir durumdan, diğerine geçeceksiniz diyor. Burada kabir hayatından bahsetmiyor. Yalnızca dünya ve ahiret olarak, iki durumdan yani hayattan bahsediyor.

                Geleneksel anlayış sahiplerine şimdi soruyorum:

                Haşa!! Allah sizin var dediğiniz kabir ha-yatını, kitabında yazmayı unutmuş mu?

                Devam ediyorum.

                Allah insanı çamurdan yaratmaya başlıyor. En son, ona ruhundan üflüyor. Bunu anlamadan, Kabir azabı hikâyesini anlamak mümkün olmaz. O zaman, Kur’an’a kulak verelim:

                “Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve insanı yaratmaya çamurla başlayan O’dur. Sonra onun soyunu bir özden; zayıf bir sudan yaratmıştır. Sonra (organlarını tamamlayarak) dengesini kurmuş ve ona ruhundan üflemiştir. (Ruhu üflemesiyle birlikte) size dinleme, ileri görüşlü olma (basiret) yeteneği ve gönüller vermiştir. (Bu yetenekleri) ne kadar az kullanıyorsunuz.” (Secde, 7–9)

                Şunu anlıyoruz. İnsanın bedeni Rabbimiz tarafından su ve çamurdan yaratılmıştır. Yani toprak dediğimiz gerçekliktir bu. Sonra ruhundan üflemiştir. Sesle duyar ayırt ederiz. Konuşuruz anlaşırız. Basiret akılla çalışır. Gönül tamamen kalbi bir hadisedir. Bunlar bizim ruhumuzdur.

                Dolayısıyla her insan, Allah’ın bahşettiği bu ruhla dünya hayatında imtihana tabi tutulur. İnsandaki ruh Allah’a ait olduğu için, asla ölmez. Ölüm, bedenin işlevini yitirmesi, varlığının sona ermesidir.

                Ruhu kullanan bedendir. Beden ölünce, ruhu nasıl kullanacak. Dolayısıyla bir kabir hayatından bahsedebilmek için, ölüm sonrası bedenin çalışıyor olduğunu kabul etmek gerekir. Bu durumda, ölümden söz etmek saçmalık olur.

                Netice itibarıyla, ölen beden toprağa karışmıştır ve diriliş gününe kadar bekleyecektir. Bu sürede bedenin konuşması, sorulara cevap vermesi diye bir şey düşünülemez. Bu gerçeği Kur’an şöyle bildiriyor:

                “Sizi bu topraktan yarattık, toprağa iade edecek ve bir kere daha sizi bu topraktan çıkaracağız.” (Taha, 55)

                Peki, topraktan çıkarılan insan nereye gidecektir? Hesabın sorulacağı yere. Hani kabirde sorgu sual vardı? Söylüyor mu böyle bir şeyi Rabbimiz? Şu ayet, bize yutturulan kabir azabı hikâ-yesinin, ne kadar dolgu olduğunu gösteriyor:

                “(Hesap sorma işi), yeryüzünün farklı bir yeryüzüne, göklerin de farklı bir gökyüzüne dönüş-türüldüğü, herkesin tek olan ve bütün yetkileri elinde bulunduran, Allah’ın huzuruna çıkarıldığı gün olacaktır.” (İbrahim, 48)

                Allah söylüyor, anlatıyor ve bildiriyor. Buna rağmen; Allah adına, Allahın kelamına muhalefet ediliyor. Neden? Araya girecekler. Menfaat sağla-yacaklar. Saf Müslümanları kendilerine kul köle yapacaklar.

                Anlatmaya devam ediyorum.

                Ölüm ve yeniden diriltilme nasıl bir şeydir?

                İnsanın bu dünyada ölüp, kabirde kaldığı süre içerisinde, hiçbir işlevinin olmadığını Kur’an şöyle açıklıyor:

                “Sur’a üflenmiştir; bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkmış, Rablerine doğru dalga dalga süzülüp koşuyorlar. Dediler ki; yazıklar olsun bize! Yattığımız yerden bizi kim diriltip kaldırdı?” (Yasin 51–52)

                Ayette geçen MERKAD, kısa ama tatlı bir uyku uyunan yer anlamındadır. (Geniş bilgi için bkz, Ragıp El Isfahani, El Müfredat) Dolayısıyla kabirde diriltilinceye kadar geçen süre, uyku halidir.

                Diriliş sonrası insan uyandırılmıştır. Ve bizi kim kaldırdı diye merak etmektedir. Biz kabir azabı ya da mükafat gördük diye söylenen var mı? Yok. Ama Kabir azabı var diye ahkam kesenler, menfaat elde edenler çok..

                Öldün, toprağa verildin. Diriltileceğin güne kadar topraktasın. Bu nasıl bir süre acaba. Yoksa kıyamet kopuncaya kadar; toprakta bizi yılanlar mı sokuyor, akrepler mi?

                Size can alıcı bir ayeti aktarmak istiyorum:

                “Hesap saati gözü kapayıp açma kadar, belki daha yakındır. Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Nahl, 77)

                Bu ayetle ilgili olarak Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır şöyle diyor:

                “Ölüm ile uyku, insan açısından aynıdır. Uyurken kapanan göz, uyanınca açılır. Ölürken kapanan göz de yeniden dirilince açılır. Her ikisi de gözü kapayıp açmadır. İnsan bu arada geçen sürenin farkında olmaz. Bakara,259; Kehf, 19; Yasin, 51–52” (Kitap ve Hikmet Dergisi, sayı: 26, sf: 21)

                Zaman bizim için izafi yani göreceli bir kavramdır. Hâlbuki her ölenin, diriliş gününe ka-dar geçirdiği süre; bir göz kapayıp açma mesa-fesindedir. O zaman sormak gerekmez mi; Kabir hayatı bunun neresinde?

                Yeniden dirilişin nasıl olacağını anlatan ayetler, bir kabir hayatının olamayacağını da en açık şekilde ortaya koymuştur.

                Öldün toprağa verildin. Aslında toprağa atılan bir tohum gibisin. Hükmün bu kadar açık ve basit. Uyku halindesin, bekleyeceksin. Ne kadar? Bir göz açıp kapama kadar. Diriltileceğin gün, tohumun meyvesini vermesi gibi olacak. Arada kabir hayatı filan yok. İşte bu konuyu dile getiren ayetler:

                “De ki ‘Toprağa (kabrinize) sizi tohum gibi eken de O’dur. Hepiniz (yeniden yaratılan bedeninizle) O’nun huzurunda toplanacaksınız” (Mülk, 23)

                “Gökten bir ölçüye göre; su indiren Allah’tır. Onunla ölü bir bölgeyi canlandırır. Siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız.” (Zuhruf, 11)

                Yukarıdaki ayette, müthiş bir benzetme sanatına dikkatinizi çekmek istiyorum. Ölümle geçen süre, susuz kurak bir bölge gibidir. Yani orada hayat yoktur. Kurak susuz bir yerde hayat olmaz. Ancak Rabbimiz su verirse, yeni bir hayat başlar. Dolayısıyla insanın dirilişe kadar kabirde geçen zamanı, susuz çorak bir yere benzer. Haliyle nasıl oluyor da kabir hayatından söz edilebiliyor?

                SONUÇ:

                Kur’an, Müslümanların hayatından çıkalı uzun asırlar oluyor. Dünya menfaati ve saltanatı için, bilinçli olarak yapıldı bu. İnsanlar korkutuldu. Bu korkuyla birilerine kul köle edildi. Kabir sualini nasıl veririm diye malını mülkünü tarikatlara, cemaatlere bağışlayan sayısız insan oluştu. Kabirci bir gurup ve dinciler türedi.

                Gerçekleri Kur’anla açıklayanlar, bir şe-kilde aforoz edildi. Çünkü bu gerçekler öğrenilirse, saltanat ve dünyalıklarını kaybedecek- lerinden korktular. Mesela; Nihat Hatipoğlu “Kabir Azabı Var mı?” başlıklı yazısında, kaynağını göstermediği uyduruk bir hadisi nakletti: “İleride kabir azabını inkâr edecek guruplar olacak. Onlar okun yaydan çıktığı gibi, dinden çıkarlar.” (Sabah Gazetesi, 15.03.2013)

 

                Kur’an’ı hayatlarından çıkaranlar, uyduruk hadislerle Muhammed Aleyhisselama da büyük bir hakarette bulundular. Bir ilahiyatçının böyle bir hadisten bahsetmesi, ne hüzündür Allah’ım. 

                Bir başka yönden; kabir hayatı ve azabı üzerine sürdürülen dini söylemler, toplumun büyük kısmını dinden soğuttu. Bu kadar eza ve cefayı ben nasıl çekerim diyen Müslümanlar, her şeye boş verdi. Peki, bunun vebalini Hatipoğlu gibileri ve diğerleri nasıl ödeyecek?             

                Kabir azabı var mı yok mu? Kararı siz verin…..    

 

YAZARLAR